Daha 15 yaşında gönüllü olarak Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) girdi, yeminli olarak çalıştı. “ETİ” kod adıyla üst düzeyde görev aldı, tarihi Geçitkale-Boğaziçi çatışmalarında komutan olarak görev yaptı. Teşkilat günlerinin ardından politik kulvara girdi ve 1970-90 arasında politik hayatın yakın tanıkları arasında yer aldı. Önce Halkçı Parti (HP), ardından Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin (TKP) kuruluşuna öncülük etti. Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin (KTFD), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilanında, anayasal çalışmalarda yer aldı… Milletvekili, parti başkanı, bakan olarak görev yaptı, cumhurbaşkanlığına aday oldu. Yaklaşık 15 yıldan beri aktif politikadan çekildi, kültür-sanata ilgisini yoğunlaştırdı, 10’a yakın kitap yazdı. Şimdi ise anılarını ciltlere sığdırmakla meşgul…
İsmail Bozkurt, yaklaşık 7 saatlik röportajda, toplumsal mücadele yılları ve politik hayatın en kritik dönüm noktalarından oluşan 40 yıllık yakın geçmişe tanıklığını özetledi. Alışılmışın aksine tüm sorulara yanıt vererek, “kayıt dışı” notu düşmeyen İsmail Bozkurt, belki bugünlerde anılarını yazmasının da etkisiyle tarihleri, isimleri, yerleri canlı bir hafızayla ayrıntılarına kadar anlattı.
“Her yeraltı örgütünde olduğu gibi TMT’de de sorunlar, gücün kötü kullanımı oldu ama bunu genellemek bir nesle, bize hakarettir. Bir direniş örgütü olan TMT’ye ‘tedhiş örgütü’ demek en hafif deyimiyle ayıptır” diyerek TMT’yle ilgili iddialardan son derece rahatsız olduğunu dile getirdi.
Kuruculuğunu, başkanlığını yaptığı TKP’nin kapanmasından duyduğu rahatsızlığı da “Güme gitti, parti yok yere eridi” sözleriyle özetleyen İsmail Bozkurt, bu konuda en büyük sorumluluğun Mustafa Akıncı’da olduğunu söyledi… “TKP’yi hiç sevmedi, iyi bir belediye başkanı oldu ama iyi bir parti başkanı olamadı” diyerek…
LİSE VE ÜNİVERSİTE YILLARI
İsmail Bozkurt 1940 Larnaka-Boğaziçi (Aytotoro) doğumlu. Biri kız 6 kardeşin en büyüğü. Kendi ifadesiyle “yoksul sayılabilecek bir ailenin çocuğu.” Katır arabasıyla taşımacılık yapan çiftçi baba, daha sonra mallarını satarak köy otobüsünü de çalıştırmış.
İlkokulu köyde, ortaokulu sonradan Bekirpaşa adını alan Larnaka Türk Ortaokulu’nda, liseyi Mağusa Namık Kemal’de okur. Bu yıllarda TMT’ye gönüllü üye olur, hemen ardından 1958’de üniversite eğitimi için Ankara’ya gider. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi okur. Türkiye’de ihtilalin olduğu, anayasanın hazırlandığı 1960’lı yılları Ankara’da geçirir. Lise yılları gibi üniversite de hareketli bir politik ortamda geçer böylece…
1962’de üniversiteden dönünce Türk Cemaat Meclisi’nde Belediyeler Müfettişi olarak çalışmaya başlar. Ancak toplumsal çatışmaların başlamasıyla iş yaşamı fazla uzun sürmez. 1963’ten itibaren 1968’e kadar kendini savaşın, çatışmaların içinde bulur.
TMT YILLARI… ARTIK SİLAH BAŞINDA
TMT’ye daha lisedeyken, 17 yaşında gönüllü olarak üye olur. O dönemde broşür dağıtma, silahları evde saklama gibi “küçük” işler yapar. Bozkurt “küçük işler” diyor ama aslında İngiliz Sömürge Yönetimi’nin hâkim olduğu o yıllarda silah bulundurmanın cezası ölümdür.
Üniversite yıllarında da ünlü ZİR Kampı’nda silah eğitimi alır. Mezuniyetin ardından dönüşünde Türk Cemaat Meclisi’ndeki kısa çalışmasının ardından toplumsal çatışmaların başlamasıyla TMT’li olarak faaliyete geçer. Önce Çağlayan’da Fikret Kürşat başkanlığındaki “Petek”de (bölük) görev yapar. Ancak köyünden kötü haberler gelmeye başlayınca köyüne, Boğaziçi’ne gitmek için Petek Bey’e başvurur. Reddedilince bu kez Kovan Bey (Tabur Komutanı) Nevzat Uzunoğlu’na başvurur. İzni alır ve köyüne doğru yola çıkar…
Köye gitmek kolay değildir, her taraf ateş altında. Yollara çıkanların rahatça kaybolabildiği yıllar… Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın sürgünde olması nedeniyle başkan vekilliğini yürüten Şemsi Kazım’a başvurur. Sonunda, köylere yardım götüren İngiliz askerlerinin (henüz Barış Gücü’nün adaya gelmediği yıllar) yardımıyla, büyük ihtimalle şoföre rüşvet vererek un torbaları arasında köyüne gitmesine olanak sağlanır.
