AHMET TOLGAY… “TÜKENMEZ KALEM” OLMA HEDEFİYLE YARIM ASIRDAN BERİ YAZIYOR

Basının ilkel şartlarda çalıştığı 1950’li yıllarda, daha ortaokul öğrencisiyken başladı yazmaya. Yazılarını, şiirlerini, fotoğraflarını astığı okuldaki “duvar gazetesi” ilk tecrübesi oldu. 16 yaşında kendi gönlüyle dönemin birkaç gazetesinden biri olan Hürsöz’de, ardından Halkın Sesi’nde, Bozkurt’ta yazılar yazdı. Kültür-sanat haberleriyle başladı, mahkeme muhabirliğine “terfi etti”,  keşif uzmanı gazete patronlarının teşvikiyle köşe yazmaya başladı. EOKA dönemine, 1963 saldırılarına, yokluk yıllarına gazeteci olarak tanıklık etti. TMT’nin istihbarat birimi “DAL-2”de çalıştı, 1974 savaşını bu görevde karşıladı. Lefkoşa’ya giren ilk tankın içinde Türk askerine eşlik etti. 1974 sonrasında Başbakanlık ve Meclis’te özel kalem görevi yaptı, yaklaşık 28 yıl… Ve bu sürede hem işinde, hem basında hep yazdı. Hala yazıyor, kesintisiz 50 yıl…

11 Temmuz Basın Günü’nde meslek yanında, adaya da tanıklığıyla Ahmet Tolgay ile konuştuk. 66 yıllık yaşam birikimi, 50 yıllık mesleki deneyimle nerden nereye geldik…

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL (6)

“Hem basın, hem toplum olarak kıyaslanacak şartlar değil tabi ki. Eskiden imkansızlıklar, olanaksızlıklar, yoksulluk, yokluk çoktu. Bizim mesleğe başladığımız yıllarda basın birkaç gazeteden ve radyodan oluşuyordu. Gazeteciler parmakla sayılırdı. Kalemle yazardık, ilkel şartlarda basılırdı gazeteler. Ama hem basın, hem toplum açısından kıyaslandığında daha mutluyduk, daha çok adalet vardı. Meslek de çok daha istekle, şevkle yapılıyordu. Galiba fazla şeye sahip olmak, bolluk her zaman insanlara iyi gelmiyor…”

HÜRSÖZ VE HALKIN SESİ BİRLİKTE

Gazetecilik hayatı daha 15-16 yaşındayken Hürsöz gazetesi ile başlar Ahmet Tolgay’ın…

“Okulda hocalarımız teşvik ederdi, biz de meraklıydık. Duvar gazetesi vardı ve biz oraya yazılar, şiirler asardık. Herkes okurdu yazdıklarımızı. İlkel makinelerde çektiğimiz fotoğraflar asardık. Çok meraklıydık…”

Bir gün arkadaşları ile birlikte Hürsöz gazetesine giderler, sanat-kültür yazıları/şiirler vermeye başlarlar. Zaten birkaç gazetenin olduğu yıllar. Bunu, dönemin popüler gazetesi Halkın Sesi  izler. Hem Hürsöz, hem Halkın Sesi. Gazete yöneticileri/patronlar da kapılarını kapamaz üstelik bu genç yaştaki meraklılara…

“Sayfa istedik arkadaşlarla birlikte,  Halkın Sesi’nin sahibi Dr. Fazıl Küçük de bize o çocuk yaşımızda her imkanı tanıdı. Hatta bizle aynı masada oturur, yazısını yazardı…Böylece ünlü bir gazetede sayfa sahibi olduk.”

