“HİÇ AYAK İZİM OLMADI…”

“Eksiklerimin yerine aklımı ve yüreğimi koydum”

ORKUN BOZKURT (1)

…Küçük çocuğun en büyük hayali Uzakdoğu sporlarında başarılı bir sporcu olmaktır. Ancak bir kaza sonucu sol kolu omzundan kesilir. Ailesi hayata küsmemesi  için ona bir Uzakdoğu sporları hocası tutar. Hoca ona tek koluyla yapabileceği hareketler gösterir, çocuk çalışmaya başlar ve aylarca aynı hareketleri çalışır… Gün gelir hocası turnuvaya katılma zamanı geldiğini söyler ve tek koluyla öğrendiği tek hareketle yarışmaya katılır. Rakiplerini eler, finale kalır ve karşısında yılların şampiyonu vardır. Onu da yenince çocuk bile hayretler içinde kalır. O zaman hocası işin sırrını açıklar… “Sana öğrettiğim harekete karşı tek bir savunma hamlesi vardır; rakibin sol kolunu tutmak…”

Bu gerçek yaşam öyküsünü kendine rehber edinen tekerlekli sandalye mahkumlarından şair, yazar, milli sporcu Orkun Bozkurt, “Önemli olan bedenin biçimi, eksiği, fazlası ya da bedenimizin hangi parçasıyla hangi işi yaptığımız değil; eksik kalan, yitirdiğimiz veya kısıtlanan hareketlerimizden geriye kalanlara yükleyeceğimiz görevdir” diyor. Ve öyle de yapmış, doğuştan engelli, çocukluğunu ameliyatlarla geçiren, bugünün tanınmış şair-yazarlarından 37 yaşındaki Orkun Bozkurt…

3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla bir dizi mesaj, temenni, vaat arasında ondan dinledik “engelli” olmanın ne demek olduğunu.

ORKUN BOZKURT (2)

TÜM AĞIRLIĞINA RAĞMEN ŞANSLI OLANLARDAN

“…Tüm ağırlığına rağmen iyi bir çocukluk geçirdim. Onca ameliyata, onca tedaviye rağmen bir ‘sakat’ gibi değil, bir çocuk gibi yaşadım çocukluğumu. Çünkü şanslı bir sakattım, iyi bir ailem vardı ve ailem saklamak, izole etmek yerine zor olanı seçip bilgisizliklerine ve başvurabilecekleri kurum, kişi olmamasına karşın beni ‘sağlam’ bir insan gibi yetiştirmeye çalıştı.”

Rahme-İsmail Bozkurt çiftinin 3. ve son çocuğu Orkun, doğuştan engelli. Anne Rahme Bozkurt’un Ortopedik Özürlüler Derneği yayın organı “Basamak”taki ifadesiyle, normal bir doğumla dünyaya gelir Orkun. 3 aylıkken boynunu dik tutamadığı fark edilince tedaviler, araştırmalar başlar. Türkiye, İngiltere, Moskova’da çare aranır.

HİÇ AYAK İZİM OLMADI KUMLARDA

Çok kritik ameliyatlar geçirir, aylarca tüm bedeni alçılarda kalır, bu halde okula gider. Bu ameliyatlarla ölüm riski kalkar ama ayakları yere basmaz. O artık yaşam boyu tekerlekli sandalyeye mahkûmdur. “Hiç ayak izim olmadı kumlarda, ne çok isterdim oysa… Tekerlek izlerimi bırakabildim, kimse gör(e)medi” dizeleriyle anlatır bir şiirinde, yere basmanın ne demek olduğunu.

Anne-baba, kardeşler, ailenin diğer bireyleri, ama en önemlisi Orkun hiç pes etmez ve hep yaşama tutunur.

