“Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır, çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür” demiş Anne Frank. Yahudi soykırımının simge isimlerinden, 16 yaşında soykırıma kurban gidene kadar 2 yıl saklandığı odada yaşadıklarını günlüğe aktaran, bu günlükle tarihe not düşen cesur yürek Anne Frank.
Aslında farklı bir gaileyle not düştü yukarıdaki sözleri. Hayatın acımasız çarklarında, ölüm makineleriyle boğuşurken, inanılmaz trajedilere, gerçek acıya tanıklık ederken kaleme döküldü bu sözler.
Yaklaşık yarım asır önce 14 yaşında bir kızın dile getirdiği bu veciz söz, farklı zaman diliminde de olsa insanı iyi anlatıyor. Farklı kulvarlarda, farklı şartlarda da olsa… Çoğu zaman ölüm kalım savaşından değil; bazen fazla refahtan, bazen şımarıklıktan, yol/yön kaybetmekten, sevgisizlikten, eziklikten, hırslardan, amaçsızlıktan veya hepsinden kaynaklanan şartlarda…
Daha 40’lı yaşlarda ağır seyreden bir kanser deneyimi yaşayan arkadaşım, saçı dökülene kadar saklamıştı hastalığını. Birçok kanser hastası gibi inzivaya çekilmişti. Ta ki, hastalık saklanamaz hale gelinceye ve savaşmaya güç buluncaya kadar.
Bu gizliliğin, içe kapanıklığın hayattaki duruşuna denk düşmediğini söylemeye kalktığımda, “insanların tavrı kanserden daha fazla acıtıyor” dedi. Oysa insanoğlu hastaya, hele de kanser hastasına hep iyi davranmıyor mu! “Sorun da orda zaten; selamı esirgeyen, hastalık halinde günde üç kez ‘iyisin ya’ muhabbetiyle hastalığa hastalık katar. Ruhum kanserleşir…”
Kanseri yenmenin rehaveti ve hayatı yeniden keşfetmenin cesaretiyle anılarını yazdı sonradan. Kanserden fazla da insan hallerini not düştü. Hani herkes bildik, tanıdık ya; birileri kırılmasın, alınmasın diye de yatak altına sakladı anılarını. “Benden fazla yaşarsan yayınlarsın” diye bana da görev vermeyi ihmal etmedi!
Annemin vefatıyla tanıştığım mezarlıktaydım dün, aynı duyguları yaşadım yine. Cıvıl cıvıldı ve her yer çok bakımlıydı. Yine çok mutlu oldum, insanların ilgisi nedeniyle. Ama ölüme gösterdiğimiz ilgiyi yaşama da gösterseydik, dünya daha yaşanılır olurdu diye düşünmeden de edemedim doğrusu.
İnsanların her geçen gün biraz daha savrulduğu, mekanikleştiği; ilişkilerin bencillikler, hazımsızlıklar, mal kavgaları, hırslar, küçük hesaplarla dumura uğradığı günümüzde, insansız hayatın kimseyi mutlu etmediğini belki tekrar tekrar hatırlatmada fayda var. Her şeye sahip olmasına rağmen mutsuz, huzursuz, kaygılı olmanın sırrı da bu küçük hesaplar belki.
Acıyı, hastalığı, hüznü paylaşalım evet ama aslolan hayattır, mutluluğu paylaşmaktır, hayata dokunmaktır…
Kimbilir, belki bayramlar günümüzde “zorunlu” da olsa “dokunma” için fırsat verir. Yüzleşerek başlangıç yapmaya vesile olur.
İyi bayramlar…
(Havadis/21 Ağustos 2018)