 

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL (7)

KARTON KART SÜKSE YARATTI

Yıl 1959… Okul ile gazeteler arasında gidip gelmeye başlar. Üstelik iki gazete. Halkın Sesi’nde kültür-sanat haberleri hazırlar, Hürsöz’de mahkeme haberleri. Toplumsal çatışmaların başladığı dönem. EOKA’nın yoğun faaliyet yılları, mahkemeler yoğun. Bir yandan Halkın Sesi’ne kültür-sanat, diğer yandan Hürsöz’a mahkeme haberleri yazar. Mahkemeyi izlemesi için Hürsöz’ün verdiği karton üzerindeki “basın kartını” hala hatırlıyor. Henüz resmi sarı basın kartının olmadığı, basın kuruluşlarının kendi tanıtım kartını bastığı yıllar.

“O kartla okulda çok sükse yaptım, hava attım. Yıpranmasın diye koruma da yapmıştım” diyor, bugünün resmi kartına kinayeli gönderme yaparak…

Daha o çocuk yaşlarda  EOKA’cıların;  Sampson’un, Yorgacis’in mahkemelerini izleyerek gazeteye haber yapar, tarihe tanıklık eder.  Bu arada lisede de “Yolumuz” adlı dergi çıkarırlar arkadaşlarıyla. Hatta Üner Ulutuğ, Hizber Hikmetağalar, Tezel Asena gibi isimler dışardan destek verir dergiye. Bu isimlerin işyerlerini buluşma yeri olarak da kullanırlar.

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL

GAZETECİLİĞİ ÜNİVERSİTEYE TERCİH EDER

Liseden 1962’de mezun olur. Türkiye’deki üniversitelere “olgunluk sınavı” ile girilebilen, merkezi sınav olmayan, istenen bölümün tercih edilebildiği yıllar. Ayrılmaz üçlü olduğu arkadaşları Süleyman Uluçamgil ve Salahi Ahmet Barış ile birlikte üniversiteye gidecekler.

Üniversite öncesinde yaz tatilini değerlendirmek için dönemin sükseli gazetelerinden Bozkurt’a girmek için girişim yapar. “Bugünün Kıbrıs’ı neyse, o dönem de Bozkurt oydu” diyor, gazetenin tirajını ve rekabeti anlatmak için. Bozkurt gazetesi sahibi Sadi Togan’la arkadaşı aracılığıyla görüşür ve işe kabul edilir. “Daha 17 yaşındaydım, Sadi Bey’in gözü tutmadı beni” diyerek, ancak cilt bölümünde işe başlayabildiğini anlatır. Cilt bölümünde el emeğiyle çalışmasına rağmen yazı  da yazar ve yaklaşık bir ay gibi kısa sürede esas patron Cemal Togan tarafından keşfedilir. “Bu yazıları sen mi yazıyorsun, yoksa başkası mı yazıp veriyor” sözleriyle beğenisini ifade eder patron. Ve böylece cilt bölümünden yazı işlerine alınır.

“Çok otoriter, çok deneyimli insandı. Tam bir patrondu. Ve yetenek keşfinde üstüne yoktu” diye anlatır basının efsane isimlerinden Cemal Togan’ı…

Gazetede sınırlı sayıda ismin olduğu yıllar. Osman Türkay başyazar; diğer yazarlar İsmet Kotak, Eşref Çetinel, Mustafa Güryel… Bilbay Eminoğlu da muhabir, hatta ilk profesyonel muhabir.

Hürsöz’deki mahkeme muhabirliğinin verdiği deneyimle, Bozkurt gazetesinin de mahkeme muhabirliğini yapmaya başlar. Halkın Sesi’nin mahkeme muhabiri de Akay Cemal. “Hala devam eden kader birliğimiz orda, o yıllarda başladı” diyor bugün de aynı gazetede birlikte çalıştığı Akay Cemal için.