27 Şubat 1964’te köyüne ulaşır. İki gün sonra Geçitkale’ye giderek Kovan Beyi Osman Emirali’ye, ardından Larnaka’da Milletvekili ve Serdar Nejdet Hüseyin’e başvurur. Serdar tarafından 3 kişilik bir “Kovan” oluşturmak için Geçitkale’de görevlendirilir. Sorumluluk alanları Geçitkale yanında Boğaziçi, Alaminyo ve Ötüken’i de kapsayacak şekilde görevlendirilirler… Ama yetki karmaşası ve bir dizi nedenle sorunlar yaşanır. “Karargâh yoktu, ben köyde yabancıydım, silahlar evlere dağılmıştı ve köyde etkili 3 büyük aile bizden rahatsız olmuştu…” diye özetledi o günün zorluklarını Bozkurt…
GEÇİTKALE’DE ZOR YILLAR… BOĞAZİÇİ BASKINI
Lefkoşa-Limasol-Larnaka gibi ana arterleri birleştiren, elektrik ve telefon şebekesinin düğümlendiği stratejik bir konumdaki Geçitkale’de zor da olsa karargâh kurulur ama kaçak kuryeler dışında Larnaka merkezle bağları yok. Devlet yok, hukuk ve nizam yok. Köydeki TMT lideri, her şeyin lideri. Hukuk da, devlet de Teşkilat…
Bayrama denk gelen 23 Nisan’da ailesini ziyaret için Boğaziçi’ne gider… Ve Rumların saldırısı üzerine 5 gün 5 gece burada kalır. 24 yaşındadır daha… “Silah yok, hazırlık yok. Ani baskınla panik yaşandı, göçler oldu… İlk günler darmadağın olduk, hafif silahlarla karşılık vermeye çalışıyoruz. Dördüncü gün Geçitkale’den bren geldi. Birkaç genç arkadaş brenin yerini sürekli değiştirerek çok silah takviyesi aldık numarası yaptık… Arabaları da sürekli hareket ettirdik, takviye var görüntüsü için…”
Boğaziçi’nde bir avuç insanın bir tepede günlerce süren mücadelesini 40 yıl sonra hala gözleri yaşararak anlatıyor Bozkurt… “O özveri, o çıkarsız mücadele, ‘of’ demeden insanların direnişi hala gözlerimin önünde… Hele 4 günlük açlığın ardından kazan içinde gelen kuru fasulyenin tadını asla unutamam. Ellerimizle, bana bana yediğimiz o fasulyeden lezzetli yemek hiç yemedim hayatımda…”
DEVLET DE, HUKUK DA TEŞKİLAT
Boğaziçi saldırısı sırasında, Geçitkale’deki karargâhın örgütlenmesinde yaşanan sorunlar gün yüzüne çıkar. Kim baş, kim yetkili belli değil… Ve Serdar Necdet tarafından “ETİ” kod adıyla “Kovan Bey” olarak görevlendirilir. Artık asker, sivil, 4 köydeki herkes, her şey ona bağlı. Devlet yok, ekonomi çökmüş, çalışan yok. 7’den 70’e herkes teşkilatta… Bölgede kayıtlı 400’ün üzerinde mücahit var, isimleri de hala yanında İsmail Bozkurt’un.
“Olumsuz yanıt vereceklerini bildiğim için merkeze haber vermeden düzenli bir grup oluşturduk. Eğitimli, üniformalı, 30-35 kişilik, Kıbrıs Türkü’nün ilk düzenli nüvesi… 9 Mart 1965’te de halkı çağırarak kampı açtık. Rumlar ‘Türk askeri geldi’ diye konuyu Güvenlik Konseyi’ne götürdü…”
1964-66 yılları arasında kısmi rahatlama olur, çatışma yaşanmaz bu dönemde. Bu rahatlama döneminde “Mücahit” adıyla bir de gazete çıkarırlar, teksir makinesiyle… Haftalık. Sanatla, şiirle de yoğrulan bu gazete 60 sayı kadar çıkar ama savaşın, göçmenliğin yok ettiği her şey gibi bu gazete de yok olur, bugün elinde tek örnek yok.
Bununla da yetinmezler, tiyatro sahnelerler, 5 takımlı bölge futbol ligi oluştururlar.
POSTAYI KOYDULAR, ARTIK SİLAHSIZ DOLAŞAMAZ
“Bu arada içten içe kaynamalar da devam eder. Çünkü köyün yabancısıydım. Bir grup insan postayı koydu” diyerek tarihe de geçen bölgedeki gerilimleri de anlatır İsmail Bozkurt.
