“Patronaj sistemi genel siyaset yanında, bağlantılı olarak belediyeleri de yavaş yavaş terk ediyor. Adım adım siyaset sahnesinden çekiliyor. Çünkü kaynaklar tükendi, tükeniyor” diyor Siyaset Bilimci Salih Egemen.
Bu, son zamanlarda duyduğum en umut verici söylem, teşhis. Arazide çalışma yapan, kentlerde/köylerde belediyelere alan çalışmalarıyla hizmet veren bir isim Egemen.
Ne demek patronaj sistemi?
Kamu kaynaklarının bireysel amaçlar, yandaşlar için kullanılması, “iyi görünme” halleri özetle. Oy devşirmek için kamu çıkarının aleyhine, bireye menfaat sağlanması. Hani ülkede siyasetçiyi “sahtelikle” eş anlama taşıyan yarım asırlık siyasi “gelenek”. Dünyada, Türkiye’de de uygulamalarıyla siyasi literatüre giren; ama KKTC’de küçük/tanışık toplum yapısıyla odağa oturan tüketici siyaset. İstihdamdan, arsa dağıtımına; yasa dışı vatandaşlık verilmesinden işletme izinlerine her alanda kendini gösteren, kamu kaynaklarını tüketmenin ötesinde toplumun “aidiyet” duygusunu körelten sistem. Sistemsizlik dediğimiz sistem. Hatta toplum bireylerinin birbirine sevgisizlik ve hazımsızlığının da besleyicisi…
Ne oldu da etkisini kaybediyor veya gerçekten öyle mi? Siyasetçiyi yıllarca var eden, vatandaşın da var olmak için davet ettiği, içselleştirdiğimiz bu “kültür”, değişikliğe mi uğruyor? Başımıza saksı mı düştü! Fazladan 30 istihdam yapmakla beldedeki binlerce insanı mağdur ettiğimizi, su parasını keyfe göre toplayarak kaynakları harcadığımızı, yakınlara iş yeri izni vererek haksız kazanca olanak sağladığımızı mı fark ettik!
Veya su kuyusunu açıp izin için başvurmak yerine, acaba izin alıp ondan sonra açma kültürü mü edindik! Yoksa bu konuda “sopa” olabilecek denetim, otorite, yönetim anlayışı mı gelişti!
Keşke öyle olsa. Keşke kültürel mutasyona uğrasak. Hayatı planlayarak geliştirsek, değiştirsek. Üniversite sayısını planlayarak artırsak, planlayarak yurt yapsak. Kaldırıma ağaç dikip yürüme yeri kalmayınca sökmek yerine, ölçüp/biçip ağaç eksek. Kaldırımın ağaçlar veya araç parkları için değil, yürümek için gerekli olduğunu kültür olarak benimsesek, uygulasak, uygulanması için otorite geliştirsek. Yollarla ilgili, trafikle ilgili düzenleme planlarken, önce temel sorunun gelişigüzel park olduğunun farkına varsak. Yağmurdan, tozdan, sıcaktan daha az hasar görmenin yeşillendirme ile bağlantılı olduğunun ayırdına varsak, ağaç eksek…
Galiba planlayarak, öngörerek değil; yaşayarak, batarak öğreniyoruz. Bir kaçı hariç belediyeleri batırdıktan sonra belediyeciliğin önemini kavrıyoruz. Kaynakları tükettikten sonra dağıtmamayı öğreniyoruz. Belki planlayarak yapsak, yok oluyor dediğimiz kültürümüzü, değerlerimizi de ileriye taşıma imkânı bulacağız ama bu da bir kültür! Hani kötülükten iyilik çıkma hali…
Ve son söz de Salih Egemen’den…
“Toplumlarda bireyin mutluluğunda veya mutsuzluğunda belediyelerin payı büyük. Düzgün yol ile çukurlar, yeşil çevre ile her tarafı ot dolu sokak insana aynı etkiyi yapmıyor. Veya karanlık yol ile aydınlık. Ya da dış cephesi düzgün binalarla döküntü yapılar. Binaların tepesindeki su depolarının, güneş panellerinin yarattığı görsel kirlilik… Bunlar size fark etmeden mutluluk veya mutsuzluk hissi veren şeyler. Aynı zamanda aidiyet duygusu bakımından da önemli. Mutlu olursunuz o sokaktan, mahalleden, beldeden; daha çok korursunuz, kendinizi oraya daha çok ait hissedersiniz. Belediye bu kadar önemli. O nedenle doğru seçimler yapın… ”
(Havadis/19 Haziran 2018)