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL (4).jpg

KADER BİRLİĞİNİ BOZDU, HAYATTA KALDI

Ve böylece gazeteciliği üniversiteye tercih eder. Üniversiteye giden 2 samimi arkadaşının kısa süre sonra Erenköy’de şehit oluşunu ise hala gözleri yaşararak anlatır…

“Gazetecilik çok cazip geldi, çok renkli bir hayat ve o yaz tatilinin ardından üniversiteye gitmekten vazgeçtim. Yakın arkadaşlarım Salahi tıp, Süleyman da hukuk okumaya gitti. 1963 sonları, olaylar çıktı ve o dönemdeki birçok üniversite öğrencisi gibi onlar da Erenköy’e çıktı ve bubi tuzağında öldüler. Ben de gitseydim üniversiteye, büyük ihtimalle ben de birlikte olacaktım. Çünkü ayrılmaz üçlüydük. O günden sonra kadere inanmaya başladım…”

O zamanki şartlarda gömülecek yer bulunmadığı için geçici olarak Lefke’ye gömülen iki arkadaşının bugün hala aynı yerde yattıklarını da ekledi.

ÇATIŞMANIN ORTASINDA TEK SAYFA BOZKURT

Bozkurt’ta çalıştığı yıllarda toplumsal çatışmalara, 1963’de başlayan ve Kıbrıs Türkü’nü gettolara mahkum eden günlere tanıklık eder. 1968’den sonra kısmen normalleşen şartlara da… Çatışmaları, yaralıları, mahkemeleri, göçleri yazar; röportajlar yapar.

21 Aralık 1963’de başlayan toplumsal çatışmalarda yaşadıkları ise, mesleki ders niteliğinde…

“Olaylar başladı, yağmur gibi kurşun yağar. Bozkurt, Girne Caddesi’nde. Çatışmaların odağında. Sadi ve Cemal Togan bey evlerine gitti, bize de evimize gitmemizi söyledi. Çünkü sıkışıp kaldık, hayati tehlike var. Panik haldeyken Cemaat Meclisi’nde görevli Türkiyeli gazeteci Ömer Sami Coşar girdi kapıdan içeri.  Milliyet gazetesine haber geçecek. O panik halimizi görünce ‘tam gazete çıkarma zamanı, nereye gidiyorsunuz’ dedi, motive etti bizi. Ve o çok sayfalı Bozkurt yerine tek sayfalık bir gazete çıkardık o gün. Elimizde ne malzeme varsa kullandık. Ben, Bilbay, Ahmet Alper, Oktay Coşkuncu, birkaç teknisyen… Coşar’ın Milliyet’e geçtiği haberi de kullandık, çünkü malzeme yok. Tek malzeme çatışma, yaralılar, dehşet verici durum… O röportaj da ‘kan, kan, kan…’ başlığıyla çıkmıştı. Çünkü o an en önemli ihtiyaç yaralılara kandı…”

Gazetenin patronları baba-oğul Cemal ve Sadi Togan’a da sürpriz olur 22 Aralık 1963 tarihli o tek sayfalık gazete ve tarihe geçer.

GETTO KOŞULLARINDA EN İYİ İLAÇ KÜLTÜR-SANAT

Bozkurt gazetesindeki hayatı, bu gazete kapanana kadar istikrarla sürer. Bu arada toplumsal çatışmalara tanıklık yanında, o getto koşullarında kültür-sanat haberlerine yoğunlaşır. Zaten yapacak fazla bir şey yok, gidecek yer yok. Lefkoşa’dan barikatları aşıp denizi görmenin mümkün olmadığı zamanlar. Moral olarak Türkiye’nin adaya çok sayıda sanatçı yolladığı yıllar. Bu vesileyle birçok sanatçıyla tanışır, röportajlar yapar, kültür ve sanata ilgisi gelişir.

Şimdiki ekler gibi kültür sanat eki çıkarmaya da başlarlar. “Hafta Aktüalite” Bozkut’un eki olarak yayınlanır ama bugünden farklı olarak, parayla satılır. İlgi de büyük olur.