“Köyde egemen 3 büyük aile vardı. Disiplin sağlamaya çalışınca, silahlarını toplayınca bana posta koydular. Tehditler aldım. Ayrı teşkilat kurdular, yemin ettirdiler, mühür bastılar. Bir gece karargâhı ateşe verdiler. Başka bir gece yolda pusu kurdular, arabanın lastiklerini patlattılar. Her an canım tehlikede, her an tetikte, silahla dolaştım…”
Tam da bu günlerde, teşkilatın yeni politikası uyarınca bölgelere Türkiyeli subaylar gelmeye başlar. Geçitkale’ye de 1966 Nisan ayında Kurmay Yüzbaşı “Günay Bey” gelir. İsmail Bozkurt’un ilk oğluna olduğu gibi, köyde kız-erkek birçok çocuğa adını veren Günay Bey… Ve köylüler tarafından öldürülmesiyle bir ilk olarak tarihe geçen komutan…
TÜRKİYELİ KOMUTAN NASIL ÖLDÜRÜLDÜ
“Komutan gelince ben de yardımcısı oldum. Tüm uyarılarımıza karşın silah taşımayı yasakladı. Kendi de taşımadı. Bölge de önemli, silah taşıma ve dağıtım merkezi. Alıyoruz, dağıtıyoruz, yasak olan malzemeleri alıp merkeze gönderiyoruz…”
Bu arada bir dizi olay yaşanır, dün gibi isim isim, tarihleriyle, ayrıntılarıyla hatırlıyor İsmail Bozkurt… Belki anılarını yazmanın da etkisiyle hafızası taptaze…
Ve 15 Kasım 1966… Cumartesi gecesi, her hafta sonu olduğu gibi Günay Komutan, İsmail Bozkurt ve diğer mücahitler de sivil kıyafetlerle sinemaya giderler… İsmail Bozkurt eşiyle sinemada… “Yasak olmasına karşın tabancayı hanımın çantasına koyardım. O gece maalesef koymadım” diyor, sonucu değiştirir miydi, ondan da şüphe belirterek.
“Sinemada en arkada 3-4 koltuk Günay Bey’e ayrılır, oraya kimse oturmazdı. O gece ben eşimle 3-4 sıra öne oturdum. Hanım hamile. Günay Komutan, Lefkaralı Turgut (Sunalp) ve polis çavuşuyla birlikte geldi. Oturacağı yerde Enver’in adamları oturur, sarhoştular. Komutan başlarına gitti. Kalkmadılar. ‘Kalkın’ dedi, kalkmadılar. Polis çavuşuna ‘tutuklayın’ dedi, arbede başladı. Cemali’yi polis götürdü. Günay Komutan da arkadan dışarı çıktı. Ortalık karıştı. Enver ve kardeşi Salih içerden küfretmeye, ‘Burada bizim sözümüz geçer’ diye bağırmaya başladılar. Küfürler üzerine içeriye girdi Komutan ve olan oldu. Silahsızdı, 3 kurşun yedi. Limasol’a götürülürken yolda öldü.”
Olay üzerine Sancaktar bir ekiple Larnaka’dan köye gelir, aynı aileden yaklaşık 6 kişi tutuklanır. Çoğu Londra’ya kaçan bu kişilerin bir kısmı bugün hala hayatta…
ÇILGIN KOMUTAN HAYATLARINI ZEHİR EDER
Günay Komutan’ın öldürülmesinin ardından “tam yetkili” kılınır Bozkurt. Ama bu yetki bir gün sürer. Bir gece ansızın başka bir komutan gelir… Çılgınlıkları, bölgede Türkü Rum’uyla herkesi “terbiye etmesiyle” ünlü Jandarma Teğmeni “Çetin Komutan…”
“Kör disiplin meraklısıydı. Sivil-asker fark etmez, geçtiği her yerden herkes ayağına kalkmak zorundaydı. Kalkmayanı döver, zevk için döver, gereksiz işler yapardı” diyor Bozkurt…
İşte bir örnek…
“Bölgede herkes tarafından tanınan Sefer Dayı, Lefkara’dan zivaniya alır, Boğaziçi’nde satardı. İçki yasak ama bunu yaptığını da herkes bilir, herkes de alır içerdi. Biri ihbar etti, tutuklandı. Karargâhta ifadesini ben aldım. Çetin Komutan “döveceksiniz” dedi. “Elimi kaldıramam, adam yaşlı” dedim, laf anlatamadım. “Döverken sesini de duyacam” dedi. Sonuçta biz masaya vurduk, Sefer Dayı bağırdı, o da içerde bağırmaları duyup zevk aldı…”
Ve bir başkası…“Otobüslere Türkçe yazmak yasaktı. Çetin Komutan emir verir, Türkçe yazılırdı. Rum yakalayınca, o da talimat verir biz de Rumları yakalardık… Gece tehlike altında ovalarda eğitim yaptırırdı, amaçsız… Karşı gelenler hapse atılırdı… Bölgede gerilimin artmasına çok katkı yaptı…”
Komutandan habersiz sürekli şikâyet mektupları yazarlar merkeze… Barış Gücü de şikâyet eder Komutan’ı… Sonuçta İsmail Bozkurt iki arkadaşıyla birlikte bölgeden kaçmaya karar verir ama aniden komutan değişir.
