(Annemin anısına, ölümünün birinci yılında, 2015’de Gazete360’da yayımlanan yazım)
Taşı, toprağı, insanı altın topraklarda doğdu; ömrünün yarısını bile geçiremediği Aynikola’da. Göçmenlikle göçebe oldu, yaşam enerjisiyle yaşadığı her yeri benimsedi ama 40 yıl da geçse öz toprağını hep hasretle andı. Her varışında gözü yaşlı baktı geride bıraktıklarına; bağlara, bahçelere, anılara, yerle bir edilen evine…
Belki babadan kaynaklı mal varlığı, belki tipik Kıbrıs kadını olduğundan, aile yanında malın da hâkimi oldu hep. Aile bütçesi ondan soruldu.
Bağı, bahçeyi, parayı, işçiyi yönetti; eli değdiğince çocuktan damat/geline, torundan torun çocuğuna herkese yetişti… Torun eşinin kravatı bile ondan soruldu!
Belki kadın duyarlılığı, 6. hissi hep güçlü oldu. Ve aklındakiyle dili hep denk düştü, en azından refleksi…
Arabanın, televizyonun, telefonun olmadığı daha 1950’lerde yemeyi, içmeyi, gezmeyi, kaliteli giyinmeyi hep çok sevdi. 1952’de özel terzide diktirdiği paltonun 2010’lu yıllarda 3. nesil tarafından kullanımına gururla tanıklık etti.
Onun yemeğini yemeden doyma imkânı olmadı kimsenin, eve girenin tepeleme tabakla masaya oturmaktan başka seçeneği kalmadı.
Mangalı, gongayı, kırmızı mantarı, içkiyi, sigarayı da sevdi hep.
El öpmedi, öptürmedi; torunlar dışındakilerin “nene” hitaplarından da hoşlanmadı.
Faldan anlamasa da en güzel fal bakan oldu hep, benim aydınlık kahve fallarım hep motivasyon oldu…
Kahve tutkunuydu her Kıbrıslı gibi; belki muhabbete merakından, kalabalık yaşama tutkusundan…
70 yaşında zeytin ağacı dikenlerden oldu; miras bırakmak için değil, öleceğine inanmadığından…
78 yaşında evi boyattı/boyattırdı…
Elinin ayağının tutmadığı 82 yaşında “biraz hava alalım” diyerek Apostolos Andreas Manastırı’nı ziyaret etti, mum yaktı, bidonla su getirdi, çoçuklara/torunlara “şifa dağıttı”.
Bir kahve, bir dondurma için “şuracıktaki” Mardo’ya gitmesine walker (yürüteç) kullanımı engel olmadı.
Hastane yatağında 38 derece ateşle yatırken gecelik yerine elbise giydi, ojesiz gezmedi, saçında beyaz tele tahammül etmedi, rujunu cebinde taşıdı…
23 Mart 2014 Pazar gecesi uykuya yattı, sabaha yakın gözünü açarak “piskot ve çay” istedi, ufacık demlendi, tekrar uykuya daldı ve bir daha uyanmadı…
Bugün tam bir yıl oldu annemi kaybedeli. Bıraktığı boşluk hiç dolmadı, o öldüğünden beri kimseye fal baktırmadım. Kimse beni O’nun gibi hasretle karşılamadı. Kimse bir gün uğramadığımda “evim ışıksız kaldı” demedi. Ama ne mutlu ona ki ömür boyu anlatacak kadar anı bıraktı…
Nazım’ın dediği gibi; “öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanın ağır bastığından…”
(Gazete360/ Mart 2015)