ORKUN BOZKURT (3)

ÇOCUKLUK DAHA KOLAY

“İlkokul yıllarında her etkinliğin içinde ve en ön sıralardaydım. Teneffüslerde yapılan futbol maçlarında, defalarca üzerinde oturduğum tekerlekli sandalyemden yere atlayarak kalecilik yaptığımı hatırlıyorum. Bedenim alçıyla kaplı olduğu zamanlarda da oyuna tekerlekli sandalyeyle katılır, kafayla gol atmaya çalışırdım.”

KAPANMA DÖNEMİ…VE ADANMIŞ HAYATLAR

Ama ergenlik dönemine de rastlayan ortaokul-lise yıllarında durum değişir…

“…Artık hayatım boyunca mücadele edeceğim engellerle karşılaştım. Bunlar hem somut hem de soyut engellerdi. İlk karşılaştığım engel, okulun mimari yapısıydı. Devleti yönetenler o güne kadar bir ‘sakat’ın  da okumak isteyeceğini düşünmemişti. Babamın girişimleri ve maddi katkılarıyla sınıfıma gidebileceğim rampalar yapıldı. Ama sorun bu kadar değildi. Tuvaletlere gitmem imkânsızdı. 6 senelik öğrencilik hayatımda tuvaletleri bırakın ziyaret etmeyi, kapılarının ne renk olduğunu bile göremedim….Beden eğitimi derslerinde sınıfta oturuyordum. Teneffüslerde dışarı çıkmıyordum. Bunlar beni manevi olarak zorlamaya başladı ve ergenlik döneminin de etkisiyle kapanık olmaya başladım… Buralarda yaşadığım sorunlar beni üniversiteye gitme fikrinden soğuttu. Abimin ‘gerekirse sınıfta kalır, okulu sen bitirmeden bitirmem, birlikte gidip geliriz’ ısrarlarına rağmen liseden sonra okul hayatımı noktalamaya karar verdim. Zaten bana adanmış iki can vardı, daha fazlasını kaldıramazdım.”

BİR İNSAN TANIDI,  HAYATI DEĞİŞTİ

Ama bir gün bir şey olur ve hayatı değişir. “Hayatımın dönüm noktası” diyor o olay, o gün için. 5 Eylül 1992… O tarihi o günden beri her yıl kutlar hala, hayatını değiştiren insanla birlikte.

“Bezmiş, içime kapanmıştım. Kaldığım köyde açtığım küçük bir kırtasiye dükkânı ile ev arasında gidip geliyordum. Ve o sırada Mustafa Çelik’le tanıştım. ‘Sakat’ olmanın ne demek olduğunu, tekerlekler üzerinde nasıl yaşanacağını öğrenmeye başladım. Kendi deyimiyle ‘kötürümdü’ ama bir ‘sağlam’dan daha sağlam bir insandı.”

Şair-öykü yazarı, 4 kitabı bulunan Orkun Bozkurt, Ortopedik Özürlüler Derneği’nde çalışmaya başlar. Kendi gibi yaşayanları görür, birbirini anlayan insanların bir araya gelmesiyle, el ve güç birliğiyle farklı dayanışmalar kurulur, gittikçe sayıları da çoğalır.

Sporla tanışır. Tekerlekli basketbol takımında yer alır. Mustafa Çelik’in İngiltere’deki tedavisi sırasında tanıştığı tekerlekli basketbol yaşamlarına ivme katar. Bugün 15 kişiye ulaşan kadroyla Türkiye liginde yer alırlar. Haftanın 2-3 günü antrenman, maçlar, Türkiye’de karşılaşmalar… Derneğe yayın organı da kazandırırlar… Ve farklı sivil toplum örgütlerinde çalışmaya başlar Orkun Bozkurt…

ORKUN BOZKURT (4)

KENDİNİZİ AŞARSINIZ

“Özürlü için en iyi rehabilitasyon spordur. Her bakımdan… Hareket yeteneği, çevre edinme, insan tanıma, manevi katkı… Önemli olan zaten kendine yetme ve bununla birlikte özgür olma hissi… Motivasyon, azim ve kararlılıkla engeli de aşarsınız, kendinizi de… Size ‘sakat’ da deseler, acıma hissiyle de baksalar umursamaz, her şeyi aşarsınız.”