“Deli” namlı Çetin Komutan onlardan habersiz bir gece kaçar ve yerine bu kez “Deniz Bey” gelir. Üç ay sonra, 15 Kasım 1967’de de ünlü Geçitkale-Boğaziçi saldırısı olur.
YUNAN ORDUSUNUN SALDIRISI DÖNÜM NOKTASI
“Geçitkale’nin stratejik önemi yanında, Boğaziçi bağlantı yolu da Türklerin elinde. Rumlar bu yolun kapalı olmasını egemenlik haklarına saldırı olarak görürler. 14 Kasım’da ovalardan 30-40 Türkü yakaladılar tehdit için, biz yolu açtık geçtiler ve Türkleri bıraktılar. Ama emir geldi, yolu tekrar kapattık. Karşı çıktık. ‘Saldırırlarsa ne olacak’ dedik ama emir kesin… Tekrar kapattık ve bu bahane oldu…”
General Grivas yönetimindeki Yunan tümeni 15 Kasım 1967’de saat 13.30 gibi saldırır bölgeye… Boğaziçi ve Geçitkale’nin içine kadar girerler. Saldırı yarım günde 26 mücahidin canına mal olur. Erenköy’ün ardından en büyük ikinci saldırı niteliğindeki bu saldırı, aynı zamanda son saldırı olur. Türkiye’nin ültimatomu, havadan uyarısıyla Yunan birlikleri geri çekilir, Grivas adadan sürülür ve 40 yıl devam edecek müzakereler de bu olaydan sonra Beyrut’ta başlar. Hayat normalleşir, yollar açılır, Geçici Türk Yönetimi kurulur…
SALDIRI SIRASINDA KAÇTIĞI İDDİALARI…
Geçitkale-Boğaziçi saldırısının politik yaşamında aleyhine kullanılmaya çalışıldığına, 1990 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ana propaganda malzemesi haline getirildiğine dikkat çeken Bozkurt, o günü, o geceyi şöyle özetledi:
“Saldırı olduğunda köyümde, Boğaziçi’ndeydim. Akşam gizli yollardan Geçitkale’ye gittim. Her şey olup bitmişti. Her tarafta perişanlık, panik, silahlar sağda solda… Komutan ve mücahitler asker üniformalarını çıkarıp sivil giyinmişler. Yapacak bir şey yoktu. Halk da sinemada toplanmış. Eşim ve 4 aylık oğlumu alıp sinemaya götürdüm, veda ettim. İntihar etmeye karar verdim. Çünkü yakalanacam ve işkence görecem… Zırhlı araçlar, askerler köyün içinde. Yolda Lefkaralı Turgut’la karşılaştım, ‘köyün dışına çıkalım’ dedi. Mücahitlerin yarısı çevre köylere gitmiş. Gizli köy yollarından Ötüken’e, oradan da Alaniçi’ne gittik. Geri kalanları teslim aldılar, komutan da dâhil işkence ettiler.”
İsmail Bozkurt, bu olayların ardından birçokları gibi sivil hayata dönmek istedi. Kendi talebiyle Türk Cemaat Meclisi’nde görevine döndü. Ailesiyle birlikte Lefkoşa’ya yerleşti… Ve politik kulvara girinceye kadar 1968-70 arasında Cemaat Meclisi’nde Belediye Müfettişi olarak çalıştı.
TMT TEDHİŞ ÖRGÜTÜ DEĞİL, MÜCADELE ÖRGÜTÜ
Türk Mukavemet Teşkilatı’nın toplumsal mücadele yıllarında ihtiyaçtan doğduğunu ve bir neslin 7’den 70’e bu örgüte çıkar beklemeden gönüllü olarak katıldığını anlatan İsmail Bozkurt, “ağaca bakarken ormanı göremiyoruz” diyerek özetle şunları söyledi:
“Zaman zaman artan oranda ama her zaman bu toplumda TMT tartışıldı. Tartışmalarda o dönemi yaşayanların konuşmamasının, yazmamasının da etkisi var tabi. Ancak eleştirenler babasının, dedesinin, kardeşinin bu teşkilatta neden yer aldığını bilmek durumunda. Geçmişe saplanıp kalamayız ama geçmişi bilmeden de geleceğe dair vizyon oluşturamayız. TMT’ye ‘tedhiş örgütü’ demek bize, bana, bir nesle hakarettir. Elbette sorunlar oldu. Güç olan her yerde sorun olur, güç yanlış ve yersiz kullanılabilir, özellikle yeraltı örgütlerinde suiistimal olur. Ama bunu genelleyerek çıkarsız, gönüllü bir şekilde toplumsal mücadele uğruna gençliğini harcayan bir nesli karalamak en hafif deyimiyle ayıptır, kendi kendimize yazık ederiz…”
O günleri anlatırken, “kardeşlerimin tümü, babam örgütteydi ve birbirimizden habersizdik. Aynı evi paylaştığım kardeşimin teşkilatta olduğunu bilmiyordum” diyen Bozkurt, o dönemin önemini vurgularken “Bugünlere gelebildiysek bir, hatta birkaç neslin mücadelesi sayesindedir. Bugünkü gençler bunu bilmeli, resmi tarih dışında araştırmacılar bunları yazmalı, sloganlarla konuşmamalıyız” diye konuştu.