Yaklaşık 5 yıl süren toplumsal çatışma ve getto hayatının ardından 1968’de kısmı normalleşme  başlar, barikatlar kalkar. Gazetecilik de toplumsal olaylara koşut şekillenir…

DAL 2’DE İSTİHBARAT GÜNLERİ… VE HALİL PAŞA

Gazetecilik sürerken 1972’de 2 aylığına mükellef mücahitliğe çağrılır, kısa bir eğitim döneminin ardından gazeteye geri dönecek. Ancak dönemin yönetimi, Sancaktarlık, “DAL-2”de çalışmasını önerir/ister. Bu birim Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nin istihbarat ve haber alma birimi.  Kabul eder, burada göreve başlar, gece de gazeteye gider. Sonradan bu birimin karargahı olacak, şimdiki Mücahitler Sitesi’nin henüz tamamlanmadığı, Filarmoni Orkestrası’nın görev yaptığı binada istihbarat elemanı olarak göreve başlar. Rütbesi Astsubay. Komutanı Halil Paşa, yardımcısı Reşat Hüdaverdi Güneyli…

YEMİNLİ NESİLDEN DEĞİL

“Anlatır mısınız o günleri, yoksa sizin için de mi tabu hala” diye sorunca, “Yeminli TMT’cilerden değilim, benim neslimde pek yeminli yok. O yüzden anlatırım” diyor…

“O günkü şartlarda herkes şöyle veya böyle TMT’liydi. O dönemi ancak yaşayan bilir. Doğal olarak gizli örgüttü, hücreler şeklinde çalışıyordu, yasal değildi ve birçok sorunlar da yaşandı. Birinin yaptığı herkese mal edildi. O yüzden keşke anlatsalar. O nesil bir bir göçüyor, anlatmalılar ki bu haksız algılamalar ortadan kalksın. O nesil o mücadeleyi vermeseydi bugün burada olunmazdı.”

Dönemin komutanlarından, bugüne kadar hala hiç konuşmayan ünlü isim Halil Paşa için de, “DAL-2’nin komutanıydı. O döneme en hakim isimlerden. Keşke konuşsa, anlatsa…” diyor.

DAL-2’de yaklaşık 2 yıl devam eden görev yıllarını da gazetecilikle bağlantılı değerlendiriyor Ahmet Tolgay. “Oradaki işim de yazmaktı” diyor.

MİLLİYETÇİ DEĞERLER DIŞLANMAZ, AMA FANATİK DEĞİL

Milliyetçi bir kalem olarak biliniyor  zaten… Kendini de milliyetçi olarak mı tanımlıyor?

“Gazetecilik misyonuma uygun görevler yaptım hep. Ama bu milli değerleri dışlamam anlamına gelmez. Milli değerleri hiç dışlamadım. Milli değerler Kıbrıs Türk halkının parçası olmasaydı bugünlere gelemezdık. Aidiyet duygusunu hissediyorum ama fanatik değilim.  Kendi ilkelerim dışında her şeye ve herkese tarafsızım.”

DARBE SÜRPRİZ OLMADI

Mesela neler yaptı DAL-2’deki görevi sırasında?

“Dönem toplumsal varoluş dönemiydi. Var olmakla yok olmak arasındayken çok fazla seçeneğiniz yok. Biz de bu kapsamda işler yapardık. Örneğin Rumlar arasında hareketlenme olduğu, darbe olacağı belliydi. Biz Rumlar arasında gezer, bilgi toplar, rapor hazırlardık. Bu raporlar Ankara’ya giderdi. O dönem bizim gönderdiğimiz raporlardan 15 Temmuz darbesinin olacağı tahmin edilirdi”.

SOSYALİZMİN KURAMADIĞI EŞİTLİK KURULDU

Ve tüm eleştirilere, yargılamalara karşın, bugüne kıyasla  o yıllarda daha çok adalet, birliktelik olduğu inancında Ahmet Tolgay…

“Herkes 30 TL maaş alırdı. Kimse de itiraz etmezdi. (Türkiye bu maaş farklarını 3-4 yıl sonra ödedi) Toplum aile gibiydi.  Deyim yerindeyse sosyalizmin kuramadığı eşitliği Kıbrıs Türkü başarmıştı…”