Tekerlekli basketbol yanında özürlülere yönelik diğer spor dallarının da yakında ülkeye taşınması umudunu dile getiriyor. Zaten atıcılık sporunun başlaması için çalışmaların sürdüğünü anlattı. “Ne var ki başka” diye sorunca da, “Körler için futbol maçları var mesela. Topun içine çıngırak konuyor ve topun sesine göre hareket ediliyor” diye anlatıyor.

YAŞAM ENGELLİ

Ama iş kendini yetiştirmekle de bitmiyor. Bu anlamda şanslılardandır, yaşamla barışık olan engellilerden Orkun. Ama yaşamın kendi engelli…

“Tek istediğimiz fırsat eşitliği, ayrıcalık değil. Bugün arabam var. Tekerlekli sandalyemi katlayıp yan koltuğa alıyorum, istediğim yere gidebilirim. Kimseye ihtiyacım yok. Ama bu ülkede gittiğim yerde istediğim yere erişemem, binaya giremem, binaya girsem asansöre sığamam… Eskiye göre uygun binalar var, ama hala çok yetersiz. Engelli için ayrılan park yerine, rampaya araç park ediyorlar. Aracını oraya park eden şık bayan senin farkında bile değil. Kaldırıma çıkmak için rampa bulmak zorundasınız, eğer rampa bulursanız ve orada park edilmiş araba yoksa, bu kez kaldırımdan inerken bulamazsınız. Ve kendi başımın çaresine bakma imkânım varken, karga tulumba taşınmak zorunda kalırsın.”

NEDEN İŞİMİ BAŞKASI YAPSIN!

Farklı ülkelerde yaşadığı deneyimleri aktarırken, tekerlekli sandalyeyle hiç sıkıntı çekmeden toplu ulaşım araçlarından yararlanabildiğini, otobüsten inerek trene/gemiye binebildiğini örnekleriyle, resimlerle anlatan Orkun Bozkurt, “Bu ülkede niye olmasın! Niye kendi kendimize yeterli olmamıza karşın çevresel faktörler nedeniyle bağımlı olalım! Neden bankadaki işimi babam yapsın da ben duramadığım, inemediğim, ulaşamadığım için kendi işimi yapamayım” sözleriyle devlete, duyarlılık göstermeyen vatandaşa isyanını dile getirdi.

…CÜMLENİN ORTASINDA “AMA” VARSA

“Ben eksiklerimin yerine aklımı ve yüreğimi koyarak, yaşamda diğer ‘sağlam’ insanlardan geri kalmıyorum. Hatta pek çoğundan daha önde olduğumu söyleyebilirim” diyen Orkun Bozkurt, şu eklemeyi yapmaktan da kaçınmadı…

“…Eğer cümlenin ortasında ‘ama’ varsa, ‘ama’dan önce söylenenleri unutun. Ne yazık ki ‘sağlam’ olarak anılan insanlar ile benim gibi ‘sakat’ların önüne engelleri yığan insanlar aynı kişiler. Tekerlekler üzerinde oturmadan ne olduğunu anlamak zor.”

BALIK VERMEYİN, TUTMAYI ÖĞRETİN

Avrupa’da engelli nüfusunun yüzde 10 olduğuna, KKTC’de ise kesin sayının bilinmediğine dikkat çeken Orkun Bozkurt, geçmişte nüfus sayımında bu amaçla da soru konması taleplerine olumsuz yanıt aldıklarını belirtti.

Ve “sağlam”lara son söz olarak bilinen, yaygın bir deyimle seslendi…

“Bize balık vermeyin, balık tutmayı öğretin, tutmak için imkân yaratın.”

(TAK/ Aralık 2009)

Bir Cevap Yazın