İsmail Bozkurt, TMT’yle ilgili yanlış bilgi ve algılamalarda teşkilattakilerin, o günleri yaşayanların konuşmamalarının, yazmamalarının da büyük etkisi olduğuna dikkat çekti, “Artısı-eksisiyle konuşulmalı, toplumdan saklanmamalıydı. Hala geç değil, konuşmak, yazmak gerek. Çünkü 60’lı, 70’li yaşlardaki bu nesil bir bir göçüyor, yaşadıklarını-bildiklerini de beraberinde götürüyor” ifadelerini kullandı.
ÖRGÜT YOK, YEMİN DE GEÇERLİ DEĞİL
TMT’nin o yılların şartlarının ürünü olduğunu, süreç içerisinde şartların değişmesiyle teşkilatın ortadan kalktığını belirten Bozkurt, “Şartlar değiştiğine göre hala gizliliğe gerek yok. Örgüt kalmadığına göre yemin de geçerli değil. Zaten TMT yemini güvenlik amacını taşıyordu” diye konuştu. “Teşkilata girdiğime hiç pişman olmadım. Gönüllü ve bilinçli girdim. O şartlarda başka türlüsü olmazdı zaten” diye de ekledi.
ARTIK POLİTİK KULVARDA
Geçitkale savaşının ardından teşkilattan terhis olarak Cemaat Meclisi’ndeki görevine dönen İsmail Bozkurt, 2 yıl çalıştıktan sonra 1970’de seçimlere katılır ve 30 yaşında Larnaka’dan Cemaat Meclisi üyeliğine seçilir. Grupların, partilerin olmadığı yıllar. Bağımsız Aday olarak seçilir. Lefkoşa’dan Larnaka’ya taşınır yine… 1974 savaşıyla yitireceği bir de matbaa kurar burada…
Politikaya atıldığı yıl, Kıbrıs Türkü’nün ilk siyasi partisi Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) de kurulur.
Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın 1973’te Cumhurbaşkanı Muavinliğine getirilmesiyle Cemaat Meclisi başkanlığı boşalır. Başkanlığa Bozkurt getirilir. 15 Temmuz 1974’te darbe olunca, oğlu Orkun’un tedavisi için Londra’dadır. Cemaat Meclisi Başkanı olarak burada Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’le görüşür. 19 Temmuz gecesi de Ankara’ya döner ve harekâtın başlamasıyla Fikret Kürşat ve Halil Paşa’yla birlikte askeri helikopterle Kırnı ovasına iner…
DR. KÜÇÜK DE DESTEK VERİR
Savaşın ardından artık politik hayat yoğunlaşır, grup-parti ihtiyacı doğar. Önce Özker Yaşın, Burhan Nalbantoğlu, Şemsi Kazım, Fuat Veziroğlu gibi milletvekilleriyle Meclis’te “Özgürlük Grubu” oluştururlar, ardından partileşme hazırlıkları başlar.
1975 başlarında Kıbrıs Türk Sosyal Demokrat Partisi adıyla tüzük ve program hazırlarlar. Bu arada 13 Şubat 1975’te KTFD ilan edilince örgüt temsilcileri de Kurucu Meclis üyeleri olarak girer meclise… “Özgürlük Grubu”, Özker Özgür, Naci Talat, Alpay Durduran, Mustafa Akıncı, Fatma Azgın, Ekrem Ural, Turgut Afşaroğlu gibi yeni isimlerle birlikte çalışmaya başlar. CTP’li Naci Talat’a tek partide muhalefet önerirler, kabul etmez. Onun dışındaki diğer isimlerin de katılımıyla partileşme çalışmalarını sürdürürler. Anayasa hazırlıklarının başladığı hareketli günlerdir. Partileşememelerine rağmen grup olarak Meclis’te etkin çalışma yaparlar, anayasanın şekillenmesine önemli katkılar koyarlar.
Bu arada çalışmalarına gazetesi Halkın-Sesi’yle ve zaman zaman fiilen katılarak Dr. Fazıl Küçük de destek verir. Dr. Küçük “komünizmi çağrıştırır” diyerek “Sosyal Demokrat Parti” adına karşı çıkar. Bunun üzerine “Toplumcu Özgürlük Partisi” ismi üzerinde dururlar.