1974’Ü DE YAŞADI… TANKLARA REHBERLİK ETTİ

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL (3)

1974 Barış Harekatı döneminde de “DAL-2” mensubu ve aynı zamanda Bozkurt gazetesi çalışanı olarak görevdeydi. Hatta Lefkoşa’ya ilk giren Türk tanklarının rehberlerindendi…

“Türk askeri adaya çıktı, Boğaz’a kadar geldi ancak insanlar inanmıyor. Hatta bizim Karargah’ta bile aynı durum hakim. Gerçekten çıkabildi mi Türk askeri, denize mi döküldüler..!Bilgi yok, haber yok, her taraf ateş altında. Rum radyosu da sürekli propaganda yayını yapar. Bu şartlarda Sancak Karargahı bize, askerin adaya çıktığını gözlemleyip duyurma görevi verdi. Ünal Ersoy ile birlikte Boğaz’a gittik. Morris bir arabayla. Tanklar, helikopterler arasında komutanı bulduk. İnsanların geldiklerine inanmadığını anlattık. Çektik fotoğrafları, raporları yazdık. Ama gene inanmayacaklar. Tankla Lefkoşa’da tur atmayı kabul ettiler. Ve iki tank geldi Boğaz’dan Lefkoşa’ya, Sarayönü’nden tur atıp gittiler. Biz de bu tankların içindeydik…”

SICAK SAVAŞ GÜLERİ… ADEM YAVUZ’A DA MİHMANDARLIK YAPTI

Yine o sıcak savaş günlerinde Lapta’da İngiliz gazetecinin mayın tarlasında parçalanmasına tanıklığını da unutamıyor…

“Savaş içinde olmadım, silah hiç kullanmadım ama savaş alanlarına hep ilk girdim” diyen Ahmet Tolgay, bir çok gazeteci gibi, o günlerde Rumlar tarafından vurularak şehit edilen Türkiyeli Gazeteci Adem Yavuz’a da mihmandarlık yapmış…

“Harekatı izlemek için adaya gelen gazeteciler Engin Konksever ve Adem Yavuz’u da biz ağırladık. Kaymaklı bölgesini gezdirdik. Sonra Mağusa’ya gittiler. Yolda dönerken iyiniyetli davranarak yolda hasta veya doğum sancısı çeken bir kadın aldılar; onu yetiştirmek için acele ederken Rum barikatına düştüler…”

GETTO PSİKOLOJİSİNDEN KURTULAMADIK… HEP MAĞDUR PSİKOLOJİSİ

Bu kadar trajik yaşanmışlıklar travma yaratmadı mı? Travmatik bir toplum olmamız o günlerden kalma mı acaba..?

“Olabilir, toplumsal travma geçirdiğimiz doğru. Nedendir bilmem ama getto psikolojisinden hala çıkamadık. Hiç çıkamadık. Güney Kıbrıs’a gidişler için bir gazetemiz ‘Avrupa’ya gidiyoruz’ diye başlık atabiliyor. ‘Karadenizliler’, ‘Hayatlılar’ bölgeleri diye bölgeler oluşturduk… İliklerimize işledi galiba gettolaşma. Gerçek özgürlüğe kavuşmak ancak bunu yıkmakla olacak sanırım…”

MAĞDUR PSİKOLOJİSİ DE GENETİK

Topluma hala hakim olan, hatta giderek artan “mağdur” psikolojisinin de genetik olduğu inancında Ahmet Tolgay…

