Türkiye, son 10 yıldan beri hızlı bir dönüşüm içinde. Dün itibarıyla resmileşen rejim değişikliğiyle birlikte, bu dönüşümün nereye varacağını kestirmek güç.
Dünya ve bölgeyle birlikte Kıbrıs Türkü de bu gidişattan kaygılı. Ancak Kıbrıs Türkü’nün kaygısı, diğerlerinden farklı tabii ki. Kaygının odağı, tarihi/ekonomik/siyasi/sosyal ilişkiler nedeniyle, yaşam şekline yönelik dayatma ve müdahalelerdir. Hatta bunların daha da artacağı yönündedir.
Yeni rejimin Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün yapacağı KKTC ziyareti, daha program netleşmeden günler öncesinden toplumun gerilmesine neden oldu. Kimi abartılı, kimi haklı; ama özünde toplumsal korkuların yansıması.
Din, ahlak, Türklük konularında günlük hayatı dönüştürücü icraatlardır korkunun kaynağı. Kıbrıs Türkü’nün faydasına olduğu düşünülen, ama öte yandan Kıbrıs Türkü’nü ürküten dayatmalar. Daha dindar, daha ahlaklı, daha Türk toplum yaratma projeleri.
Ve bunların mali yardım ve alt yapı yatırımları anımsatılarak, “besleme” nitelemesiyle harmanlanması, her eleştiri ve karşı çıkışa “biat” beklentisiyle tahammül gösterilmemesi…
Bu konudaki toplum mühendisliğinin bu yeni dönemde ne şekil alacağını kestirmek zor. Ama toplumun iç dinamiklerinin de tetiklemesiyle gerginlik yaşanmasına yol açacak potansiyel taşıdığı ortada.
Bu nedenle toplumun siyasileri, sivil inisiyatifleri ve yaşam alışkanlıklarına duyarlı kesimleri, Kıbrıs Türkü’nün geleceğine dair ciddi sorumluluk altında.
Yıllardan beri aşılamayan yönetim beceriksizliklerinin, inisiyatifsizliklerin dayatmalara zemin hazırladığı genel kabul gören bir durum.
Bu nedenle agresif tepkilerden öte, nitelikli dik duruş önemli. Bu da ancak yüzleşme ile mümkün. Kendi kendimizi abartıp hep birilerinden şikâyet etmek yerine, silkinme zamanı.
Eğitimden sağlığa, elektrikten suya, yerel hizmetlerden çevreye kadar her konuda tükeniş içinde olduğumuz, bir milim yol alamadığımız konusunda kendimizle yüzleşmek zorundayız.
Yolunuzu yapan, hastane kuran, oteli finanse eden, küçük/büyük işletmelere hibe para veren, suyun vanasını kontrol eden Türkiye, neden hayatınıza dayatmada bulunmasın!
Gelişime takoz koyan konularda “yerel” çözüm üretme potansiyelini harekete geçirme; hem Türkiye ile mesafeli ilişkinin, hem de kendine güvenin yolunu açacaktır. “Besleme” edebiyatı da ancak o zaman, ortadan kalkmasa da zemin kaybedecektir.
Sevgili Mete Hatay’ın röportajımızda ifade ettiği gibi; “Mağduriyet hali 1930’lardan beri en büyük sermayemiz. Herkes şikâyet ederken, kendi sorumluluğunu da birilerine atar… Oysa sorumluluk arasak daha çok üretmenin, daha çok ağaç ekmenin, belediye kadar temizlikten kendimizi sorumlu görmenin, su ve elektriği daha az tüketmenin, suyu nasıl dağıtacağımızın, savurgan olmamanın yollarını arayacağız… Biraz acı reçeteleri göze alarak günlük hayatı iyileştirmemizden başka seçenek yok…”
(Havadis/10 Temmuz 2018)