ÖNCE HP, ALPER ORHON’LA ANLAŞAMAZLAR
Alper Orhon gelir bu arada Kıbrıs’a, “Ecevit’in adamı” denerek, koordinasyon göreviyle. Uzun tartışmaların ardından Alper Orhon başkanlığında “Halkçı Parti” (HP) adında karar kılarlar. Parti kurulur, Genel Sekreter de İsmail Bozkurt olur ama Orhon’la anlaşamazlar. Başkan Orhon istifayı kabul etmeyince 10-12 milletvekili istifa ederler. Genel seçimlere ve belediye başkanlığı seçimlerine de çok az bir süre kalmıştır…
TKP KURULUR VE HEMEN SEÇİME GİRER
CTP Genel Sekreteri Naci Talat’la görüşürler tekrar, tümü birlikte CTP’ye girmek için. Kabul edilmeyince Ziya Rızkı, Burhan Nalbantoğlu, Mustafa Akıncı, Turgut Afşaroğlu’nun da aralarında bulunduğu milletvekilleri 28 Mart 1976’da TKP’yi kurarlar.
Alpay Durduran başkan, Ekrem Ural genel sekreter, İsmail Bozkurt Mağusa ilçe başkanı olur. Aynı yıl birkaç ay sonra yapılan ilk seçimde Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) 30 milletvekiline karşı CTP 2, HP 2, TKP 6 milletvekili çıkarır ve ana muhalefet olur. Mustafa Akıncı da aynı aylarda yapılan seçimde Lefkoşa Belediye Başkanı olur. Böylece TKP genç kadrosu, öğretmenlerin de desteğiyle yıldızı parlayan parti olur.
Seçimlerin ardından yapılan ilk kurultayda Durduran başkan, Bozkurt genel sekreter olur. 1981’de Ziya Rızkı’yı cumhurbaşkanı adayı çıkarırlar, azımsanmayacak oy alır. Aynı yıl milletvekilliği seçimlerinde de UBP’nin 18, CTP’nin 6 milletvekiline karşılık 13 sandalye kazanır TKP. 40 kişilik Meclis’te 3 milletvekilliğini de diğer küçük partiler alır.
“Bu seçimde UBP azınlığa düştü. Ben, CTP’den Naci ve DHP’den (Demokratik Halkçı Parti) Kotak günlerce çalıştık. Yeni hükümet üzerinde mutabakata vardık. Ben meclis başkanı olacağım ve 3’lü hükümet kurulacak diye yazılı protokol da imzaladık. Ancak son gece Elçilik müdahale etti. DHP’den Nejat Konuk’u çağırdılar, ertesi gün DHP desteklemedi. Ben aday oldum 19 oy aldım, kazanamadım. Sonuçta Nejat Konuk aday oldu, biz onu destekledik ve UBP de Mustafa Çağatay başkanlığında azınlık hükümeti kurdu.”
Güvensizlik oyuyla Çağatay hükümetini düşürürler. Bu aynı zamanda Kıbrıs Türk siyasi tarihinde ilk güvensizlik önergesidir…
TKP BİR DAHA TOPARLANAMADI
“Politik hayatının en büyük hatası” olarak nitelediği, TKP’nin geleceğini de şekillendiren o günleri şöyle özetledi İsmail Bozkurt:
“Ciddi bir hükümet sorunu olur, Türkiye devreye girer. UBP-TKP hükümeti gündeme gelir. Görüşmeler yapılır, 3 konu hariç uzlaşma olur. Ama Başkan Durduran desteklemesine karşın TKP’deki genç grup UBP’yle koalisyona şiddetle karşı çıkar. Ben de karşı çıkanlar arasında yer aldım. Sonradan destekledim ama karşı çıkanların etkisiyle niyet yoktu ve 3 nokta aşılamadı, kurulamadı. Başkan olmamama rağmen kendimi bu konuda hep sorumlu hissettim ve politik hayatımın en büyük hatası olarak gördüm.”
TKP’nin 1981’de UBP’yle koalisyona girmesi halinde bu tarihten sonraki süreçte demokratik hayatın çok farklı gelişebileceğini anlatan Bozkurt, “Bu olay çok pahalıya mal oldu. Halka izah edemedik ve TKP bir daha toparlanamadı” diyerek ifade etti pişmanlığını.
TKP kabul etmeyince UBP, tek milletvekili bulunan DHP ile hükümet kurar. TKP’de ayrışmalar ve istifalar başlar. Genel Başkan Durduran’a karşı hoşnutsuzluklar artar. İsmail Bozkurt, Durduran’ı ikna ederek 1983 Ekimindeki kurultayda başkanlığa aday olur. Genç ekipten Lefkoşa Belediye Başkanı Mustafa Akıncı’yla yarışır ve kazanır seçimi.