“Tarihin her döneminde kendini mağdur gördü, kendini kurban hissetti Kıbrıs Türkü. Bu durum 1500’lerden beri böyle. Atalarımız sürgün geldi buralara, kendilerini hep mağdur gördüler. Sürgün gelmelerine karşın isyanlar hep sürdü, eşkiyalık devam etti… İngiliz döneminde de aynı…Ardından Cumhuriyet kuruldu 3 yıl, yüzde 70’e 30 oranında temsiliyetle gene mağdur. Sonrası zaten tam getto hayatı… 1974 sonrası da bu sefer Türkiye’yi bizi mağdur eden güç olarak görüyoruz. Bazen haklı temeli var, bazen psikolojik… Eski Cumhurbaşkan Mehmet A. Talat’ın ifadesiyle ‘marazi toplum’. Travma geçirdiğimize, bazen da ölçüyü kaçırdığımıza inanıyorum. Özgürlükleri de iyi kullanamıyoruz. Bazen eylemlere, örneğin meclisteki eylemlere bakıp hayretler içinde kalıyorum…”

VE MÜDÜRLÜK DÖNEMİ DE YAZI KAYNAKLI

Savaşın ardından Kıbrıs Türk tarafının yeniden organize olmaya başladığı yıllar. 1976’da Başbakan Nejat Konuk’tan yemek daveti alır, Eşref Çetinel ile birlikte. Başbakanlıkta basın birimi kurmaları için iş teklif eder. Ahmet Tolgay kabul eder, Çetinel “öğretmenlikten memnunum” der ve reddeder. Onun yerine de BRT’den İsfendiyar Altuğ gelir ve böylece Başbakanlıkta basın bürosunu kurarlar. 10 yıl burada 4 başbakanla çalışır: Nejat Konuk, Osman Örek, Mustafa Çağatay, Derviş Eroğlu… Hatta Derviş Eroğlu’nun yazılarını ayrıldıktan sonra da yazmaya devam eder. Hakkı Atun’un Meclis Başkanlığı döneminde, 1986’da Başbakanlıktan Meclis’e gider, Özel Kalem Müdürü olarak. Burada da kesintisiz 18 yıl görev yapar ve 2004’te toplam 28 yıl üzerinden emekli olur.

KIBRIS’IN DUAYENİ

Bozkurt’un kapanmasının ardından 1989’dan itibaren Kıbrıs gazetesinde yazmaya başladı Ahmet Tolgay. Kurulduğu ilk günden bugüne, kesintisiz 22 yıl. Her gün, hiç aksatmadan…

Kıbrıs gazetesinin kuruluş çalışmalarında da yer alan en kıdemli isim. Hatta uzun yıllar imzasız baş yazı yazmış…

“Benim yazım yıllarca tek makaleydi ve başyazı olarak yayınlandı. İsimsiz çıkması, ismimi kullanmada sakınca olduğundan veya insanların sandığı gibi memur olmamdan değil, gazete öyle istediği içindi. Ben isimsiz yazmayı çok tercih etmem, çünkü duygu katamazsınız. Ama yaklaşık 10 yıl imzasız başyazı yazdım…”

Sonra gazetede yeni isimler işe girince ve kendi imzalarıyla yazmaya başlatınca Ahmet Tolgay da imza kullanmaya başlar. Ve kesintisiz yazılarını sürdürür.

Bugün 66 yaşında. Her gün hiç aksatmadan günlük yazılarını yazıyor. Siyasetten çok kültür-sanata dair. Sinema konusunda da yazılarıyla otorite. Son çıkan “Naftalin Kokulu Kıbrıs” ile 12’ye ulaşan kitaplarına yenilerini ekleme hazırlığında. Hatta Filiz Besim ile birlikte kaleme aldıkları Onay Fadıl Demirciler ile ilgili biyografik kitap baskı aşamasında.

TÜKENMEZ KALEM ARZUSUNDA OLANLARA…

Ünlü gazeteci Can Dündar’ın ifadesiyle “tükenmez kalem” olmak tek isteği Ahmet Tolgay’ın…

“Her gün yazmak değil, arada bir yazmak zor. O kadar malzeme var ki, günlük yazıda hiç zorluk çekmezsiniz. Ama kalıcı olmak istiyorsanız zamana direnen yazılar yazın. Kalıcılık tarihe, hayata tanıklık etmekten geçer…”

(TAK/ Temmuz 2011)

AHMET TOLGAY İLE ÖZEL (1)

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın