“HİÇBİR YERALTI TEŞKİLATININ HİKÂYESİ TEMİZ DEĞİL. HEM KULLANIRSIN, HEM KULLANILIRSIN’’

Kıbrıslı Türklerin adadaki mücadele tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturan, toplumlararası çatışmaların yaşandığı 1950’li yıllarda yetişkin erkeklerin birçoğunun farklı konumlarda da olsa dâhil olduğu Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), yarım asırlık geçmişine karşın hâlâ tartışılmaya devam ediyor ve belli ki bu dönemin sevaplarıyla,  günahlarıyla aklanması için daha zamana ihtiyaç var.

Rum saldırılarına karşı direniş örgütü olarak kurulmasına karşın haklı veya haksız daha çok Türklere yönelik faaliyetleriyle tartışma konusu olan TMT, teşkilâta üye veya lider olarak tanıklık edenlerin hâlâ ‘yemine sadık kalarak’ konuşmamaları, yazmamaları nedeniyle karanlıkta kalmaya devam ediyor.

Biz de bu döneme bir nebze olsun ışık tutar düşüncesiyle TMT’yi, teşkilatın kurucularından ve liderlerinden eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a sorduk.

Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrılmasının ardından yapılan ve ilk kez bu kitapta yayımlanan bu röportajda Denktaş’a TMT yanında, Volkan’ı, 1960’lı yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs’taki temsilcileriyle yaşanan gerginlikleri, tarihe geçen faili mechul bazı cinayetleri, Emekli Albay İsmail Tansu’nun TMT ile ilgili kitabını da sorduk. Denktaş bazılarına “of the record” kaydı koyarak tüm sorulara kendi duruşuyla yanıt verdi, özellikle hayatta olanlarla ilgili bazı “ayrıntıları” da tarihe havale etti.

TMT yemininin hâlâ geçerli olup olmadığı konusunda “insanına bağlı” diyerek karşılık veren  Denktaş, TMT dâhil hiçbir yeraltı teşkilatının hikayesinin “temiz olmadığına” vurgu yaptı. “Yeraltı teşkilatlarında hem kullanrsın, hem kullanılırsın” sözü de, Denktaş’ın TMT’ye ve kendisi dâhil birçok insanın örgütteki konumuna ilişkin bir diğer önemli saptaması.

Denktaş bu röportajda, TMT liderliğinin, dönemin muhaliflerinden Dr. İhsan Ali için ölüm emri çıkardığını, Dr. Küçük için “divan” kurarak yargılamaya çalıştığını ve evini talan ettiğini anlattı.

TMT’nin “nasıl ve neden kurulduğunu” ASLINDA HİÇ KİMSE UYUMUYORDU isimli kitapta anlatan emekli Albay İsmail Tansu’yu, “Kıbrıslı Türklerin direniş mücadelesini Türkiye’nin direnişi haline getirdi” diyerek eleştiren Denktaş, TMT öncesinde faaliyette olan VOLKAN’ın İngilizler tarafından kurdurtulduğundan şüphe ettiğini de söyledi.

TÜRKİYE’NİN MÜCADELESİ HALİNE GETİRDİ

Yılandası’ndaki konutunda yaptığımız röportajda eski cumhurbaşkanı Denktaş’a öncelikle, Türkiye Genelkurmay Başkanlığı Özel Harp Dairesi’nden emekli Albay İsmail Tansu’nun TMT’yi anlatan “Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu” isimli kitabı sorduk. Bu kitapta yazılanlar TMT’nin gerçek tarihi mi?

“Hayır. Gölgede kalmış emekli bir askerin bu psikolojiyle yazdığı bir kitap. Türkiye Genelkurmay’ın onayıyla yazılmış resmi bir kitap olduğunu sanmıyorum. İsmail Tansu TMT’yi anlatmaya, emir alıp devreye girdiği günden itibaren başlıyor. Oysa TMT’nin ilk bildirisine bakarsanız kuruluş tarihi kitapta yazıldığı gibi 1958 değil Kasım 1957’dir.

Kitaba bir baktım ve üzüldüm. Bence resmi bir kitap değil. Bir kere birçok şeyi açıklamaması gerekirdi. Ama daha da önemlisi, Kıbrıs’a ait ve Kıbrıslılar’ın direniş mücadelesini Türkiye’nin direnişi haline getirdi. ‘Biz yaptık, Türkiye yaptı’ yaklaşımı var. Evet yaptılar ama başlangıcı, fikri, doğuşu tamamen 3 kişiden kaynaklanıyor.”

GERÇEK TARİHİ NİYE KKTC YAZMADI!

Kitap, TMT tarihinin yazılmasına ilişkin KKTC Bakanlar Kurulu’nun E-216-1997 tarihli kararına dayandırılarak yazıldı. Bu örgüt Kıbrıslı Türklerin olduğuna göre, tarihini niye Kıbrıslı Türkler yazmıyor?

“Tarihi yazma ihtiyacımız var evet. Ama bunu şimdi ‘TMT’yim, TMT’liyim’ diyenleri vatan haini, katil ilan edenler mi yapacak! Zamanında bizim yapmamız gerekirdi. Ama işte İsmail Tansu kısmen iskelet çıkardı ortaya. Şimdi geçmişi bilen birisi veya 2-3 kişi otursa, ona bakarak onun boşluklarını doldurur veya yanlışlarını düzeltir. İyi birşey çıkabilir ortaya.”

VOLKAN VARKEN NEDEN TMT KURULDU…

TMT nasıl, kimler tarafından ve hangi koşullarda kuruldu? Volkan varken niye TMT’ye ihtiyaç duyuldu?

“Saldırı altındayız, direniş gerekir ama siyasetimizde bağlantılı bir gidişat yok. Esaslı birşeyler yapılması gerekir, ama siyasi olarak belirlenmiş bir tutum yok. Volkan nümayişler yapar, bağırırlar, çağırırlar, işte birşey yapacaklar, gidip yakacaklar! İngiliz polisi gelir, Dr. Küçük’ü cipe bindirir. Doktor Küçük de halkı sever, halkın ezilmesini istemez ve halkı yatıştırır, halk dağıtılır! Dağıtılsın mı, dağıtılmasın mı, bunu oturup siyasi bir şekilde düşünen yok. O nümayiş yapılsın mı yapılmasın mı, bunun da siyasi kararını veren yok. Nümayiş yapılır, İngiliz polisi gelir, Dr. Küçük daha da büyümesin yatıştırır ve böyle gider…”

3 KİŞİ KURDU… DR. KÜÇÜK NALBANTOĞLU’NA GÜVENMEZDİ

“Yine böyle bir olayın olduğu bir gün ben Burhan Nalbantoğlu ile karşılaştım. Kendisine ‘bu böyle gitmez, siz gençlik olarak mesulsünüz, yeni bir şey yapılması gerekir’ dedim. O da Kemal Tanrısevdi’yle konuştu. Tanrısevdi’nin evinde buluşuldu ve TMT bu şekilde fikir olarak kuruldu,  ilk adımlar atıldı.

İki arkadaş olan Nalbantoğlu ve Tanrısevdi, TMT’yi tamamen Kıbrıslıların olacağı, parasının da halktan toplanacağı bir teşkilat olarak düşündüler. Başlangıçta Dr. Küçük’e de bilgi verilmeyecekti. Çünkü Nalbantoğlu, Dr. Küçük ile kavgalıydı. Dr. Küçük, Nalbantoğlu’na güvenmezdi ve bu nedenle ilk bildiriyi gizli yayımlamayı planladılar…”

DR. KÜÇÜK’ÜN HABERİ YOKTU

Örgütün Türkiye’den yardım almadan ve Dr. Küçük’e haber verilmeden kurulmasına kendisinin karşı çıktığını kaydeden Denktaş, aracılık üstlenmesine karşın Dr. Küçük’ün ancak ilk bildirinin ardından TMT’nin kuruluşundan haberdar olduğunu söyledi.

“Öncelikle Türkiye’den uzman, asker, para olmadan bu işin olamayacağını söyledim. Liste hazırladılar buradan para toplanacak diye. Listeye baktım, Mısırlızade 500 Pound verecekmiş! Asılır da vermez adam. Sonra topladığınız paranın da hesabını veremeyeceğimize göre ‘para yediler, halkı soydular’ diye ortalık karışır. ‘Ben bu işte yokum’ dedim. Yani Türkiye’den yardım istememiz gerekir. Ve Dr. Küçük’ü de ben ikna ederim dedim.

Ancak buna rağmen bana konuşma fırsatı vermeden Nalbantoğlu’nun talimatıyla kapısının altından attılar bildiriyi. Ertesi gün doktora gittiğimde ‘nedir gene bunların yaptığı, kimdir bu deliler’ diye başladı. ‘Birden öfkelenmeyelim, bekle anlayalım kimlerdir. Zannedersem bu ciddi bir meseledir’ diye teselli ettim kendisini. Pek inanmadı, güvenmedi ama fazla bir şey de söylemedi.”

VOLKAN’I İNGİLİZLER KURDURTTU DİYE ŞÜPHEM VAR

Volkan ve TMT aynı ekip tarafından mı kuruldu, TMT Volkan’ın devamı mıydı?

“Aynı ekip değildi ama Nalbantoğlu’nun tanıdığı Volkan’dan bazı liderler aynı gün, aynı saatte bildirileri dağıttılar.

Volkan’ın başında Selçuk Bey diye bir öğretmen vardı. Bir gün ben Savcılık’ta çalışırken geldi, Volkan için yardım toplandığını söyledi. Kendisinin ve birkaç arkadaşının sorumlu olduklarını söyledi. Hatırlarım 5 Lira verdim. Fakat o arada Selçuk beyin aynı zamanda İngiliz İstihbarat Şefi’ne Türkçe ders verdiğini de öğrendim. Ve o günden itibaren içimde bir soru işareti oldu, yani bizim teşkilatımız ama İngilizlerin kurdurttuğu bir teşkilat mı diye içimde bir şüphe vardı. Volkan’da hizmet eden gençler, insanlar bunu bilemezdi. Ve ben de muhakkak böyledir diyemem ama bu durum benim midemi bulandırmıştı.”

İNGİLİZ’E HİZMET EDENLER İNGİLTERE’YE GİTTİ

Volkan dönemini onaylamıyor gibi bir mesaj mı veriyor?

“Hayır, onaylamıyorum değil ama yaptıkları İngiliz’in bilgisi dâhilinde mi oluyor diye şüphe vardı içimde. Bir saldırı karşısında siyasetimiz, hiçbir şey yapmayıp sadece şikâyet etmek olması gerekirken, biz gidip 4 tane dükkân yakıyorduk. Ve böylelikle o Rum’un yaptığı öne çıkacağına Türklerin yaptıkları tartışılıyordu.

Mesela biz TMT’yi kurduğumuzda silah yok, bişey yok. İsmini vermek gerekmez, Volkan’ın finosu birine gittik ve silahını istedik, ‘veremem’ dedi. Ondan sonra baktık o arkadaşı hükümette güzel bir makama tayin etmişler. Cumhuriyet kurulur kurulmaz da İngiltere’ye gitti. Bunları yan yana koyunca… 2+2,  4 eder… İngiliz’e hizmet etmiş birçok insan parasını alarak çekti gitti o günlerde. Tabii birçoğu da Rum’la artık bir arada yaşayamayacağı için çekti gitti. Çünkü İngiliz’in polisi olmuşlardı ve polislik yaptıkları için artık burda yaşayamayazlardı. O dönemde bin kadar insan gitti.”

8 AYLIK GEÇİŞ DÖNEMİNDE ÖLDÜRMELER OLDU

TMT’nin ilk bildirisinin yayınlandığı Kasım 1957 ile Türkiye’den komutanların gelişiyle faaliyetlerin başladığı Ağustos 1958 arasındaki 8 aylık dönemde birçok olay olduğunu, bu olayların TMT’nin kontrolünde olmadığını da söyledi Denktaş.

“TMT’yi kurduk, bildiriler yayımlanmaya başlandı. Birinci bildiride Volkan lağvedildi dendi ama komutanlar gelinceye kadar yapılan olaylar var. Hiç TMT’nin yetkisi, bilgisi dâhilinde değil. Bizim, 3 kurucunun haberi olmayan işler oldu. Öldürmeler oldu, dükkân yakmalar oldu, bilmem ne oldu. Orada TMT yoktu…”

TÜRKİYE NASIL DEVREYE GİRDİ

Denktaş, bu gelişmeden kısa süre sonra Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu başkanlığına seçildiğini ve Dr. Küçük’le birlikte Ankara’ya gittiklerini anlattı.

“Doktor Ankara’da, artık Volkan’ın lağvedildiğini, yerine başka birşey geldiğini anladı. Fazla birşey söylediği yok. Ben Dışişleri Bakanı Fatin R. Zorlu’ya ‘teşkilat kurulmuştur, eğitici isteriz, komutan isteriz, silah isteriz’ dedim. ‘Göndersek alabilir misiniz’ diye sorduğunda Dr. Küçük yine temkinli, tecrübeli bir insan olarak ‘efendim yakalanırlar, rezil oluruz’ dedi.

Bunun üzerine Fatin Bey, ‘o halde gidin, bu işi iyi düşünün ve bize yeniden haber verin’ dedi. İşte o safhada, Fatin bey Başbakan Adnan Menderes’i ikna etmekte zorluk çekmiş. Ama sonunda ikna oldu ve Genel Kurmay’a talimat verildi. O safhada biz Dr. Küçük’le Ankara’ya çağrıldık. Yani kurulmuş ama fonksiyon haline gelmemiş bir durumda olan TMT, artık fonksiyon kazanıyor. Ve ekip tertipleyerek, Volkan’dan güvendiğimiz insanları yavaş yavaş alarak hazırlık devresine başladık. İsmail Tansu’nun kitapta anlattığı hikâye bundan sonra başladı.”

TMT VURUŞKAN’IN GELİŞİYLE FAALİYETE GEÇTİ

Türkiye Genel Kurmay Başkanlığı’na bağlı Özel Harp Dairesi’ne TMT ile ilgili gizli görev verilmesiyle Yarbay Rıza Vuruşkan ‘TMT Lideri’ olarak ağustos 1958’de adaya gelir. “Ali Çonan (Ali Coşkun)” adıyla ve “İş Bankası Müfettişi” olarak adaya normal yollardan giriş yapar. Kimi “müfettiş”, kimi “öğretmen” maskesi altındaki ekibiyle birlikte gelen Vuruşkan’ın kod adı da “Bozkurt”.

Yarbay Rıza Vuruşkan yanında artık herkesin kod adı vardır.

“Rıza Vuruşkan ile Victoria Kız Lisesi’nin açılışında tanıştık. Geleceğini biliyorduk ama orada tanıştık. Hemen ertesi günü de temasa geçtik. Kod adlarıyla yazışmaya başladık. Benim kod adım ‘Toros’, Doktor Küçük’ün ‘Ağrı’. Hatta Doktor bu ismin esprisini yapardı ‘karın ağrısı mı’ diye! Ben de ‘hayır, en yüksek’ diye karşılık verirdim… Hemen kod adlarıyla yazışmaya başladık. Aldığımız bilgileri veririz, ondan talimat alırız…”

SİLAH VE KURAN ÜZERİNE YEMİN

Bu arada başta spor kulübü idarecileri, öğretmenler olmak üzere TMT’nin liderliklerini oluşturmaya başladıklarını söyleyen Denktaş, ilk yeminlerin de kendi avukatlık yazıhanesinde yapıldığını anlattı.

“İlk başlangıç yeminleri benim avukatlık yazıhanemde yapıldı. Ali Bey (Rıza Vuruşkan) bir perde arkasında, ortada tabanca ve Kuran, yemin edilirdi. Yani yemin edenler lideri görmezlerdi, beni görürlerdi. Bu nedenle herkes TMT’nin başı olarak beni bildi, sorumlusu ben oldum. Kimin ne olduğu sonradan öğrenildi.

Ben Federasyon Başkanı olarak bütün ada sathında bilgiyi toplayan, analiz eden ve kendilerine rapor halinde gerekirse her gün veya haftada bir veren kişiydim. Muhakkak haftada bir veya iki defa buluşurduk. Ali Bey’in evi benim Köşklüçiftlik’teki evimin yanındaydı. Orada kiracı olarak otururdu. Böylelikle gayet sıkı bir şekilde göreve başladık.”

DR KÜÇÜK’E ÇOK ÇEKTİRDİLER… MAHKEME KURDULAR, EVİNİ TALAN ETTİLER

TMT içinde Dr. Küçük’le ve Türkiye’den gelen komutanlarla ilişkileri konusunda da Denktaş, şunları söyledi;

“1963’ten sonra Doktor’a epey çektirdiler. Dr. Küçük ile Bayraktarlığın arası açıldı. Burada, Türkiye’de, ‘Dr. Küçükçüler’ ve ‘Denktaşçılar’ diye şeyler başlattılar. Ben devamlı özel kalemim Kutlu Adalı kanalıyla ‘aman yapmayın, birlik beraberlik isteriz’ diye yazılar yazdım. Ama çok kırdılar Doktor’u. Dr. Küçük onları istemez, Lefkoşa Sancaktarı Kemal Şemiler ve ekibini mesela. Sancaktar da onu istemezdi. Özellikle 1963 olur olmaz artık ‘asker idareyi alacak’ diye bir harekât başladı. 

Kemal Şemiler ve arkadaşları,  güya bana daha yakınlar, benim vasıtamla Dr. Küçük’ü ‘divan’a çağırdılar. Mahkeme kurdular yani. Yeni Bayraktar Kenan Coygun ekibiyle orda. Nejat Konuk kâtip mevkiinde not tutar. Kemal Şemiler oturur…

Gideceklermiş de Doktor’u alıp getirsinler… ‘Yok, yapamazsınız öyle şey’ dedim, ‘Ben alıp getireceğim’. Gittim, Doktor’a ‘böyle böyle bir tatsız durum var, gel gidelim bakalım n’olacak’ dedim. Anladı adam, gittik.

Suçlamaları ne… ’Memleket elden gidiyor, siz burada oturuyorsunuz, bir hareket yapmıyorsunuz’… Ben atıldım, ‘Doktor Küçük gece-gündüz mesajlarıyla, Büyükelçilik kanalıyla gelişmeleri Ankara’ya duyurmaktadır. Siz uçakalanına gidebiliyor musunuz ki Dr. Küçük uçağa binip gidecek! Uçağa binip gittiğinde raporlarında yazdığının ötesinde fazla bir şey mi söyleyecek! Sizin elinizde bütün irtibat imkânları var; siz ne yapıyorsunuz, siz ne söylüyorsunuz! Ve ne cevap alıyorsunuz! Ben bunları söyleyince havaları bozuldu.

Dr. Küçük de cesaret aldı ve o da söyleyeceğini söyledi. Yani o oyun sökmedi. Dr. Küçük’ü güya görevden alacaklardı… Böyle günler yaşadı adam. Sonra evini işgal ettiler. Şimdi müze olan evini… Büyük bir harabiyet yaptılar. Ben geldiğimde Doktor bar bar bağırıyordu, ‘evimi isterim, tazminatımı isterim’ diye. Yani çok yaptılar kendisine…”

DR. KÜÇÜK SERT ÇIKIŞLARI KABUL ETMİYORDU

Bu olayların 1963 Aralık ayında yaşandığına dikkat çeken Denktaş, TMT liderliğinin Dr. Küçük’e karşı bu tavırlarının nedenlerini şöyle anlattı.

“Doktor, TMT’nin sert çıkışlarını, emir vermesini kabul etmiyordu. Kimdir amir, kimdir memur! Yani şeklen olsun gelip kendisiyle istişare edip de ona söylecekleri şeyleri, kendiler yapıyordu artık. Ve hem Büyükelçilik, hem Dr. Küçük reaksiyon göstermeye başladı. Dr. Küçük ve Büyükelçilik arasındaki ilişkiler iyiydi.”

SİLAHI KAYBEDENE CEZA

Denktaş, teşkilat günlerini anlatırken bazı somut olaylardan da örneklemeler yaptı.

“Ben Kurumlar Federasyonu başkanıyım. ‘Federasyona silahlar geldi, 3 kişilik heyet giderse Denktaş silah verir’ diye bir haber yayıldı. O günlerde öldürmeler de olmuştu. Köylerden bana 3’er kişi gelir, silah ister. Yok desem maneviyat çökecek. ‘Vardır ama abluka altındadır, İngilizler galiba koku aldı bekliyorlar biri yakalansın, bir tabanca bulsa da idam eder. İsterseniz risk alalım, birini gönderelim’ diyoruz, ‘yok efendim,  bekleriz’ der biçareler, giderler.

Bir gün Erenköylüler geldi. Vehbi Mahmutoğlu ve kardeşi ile son kazada boğulanlardan Elmas. Onlara da aynı şeyi söyledik ve gittiler, ama 10-15 gün sonra tekrar geldiler. Ben yine aynı şeyi söyledim. Dışarı çıktıklarında bir karmaşa, kavga, bağırma. Yalan söylüyormuşum, aslında hiçbirşeyimiz yokmuş, kendiler gidip başlarının çaresine bakacaklarmış! Hiçbirşey söylemedim ve çıktılar gittiler. 3 gün sonra Vuruşkan geldi bana ve ‘Türkiye’de 3 kişi yakalandı, sen göndermişsin, silah istediler. Kimdirler’ diye sordu. ’Güvenilir insanlardır. Hiç tanımam ama adamlar kendi başlarına gittiğine göre güvenilir insanlardır. Yardımcı olsunlar’ dedim. Birkaç gün sonra silahlarla geldiler. 24 tane kalaşnikof tabanca ve mermi. Sarıldık böyle koca adamlar, dans ettik sevinçten.

Biraz sonra Vuruşkan geldi, ‘bir tane tabanca eksik, hepsini hapse attık’ dedi. Olurdu, olmazdı, nihayet o tabanca bulundu tahtanın altında. Herhalde bunlar sakladıydı ama bulundu da kurtuldular. Yoksa o kadar emekten sonra bir de hapse gireceklerdi.”

İHSAN ALİ İÇİN ÖLÜM EMRİ

Ve Denktaş’ın anlatımıyla bir başka olay… Dönemin Türk liderliğine muhalefetiyle bilinen Dr. İhsan Ali ile ilgili bir olay… Denktaş, TMT lideri Vuruşkan’ın Dr. İhsan Ali için ölüm emri çıkardığını anlattı.

“Bir gün iki genç bana geldi ve ‘helalleşelim’ dedi. ’Nereye gidiyorsunuz’ diye sordum, ‘Baf’a gidiyoruz’ dediler. ‘Ne yapacaksınız’ diye sorunca ‘İhsan Ali’yi öldürme emri aldık’ dediler. ‘Kim verdi emri’ diye sorunca da ‘Vuruşkan’ dediler. ’Oturun bir kahve için bakalım’ dedim ve çıktım.

Vuruşkan karşı evde, atıldım gittim. ‘Böyle bir emir vermişsiniz’ dedim, kimin söylediğini sordu,  ‘işi yapacak olanlar’ dedim. ‘Hakları yoktur söylemeye’ dedi. ‘Efendim hakkı var, yok söylediler. Niye yapacaksınız? Bu adam muhalefetiyle, söyledikleriyle, yaptıklarıyla hakikaten zarar veriyor. Ama öldürülürse bu adamın arkasında birçok insan var ve biz onları da kaybedeceğiz. İkincisi ilanihaye biz öldürttük diye bilinecek. Ve TMT’nin başı olarak ben biliniyorum, ben öldürttüm diye bilinecek. Ben ne yapacağım! Ben bunu söyleyince ‘bunları düşünmedik’ dedi ve vazgeçti. O çocuklara ne yaptı, bilmem!

Bunun üzerine bana o güne kadar bilmediğim şeyler anlattı. İhsan Ali devamlı surette TMT’nin aleyhine konuşur, bizi çapulcular diye nitelerdi. Yaralanan TMT’ciler tedavi için gittiğinde kovardı.

TMT’nin mührü vardı, soğuk mühür… TMT belgesi olduğunu herkes bilsin diye soğuk mühür vurulurdu. Vuruşkan İhsan Ali’ye de böyle mühürlü bir mektup yazmış.  ‘TMT milli bir kuruluştur. Bunu işte siz şöyle zannediyorsunuz, çapulcu bilmem ne diyorsunuz, değildir. Sizin biz vatanseverliğinize inanıyoruz. Yardımınızı istiyoruz. Bize katılmanızı istiyoruz’ mealindeki mektubu Nalbantoğlu vasıtasıyla göndermiş.  Tabii Nalbantoğlu yanlış seçim. Çünkü İhsan Ali de, Dr. Küçük kadar Nalbantoğlu’ndan nefret eder ve şüphelenirdi.

Nalbantoğlu mektubu İhsan Ali’ye götürür ama vermez, okur ve mührü gösterir. İstemesine rağmen aklını kullanır ve geri götüreceğim diyerek mektubu vermez. Geri dönerken, 10-15. milde Rum polisi  Nalbantoğlu’nun önüne çıkar. Bu uzaktan görünce, o kâğıdı afiyetle yutar. Bu durum da olunca İhsan Ali tescilli hain ilan edilir ve öldürmek lâzım diye karar verirler.  İhsan Ali’yi öldürme kararı verirler.”

ARACI OLUP GETİRDİM VE ÖLDÜRDÜLER

Ve Denktaş’ın anlatımıyla bir başka olay…

“Baf kazasında ‘Ayşe hanım’ namıyla müthiş silahları olan bir ekip vardı. 3-4 kişilik bir hücre. TMT’den, Volkan’dan ayrı bir hücre. Dağlarda gezer, kendi kendine birşeyler yapar. Tanışmıyoruz ama bunlar milliyetçi insanlar. Federasyon Başkanlığına, bana daima güzel haberler gönderirler

Bir gün Vuruşkan’la konuşurken, ‘bunlar burada daha çok yararlı olur’ diyerek bu hücredeki kişileri  Lefkoşa’ya almamızı istedi.  Ben araç göndererek bu insanları buraya getirdim. Bir yere yerleştirdiler kendilerini, para verdiler, erzak verdiler.

Bir veya birbuçuk ay sonra ben Ankara’dayım. Radyo dinlerken bu insanların çarşıda vurulduğunu ve bir veya iki tanesinin de derhal İngilizler tarafından İngiltere’ye kaçırıldığını duydum. Deli oldum tabii. Ne diyecek adamlar! ’Denktaş bizi mahsus getirtti, ondan sonra vurdurttu’ diyecek. Apar topar geldik geri, Vuruşkan’a ‘ne oldu’ diye sordum…

‘Bunlar İngiliz’in EOKA’ya karşı kullandığı casuslardı, bizim hakkımızda da casusluk yaptıkları şüphesı vardı,  karar verildi ve bu iş yapıldı. ‘Peki şimdi benim durumum nolacak’ dedim,  ‘Çok üzgünüz ama işte oldu’. Yine TMT liderliğinin verdiği bir karar.”

İÇİM RAHAT… KULLANIRSIN, KULLANILIRSIN

Yani Denktaş da mı kullanıldı!

“Yeraltı teşkilatına girdin mi kullanılmayı kabul edersin demektir. Hem sen kullanacaksın, hem seni kullanacaklar. Başka yolu yok. Birşey yapamazsın. Bunu o günlerde ne ifşa edebilirsin, ne bir şey  yapabilirsin. Zaten söylesen kim inanacak!”

Ama toplumun geneli yaşananlardan Denktaş’ı sorumlu görüyor. Denktaş bu ölüm talimatlarında hiç mi sorumlu değil, gece rahat uyuyor mu?

“Evet, içim çok rahat. Lider ben değildim, ben bilindim. Herşey benim kapıma yığıldı, ben sorumlu görüldüm. Ve o günden bugüne temizleyemedim. Hâlâ beni işaret ediyorlar. Yapacak bir şey yok.”

TMT NİYE TÜRKLERE KARŞI KURULSUN

TMT’nin Türklere karşı kurulduğunu söyleyenlere, “Ya bir şey bilmiyorlar, ya istismar ediyorlar” diyen Denktaş, özellikle Rum tarafınd son zamanlarda yazılan bazı yazıların ve kitapların gerçekleri ortaya koyduğunu anlattı.

“Rumlar kardeşimizdir, dostumuzdur diyen bir azınlık, TMT’yi kendine karşı kurulmuş bir teşkilat olarak değerlendirdi. Bakıyorum ilmi kitaplar yazıyorlar, tahlil ediyorlar. Niyazi Kızılyürek ‘Denktaş  doğuştan milliyetçiydi, Makarios da. Kavga onun için çıktı’ diyor ilmi kitabında! Sen o zaman Kıbrıs meselesini bilmezsin!

Rum Enosis için silaha sarıldı, seni yok edecek. Ya evet diyeceksin ve kolonize olacaksın veya direneceksin. Onu yaptık. Bunun tahlili var mı, bunun nesini tahlil edeceksin…”

Denktaş, son günlerde okuduğu bir Rum antropoloğa ait İngilizce kitaba atıf yaparak, herkese tavsiye etti, Türkçeye çevrilmesini önerdi.

AVUKATLARI TMT ÖLDÜRMEDİ

Denktaş, daha önceki röportajlarda yer aldığı için sorularımız arasında yer almamasına karşın, 1962 yılında faili meçhul cinayete kurban giden Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’ın ölümleriyle ilgili görüşlerini de tekrarladı. Bu kez dönemin TC Büyükelçisi Emin Dirvana’nın rolünü de vurgulayarak daha geniş bilgi verdi. “Yorgacis öldürttü, benim kapımda kaldı” diyerek bu iki cinayetle ilgili kitap yazacağını, belgeleri topladığını anlattı.

“Öldürüldükleri yıllarda bu olayın baskısı altında yaşadık. O kadar söyledim ama derdimi anlatamadım. Bu nedenle kitap yazacağım, belgeleriyle anlatacağım. Buna mecburum. Çünkü bu arada bazı şeyler daha çok açığa çıktı, Dr. İhsan Ali de ifşa etti.

Avukatları, Yorgacis vurdurttu. Bu adamlar Yorgacis’in istihbarat ajanı ile devamlı temas ettiği, bilgi aldığı, kendilerine ne yazacağını söylediği insanlar halindeydiler. Mahkemede de Yorgacis ‘evet benim ajanlarımdı ama para karşılığı değildi, vatanı milleti sevdikleri için bana bilgi verirlerdi’ dedi. Para aldıkları muhakkaktı. Gazetenin matbaasını almak için AKEL’den para aldılar. Öldürüldükleri günlerde verilmiş kendilerine, bu da sonradan ifşa edildi.

Bayraktar camiinde bomba patladı. Bomba patladığı gün Yorgacis Dirvana’ya ‘Türkler yaptırdı, bu işin arkasında Denktaş var, kanıtım var’ dedi. Biz de komisyon kurulmasını istedik, olayın araştırılması için. Bombanın patladığı gün halk Ledra Caddesi’ne doğru yürümeye başlayınca biz halkı durdurduk ve ‘bu işi yapan herhalde Rum’dur. Sizin böyle hareket edeceğinizi bilmektedir, hepinizi doğrayacaklar’ dedim. Dr. Küçük’e götürdük halkı, o da konuştu, ‘merak etmeyin arayacağız, bulacağız’ dedi.  Tam o sırada Dirvana girdi içeriye, çıktı halkın karşısına, ‘Rumlar yapmış değildir, yapan kimse bulunacaktır’ dedi.

Bunun üzerine Doktor Küçük ısrar etti ve araştırma komisyonu kurdurduk. Ben de avukatım. Yorgcis’in Büyükelçi’ye ‘Türkler yaptırdı’ dediğini hatırlattım ve bunun kanıtlanmasını istedim.

İşte o günlerde bu avukatların gazetesinde ‘artık davada maskeler düşecek’ diye yazı çıkar ve o gece de öldürülürler.

Mahkeme başladı, Rum avukat ‘seni itham eden bir belge var’ dedi. Biraz sonra beni hâkimler çağırdı odalarına, ‘Yorgacis geldi, bize bir kaset getirdi, seni itham ediyor,  istersen kapalı odada yapalım’ dediler.

‘Ne münasebet. Aleni tahkikat isteyen biz, bunu aleni mahkemede yapalım’ dedim, ‘Peki’ dediler. Geldi Yorgacis yemin etti, hayatımın en zevkli bir buçuk günlük istihkakı oldu.

‘Büyükelçi ve büyükelçiliğin basın müşaviri Pamir, Bayraktar camiine  bombayı Denktaş’ın koydurttuğu kanaatindedirler…’ Kasetteki itham bu. Bir yerinde de ‘Denktaş Beyrut’a gitti ve Beyrut’ta İngiliz ajanlarından talimat alarak geri geldi’ deniyor…”

Denktaş, kasetteki ithamları bu şekilde özetlemesinin ardından Rum İçişleri Bakanı Yorgacis ile aralarında geçen diyaloğu ayrıntılarıyla anlattı. Ve duruşma sonunda Yorgacis’in ithamları ve kasetle ilgili hiçbir kanıt sunamadığını hatırlattı.

“Yorgacis kanıt sunamadı ve rezil oldu. Mahkeme neticede Türklerin yapmadığı konusunda karar vermedi ama, dünya da bildi ki bu Türklerin işi değil.”

Denktaş, mahkeme günlerinde Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi Dirvana ile diyaloğunu da şöyle özetledi:

“Dedim ki, ‘Efendim siz bizi suçladınız, kanıt var dediniz, Yorgacis’e gösterdiniz. Şimdi sizin veya Pamir’in gelip şahadet vermeniz lazım.’ Bana, ‘Biz diplomatız, diplomatlar mahkemeye gelip şahadet vermez’ dedi. Bunun üzerine ‘Efendim vermek mecburiyetindesiniz. Kanıt olarak sizi gösteriyor’ diye ısrar ettim. Ve Büyükelçilik mahkemeye bir mektup yazdı… ’Böyle birşey konuşulmuş değil, böyle birşey söylenmiş değildir’ diye mektup yazdılar ve dava kapandı.”

Dr. İhsan Ali’nin, öldürülmelerinden 10 gün önce avukatlara ‘dikkat edin,  başınıza birşey gelebilir’  diye yazılı bir uyarıda bulunduğunu, kitabında kullanmak amacıyla bu yazıyı bulmaya çalıştığını da anlatan Denktaş, “Bayraktar Camii’ni Yorgacis bombalattı. ‘Maskeler düşecek’ diye yazan avukatları öldürtmek için büyük bir nedeni var.  İkinci bir neden de zararsız bir muhalefet yaptırıyor ve para veriyor. Ve üçüncüsü adamların AKEL ile işbirliği yapması…”

1960’DAN SONRA NE OLDU… TMT LİDERİ ÇOK HARABİYET VERDİ

Rauf Denktaş, Türkiye’de 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından TMT liderliğinin değiştirildiğini anlatırken de şunları söyledi:

“27 Mayıs ihtilali oldu. Mağusa’da görev yapan mağrur bir yarbay vardı, meğer ihtilali yapanların içinde adamı varmış. 2-3 raporla 24 saatte Rıza Vuruşkan’ı görevden aldırttı ve kendisi başkan oldu. Başkan olur olmaz Dırvana’nın sathına girdi. Mağusa’dan Lefkoşa’ya geldi.

Bandabuliya’nın yanında Mısırlı apartmanında  otururdu. Biz o güne kadar Rıza Vuruşkan’la gizli çalıştık. Ben her hafta raporları derler gönderirdim,  TMT’ye gelen paralar İş Bankası’ndan benim vasıtamla alınırdı. Bana Rıza beyden bir yazı gelirdi şu kadar diye, ben de İş Bankası’ndan parayı alırdım, Rıza beye verirdim.

Yeni komutan gelir gelmez işler değişti. Dırvana ile olan sorunumuzu, Dırvana’nın bize nasıl baktığını da biliyor ya, hemen onunla birleşti.

Bizim teşkilat disiplinimize göre TMT’de kimseyi bilmiyorsun, kimseyle sen temas etmeyeceksin, ancak seninle temas edilir. Teşkilat kuralları bunlar. Onun için bana gelen haftalık raporları ben değerlendirirdim. O güne kadar her hafta biri gelir ve alırdı bu raporları. Baktık bir hafta, iki hafta, üç  hafta birikiyor raporlar, kimse almıyor!

Sonunda beni davet etti makamına,  çıktım gittim. Pijamalarla oturmuş, bağdaş kurmuş vaziyette ‘siz  Rıza Vuruşkan beye mi,  yoksa teşkilata mı bağlısınız’ dedi. ‘Anlamadım. Ben Türkiye’ye bağlıyım’ dedim. ‘Raporlarınız bize gelmedi, bizi adam yerine koymuyor musunuz’ deyince, ‘Yok, ben sizin beni adam yerine koymadığınızı zannediyordum. Çünkü her hafta bunlar aratılırdı, 3-4 haftadır aratmadınız. Aratın, vereyim’ dedim.

Sonra ‘Bu para meselesi ne olacak. Birçok açık var’ dedi, ‘Kimde efendim’ diye sordum, ‘Vuruşkan’da. Siz aracıydınız’ dedi. ‘Ne aldım ne verdimse bende makbuzları duruyor’ deyince ayağa kalktı ve ‘Ne hakla sakladınız makbuzları’ dedi. ‘Gün gele böyle soru sorulur diye sakladım’ dedim ve fotokopilerini çıkarıp verdim, ağzını kapadı…”

TMT’nin yeni liderinin kendisini  Dr. Küçük aleyhine konuşturmaya çalıştığını, Dr. Nalbantoğlu için ölüm emri çıkarttığını da anlattı Denktaş.

“Müfettiş, Aydın Sami’yi, benim ve Dr. Küçük’ün aleyhine konuşturmak için tuvalete kapatırdı. Nalbantoğlu’nu öldürtmek için de karar çıkarttı. Nalbantoğlu’nu acele Ankara’ya gönderdik yakayı kurtarsın diye. Yani öyle tuhaf bir adamdı… Nihayet bundan nasıl kurtulduk… Raporları düzenli aratmaya başladı. Ben raporları yine hem kendine veririm, hem suretini Büyükelçiliğe veririm, hem Alaya. Beni bir gün çağırdı ve ‘raporları sadece bana vereceksiniz, başka makama veremezsiniz’ dedi. ‘Yazılı emir verin. Çünkü ben Türkiye’ye hizmet ederim, Türkiye’nin hizmetindeyim, sizin hizmetinizde değilim. Türkiye’nin burada 3 makamı var. 3 makama da veririm. Emrinizi dinlerim ama yazılı emir isterim’ deyince kavga ettik.  Gittim Alay Komutanı Turgut Sunalp’a anlattım olanları…”

Bu konuşmadan bir hafta sonra Denktaş’ın ifadesiyle TMT’nin ‘deli, garip’ komutanı gider ve yerine Kenan Coygun gelir. “Az kaldı, ama büyük harabiyet yaptı” diyor Denktaş giden için.

DİRVANA LİDERLİĞİ İZLEME TALİMATIYLA GELDİ

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte Kıbrıs’a büyükelçi olarak günderilen Emin Dırvana ile de yıldızları hiç barışmadı Denktaş’ın. Çoğu bilinen, bir kısmı yazılan Dirvana ile çelişkilerini, kavgalarını da sorduk.

“Bütün kavgalarımızdan sonra giderayak kendisine bir veda ziyafeti verdik. O veda ziyafetinde birçok şakalar yaptık, güldük, oynadık. ‘Böyle olduğunuzu bilseydim daha tatlı geçerdi günlerimiz’ dedi. Ben de ‘bize bakmadınız ki bilesiniz, hep karşı tarafı, İngilizleri, Amerikalıları, Rumları tercih ettiniz. Bizim muhaliflerimizle düştünüz kalktınız. Ve bize kötülük de yaptınız’ dedim. ‘Ben talimatı yerine getirdim’ dedi. İhtilal hükümeti problem istemiyormuş ve gelirken ‘Denktaş ile ekibine dikkat et,  çünkü Taksim’den vazgeçmediler’ diye talimatla gelmiş. Kendisine gelirken ‘bunları gözaltında tut, liderliğe dikkat’ demişler…”

Dönemin büyükelçisi Dırvana ile kavgalarının Kıbrıs’ta yaşanan süreçten değil, daha adaya ayak basarken başladığına özellikle vurgu yapan Denktaş, ilk gün yaşananları örnek gösterdi.

“16 Ağustos 1960’da hava meydanında karşıladık kendisini. Uzun boylu, yakışıklı bir adam. Yanımda duran rahmetli Asım Behçet ‘tam Makarios’a göre adam gönderdiler’ dedi. Etkilenmiştik adamdan, boyundan, şaaakkk diye selam çakmasından… Ertesi gün arkadaşlarla yazıhanesinde nezaket ziyaretine gittik. Dilimin cezasını çekerim ya hep, ‘ümit ederiz ki Büyükelçi olarak gelmiş olduğunuz Kıbrıs’tan vali olarak ayrılırsınız’ dedim… Ne lüzum var söyleyesin bu lafı! Gümmmmm diye vurdu masaya, ‘Bana bakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlük imzası var, kimsenin haddine düşmüş değildir bunu yıkmak’ dedi.

‘Efendim, biz yıkacağız demedik. Biz memnunuz. Ama Rum memnun değil. Rum yıkacak. Yıktığında tavanın altında ezilmeyelim diyoruz’

Bunları söyledim ama olmadı, adam mimledi bizi!”

NECDET ÜNEL GÖREVDEN ALINDI

Cemaat Meclisi’nin 7 Haziran olaylarının anısına bu günü “anma günü” ilan etme kararının da Dirvana’nın tepkisine neden olduğunu anlattı Denktaş.

“Anma töreni yapılacak. Ben burda yokum. Cemaat Meclisi’nde Necdet Ünel benim vekilim. Necdet Ünel’i çağırıyor ve ‘o gün bayrak asamazsınız, bunu kutlayamazsınız. Bu utanılacak bir gündür’ diyor. Necdet de dinlemiyor. Ertesi gün ben geldim, Dırvana beni çağırdı, ‘Necdet’i görevden alacaksınız’ dedi ve mecbur olduk görevden aldık adamı. Ama büyük bir kavgam oldu kendisiyle.”

Ve bir başka olay, yine Denktaş’ın anlatımıyla…

“2 EOKA’cı polis tarafından yakalanmış. Rum avukatlar bunların davasını görmüyor, müdafaa etmiyorlar. Polis Komutanı Niyazi bey geldi bana, ‘aileyi ben tanıyorum, bu insanların avukatı yok, lütfen davalarını al’ dedi. Aile geldi pazarlık yaptık, kuvvetli bir para verdiler, davalarını aldım.

Bu dava devam ederken Ledra Palace’ta bir resepsiyonda İngiliz, Amerikan büyükelçileri ve Dırvana birarada, ben de giriyorum içeri. 3’ü de sardı beni. Nasıl olurmuş da EOKA’cıları ben müdafaa ederim! ‘Hayretler içinde kaldım’ dedim, ‘Ben avukatım. Bu adamları Rum avukatlar boykot etti. Ben Türk veya Rumluğa bakmadım, EOKA’cıdır değildir bana ne. Benden müdafaa etmemi istediler, şartlarda anlaştık, müdafaaa ediyorum. Size ne olduğunu anlamadım.’

Yani bu şekilde devamlı surette Denktaş’ın kötü imajını görmek ve yaratmak için sanki elbirliği ve işbirliği içindeydiler.”

MENDERES VE ZORLU GİBİ

Ve Dirvana ile anılara devam…

“Bir gün topladı bizi, duvarda da iki tane büyük beyaz kâğıt asılı. Necdet Ünel birşey söylemişti,  bir beyanat yapmıştı. ‘Rumlar böyle yaparsa biz şöyle yaparız’  diye. Bunun üzerine nutuk çekti, bize  ders verdi Dirvana,  ‘anayasa ve  kanunlar var’ dedi. Sonra da döndü, ‘siz mercimek kafalılar böyle giderseniz’ diyerek kalktı, şak diye duvardaki kâğıtları çekti ve Menderes ile Zorlu’nun kelepçeli ellerini göstererek ‘böyle olacaksınız’ dedi… Kalktık, ‘konuşacak bir şey kalmamıştır beyefendi. Siz bizi anlamadınız, biz de sizi anlamıyoruz. Allahaısmarladık’ dedik ve çıktık.”

Dirvana ile adada bulunduğu sürede hiç bir dönem fazla temasları olmadığını söyleyen Denktaş, Dirvana’nın Kıbrıs’taki yaşamını “Saat 9.00’da büyükelçiliğe giderdi, saat 1.00’de çıkardı Ledra Palace’ta yabancılarla yemek yerdi. Saat 2.00’de Girne’ye gelirdi, elbiseler fora, kayık, eğlence. Hayatı böyle. Bizle hiç teması yoktu. Bize ‘muzırlar, Menderesçiler, faşistler’ derdi.”

DİRVANA MAPOLAR’I NEDEN TOKATLADI

Denktaş, Dırvana ile ilgili anılarının sonunda ünlü bir tokatlama olayını da anımsattı.

“1960’da Yunan ve Türk alayları geldi. Hava meydanında resmi geçit yaptılar, Dr. Küçük’le Makarios da selam aldı. Homeseksüel bir Rum yazar bir yazı yazdı ve ‘Türk askerini hiç beğenmedim; ne kılığını, ne kıyafetini, ne yürüyüşünü, ne disiplinini’ dedi.

Mapolar (Hikmet Afif Mapolar) da bir yazı yazdı yanıt olarak ve ‘biraz yakından görseydin çok beğenecektin’ dedi. Münafıklardan biri Dırvana’ya duyurdu. Mapolar’ı yanına arattı, ‘Bu yazıyı siz mi yazdınız’ dedi. Mapolar tebrik edecek zannederek ‘Tabii efendim’ yanıtını verdi. ‘Niye yazdınız’ diye sorunca da, ‘Efendim, bu adam homoseksüeldir,  onun için yazdım’ dedi.  ‘Sen benim askerimi kulampara mı yaptın’ diyerek suratına tokat attır, sonra da öteki taraftan.”

ÖYLE ŞEYLER OLDU Kİ ANLATAMAZSIN     

TMT yemini hala daha geçerli mi ve kaç kişi yemin etti…

“Kaç kişinin yemin ettiğinden bilgim yok, çünkü ilk yeminden sonra yeminler hücre hücre yapılırdı. Benim bildiğim sadece benim dairemde yemin eden 10-15 kişidir. Kimse kimseyi tanımazdı. Ben yeğenimin TMT’de olduğunu 1963 olayları başladığı gece mevzide gördüm.  

Yeminin hâlâ geçerli olup olmadığı da insanına bağlı. Söyleyemezsin. Yani öyle şeyler yapıldı ki anlatamazsın. Bazı olaylar oldu, her yeraltı örgütünde olduğu gibi olaylar oldu ama sanki TMT bundan başka iş yapmadı noktasına getirmek isteyenler var. Onun için işin bu taraflarını söyleyemezsin.”

YERALTI TEŞKİLATLARININ TARİHİ TEMİZ YAZILAMAZ

“Hiçbir yeraltı teşkilatının hikâyesi tertemiz yazılmış değildir, yazılamaz” diyen Denktaş, ‘Siz o günlere baktığınızda rahat mısınız, geceleri rahat uyuyor musunuz’ sorusuna da, “TMT’nin lideri veya sorumlusu addedildiğim için birçok olay benim kapımın önüne yığıldı. TMT ne yapmışsa veya yapmamışsa Denktaş’tan bilindi uzun süre. Ama yavaş yavaş aklanıyoruz, Rumlar da yazıyor, Türkler de… Benim içim rahat, vicdanen çok rahatım.”  

(Zirvedeki Yalnızlık Kulesi kitabından, Ağustos 2005 / Röportaj tarihi Haziran 2005, Yılanadası)

Bir Cevap Yazın