KKTC’NİN İLANI VE ANAYASA TARTIŞMALARI
İsmail Bozkurt’un parti başkanlığına seçildiği günler, cumhuriyet ilanının gündeme geldiği günlerdi. Bir aylık başkanken karşılar cumhuriyet ilanını…
“Pazar günü İsmet Kotak telefon etti, ‘kahve içmeye geliyorum’ dedi. Ahmet Atamsoy’la birlikte geldi ve ‘Denktaş adına geldim’ dedi. ‘Bağımsızlığı ilan noktasına geldik’ dedi. Zamanı söylemedi. ‘Pakistan, Ürdün, İran dâhil 5 ülke hemen tanıyacak, destek istiyoruz’ dedi.”
İsmail Bozkurt bu sohbette, “arkadaşlarla konuşmam gerek, yeni başkan oldum” diye yanıt verir. “Cumhuriyet ilanı zaten gündemdeydi, tartışıyorduk ve ben karşı çıkmamak gerektiğini söylüyordum arkadaşlara. Yani çok hazırlıksız değildik” diye de ekleyerek.
14 Kasım gecesi Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş parti yetkililerini yemeğe davet eder, tarihe geçen ünlü yemek için…
“Çağrının ne amaçla olduğu söylenmedi ama tahmin ediyorduk. Aynı gece parti meclisini de toplantıya çağırdık, ‘Hazır olun’ dedik. Bu arada İsmet Kotak, ‘Elçi’ye git, bir kahvesini iç’ dedi. Gittim, kahve içtik, ‘Ben bu akşam burdayım’ dedi. Sonra yemeğe gittik. Denktaş ‘Yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz, karşı çıkanların yeni cumhuriyette yeri olmaması gerekir’ dedi. Bu sözü tehdit olarak algılamadık. Oradan çıkınca Ali Volkan’la birlikte Elçi İnal Batu’ya gittik. Tutumunu sorduk, ‘Türkiye bağımsız devletinizi ilk ve derhal tanıyacak ülke olacak’ dedi.”
ELÇİ İNAL BATU TEMİNAT VERİR AMA…
Elçi ile bu görüşmede anayasanın değiştirilmesine ilişkin kaygılarını da dile getirmeleri üzerine Batu, “Türkiye anayasanın da garantörü” diye yanıt verir. Bu teminat üzerine partide tartışarak cumhuriyet ilanına ilişkin bildirgeyi imzalama kararı alırlar ama verilen söz tutulmaz, yeni anayasa da gündeme gelir… “Meclis’te cumhuriyetin ilanının ardından kürsüye gelen Denktaş’ın ‘yeni kurucu meclis üyeleri olarak sizleri selamlarım’ sözlerinden kandırıldığımızı anladık” diye anlatır Bozkurt nasıl “aldatıldıklarını”…
Ertesi gün partiyi ziyaret eden İnal Batu’nun “Türkiye’nin bağımsızlık ilanı konusuyla ilgisi olduğunu tartışma konusu yapmayın” ricası üzerine Bozkurt da, “Yeni anayasaya gerek yok, yeni anayasa yapılacaksa meclis yapmalı” diye karşı ricada bulunur ve tokalaşarak ayrılırlar. Buna rağmen yeni anayasa gündeme gelir. Türkiye’ye ziyaretlerinde de sonuç alınmaz ve anayasa değişiklik çalışmaları başlar. Başlangıçta karşı çıkmalarına rağmen 1985 anayasasına destek verir Bozkurt ve TKP… “Çünkü hemen hemen tüm önerilerimiz kabul edildi ve olağan döneme geçiş için anayasa gerekirdi. 1985 anayasası 1975 anayasasına göre çok ileri maddeler içeriyordu” diyor şiddetli karşı çıkışa rağmen destek vermelerinin nedenlerini anlatırken.
Aynı yıl seçimler yapılır. Bu kez 1981’deki hatayı tekrarlamamak kaygısıyla UBP ile koalisyona “evet” derler ve TKP ilk kez hükümete girer. TKP’li 3 bakanın yer aldığı hükümette Başkan İsmail Bozkurt Kültür ve Turizm Bakanı olur. Fakat ünlü “ekonomik paket” tartışmalarıyla UBP-TKP koalisyonunun ömrü yaklaşık bir yıl sürer.
TKP’NİN ERİME SÜRECİ BAŞLADI
O yıllarda TKP içinde Halk-Der Grubu adıyla yeni bir ayrımlaşma olur. 1987’de Başkan İsmail Bozkurt’un oğlunun tedavisi için yaklaşık 1.5 ay Moskova’da kaldığı bir dönemde sorunlar artar. Halk-Der grubuyla sürtüşmeler gün yüzüne çıkar. İsmail Bozkurt, hem bu gerginliklerin, hem de oğlunun sağlık sorunlarının etkisiyle başkanlıktan ayrılmaya karar verir.
Bozkurt başkanlıktan ayrılırken, kurultayda Alpay Durduran’la yarışan Mustafa Akıncı’yı destekler. Seçimi Akıncı kazanır ve Durduran ile ekibi partiden tasfiye edilir.
“Bu tarihten sonra TKP’nin erime süreci hızlandı. Başkanlıktan ayrılmama o zamanlar karşı çıkan arkadaşlar oldu. Ben zamanla anladım, hataydı. Politik hayatımın ikinci hatası…”
EN BÜYÜK SORUMLU AKINCI… TKP’Yİ HİÇ SEVMEDİ
TKP’nin erime sürecinin hızlanmasında en büyük sorumluluğun Mustafa Akıncı’da olduğunu da söyleyen Bozkurt, bugüne kadar ilk kez telaffuz ettiği bu konudaki görüşlerini şöyle özetledi:
“Akıncı’nın başkanlık dönemi hep erimeyle geçti. İyi bir belediye başkanı oldu ama iyi bir parti başkanı olamadı. Tabanla bağlantı kuramadı. TKP’yi hiç sevmedi. Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) de yanlıştı, Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) de tutmayacak… Yüzde 13’ten aşağı düşmeyen bir partiyi dağıttılar, TKP güme gitti ve kapandı… En köklü partilerden birinin göstere göstere kaybolup gitmesi inanılır şey değil…”
CUMHURBAŞKANLIĞINA ADAY
1970-90 arası kesintisiz milletvekilliği, Cemaat Meclisi Başkanlığı, 4 yıl parti başkanlığı, bir yıl bakanlığın ardından 1990 yılında cumhurbaşkanlığına da aday oldu İsmail Bozkurt. TKP, CTP ve DYP’nin oluşturduğu Demokratik Mücadele Platformu (DMP) adlı ittifak tarafından Denktaş’a karşı aday gösterilir. Toplumda siyasi gerilimin arttığı, kutuplaşmanın zirveye tırmandığı bu seçimde Bozkurt azımsanmayacak bir oy alır, ama Denktaş kazanır seçimi…
“Çok gerilimli bir seçimdi, tehditler oldu. Türkiye doğrudan müdahale etti. Çünkü bütün göstergeler benim kazanacağım yönündeydi. Hatta bir gazeteciyi ajan olarak peşime taktılar, her adımımı fotoğrafladılar. Sonuçta arkadaşlar GKK komutanına şikâyet etti…”
Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili olarak “Kafamda vardı, kendime layık görüyordum. Ama 1990’daki bir görevdi” diyen İsmail Bozkurt, 1990’nın ardından CTP ve TKP’den 1995 ile 2000 seçimlerinde de adaylık önerisi aldığını, ancak reddettiğini de açıkladı.
AKTİF POLİTİKADAN AYRILIR
Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesinin ardından, 1993 seçimlerinde TKP’nin oy kaybının devam etmesiyle milletvekilliğini de kazanamaz ve aktif politikadan çekilir. Ama TKP ile bağını koparmaz. Parti Meclisi’nde görev yapar. Bu yıl kapatılana kadar da üye olarak bağını sürdürür.
İsmail Bozkurt aktif politikadan çekilmesiyle kültür-sanat ve akademik çalışmalara yoğunlaşır. 1995-2000 yılları arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde (DAÜ) çalışır. 2000 sonrası Kıbrıs Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı (KIBATEK) başkanlığı yapar, uluslararası etkinliklere katılır.
GENÇLİK AŞKI… “GÜNAY” KOMUTANIN ADI
Gençlik aşkı Rahme ile savaşın ortasında, 1966’da evlendi İsmail Bozkurt. Köylüsü, Öğretmen Koleji mezunu Rahme ile evlenmesine babası karşı çıktı. Ailesine rağmen evlendi. 1967’de ilk oğlu doğdu. 1967’de Geçitkale’de öldürülen Türkiyeli Günay komutanın adını verdiler. 1970’de kızı İdil, 1972’de oğlu Orkun doğdu.
Tekerlekli sandalyeye mahkûm Orkun da yaşamında çok önemli yer tutmuş İsmail Bozkurt’un… Tedavisi, ameliyatları… “Doğumundan itibaren durum ortaya çıkınca dünyamız yıkılmıştı. Çok dolaştık, çok aradık, ama kabullendik. En önemlisi Orkun kabullendi, kendiyle çok barışık, mutlu… Bu da benim mutluluğum…”
Yoğun politik hayatına 4 roman, 1 öykü, bir gezi, bir de deneme olmak üzere 7 kitap sığdıran İsmail Bozkurt, bugünlerde anılarını yazmakla meşgul… Anılarını 4 ciltte toplamayı planlayan Bozkurt, 3 yılda tamamlanacak bu çalışmayla yaşanmışlıkları çerçevesinde teşkilat günleri yanında Kıbrıs Türk siyasi hayatına ışık tutmaya hazırlanıyor.
(TAK/ Eylül 2007)