Yunanistan’ın iflâs ilan etmesine neden olan yaklaşık 5 yıl önceki krizle birlikte, toplumu derinden kemiren bir dizi çürümüşlük gün yüzüne çıkmıştı. Bunlardan en çarpıcısı, bizim de o dönem birçok yazımıza konu olan “körler köyü” örneğiydi. Nüfusunun üçte ikisi 20 yıldan beri körlük maaşı alan bir köyde, gerçek kör sayısının 80 değil 3 olduğu, 77 kişinin 20 yıl sahtekârlıkla kamu bütçesinden maaş aldığı ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Yunanlı bir gazetecinin “ekonomik çöküşle birlikte ne kadar çürümüş olduğumuzu fark ettik” yorumu gündem olmuştu.
Kuzey Kıbrıs’ta da durum çok farklı değil. Her kriz, aynı zamanda savurganlık, üretimden kopuk yapı, hak diye algılanan birçok adaletsiz uygulama, kamu kaynaklarının rasyonel kullanılmaması, sektörlerde verimliliğe dayanmayan destek sistemlerinin sorgulanmasına yol açıyor. Bir nevi yüzleşme imkânı yaratıyor.
Örneğin, hayvancıların devam eden eylemi, arpa fiyatlarından süt alımlarına kadar gelenekselleşen uygulamaların rasyonel olup olmadığının tartışılmasına vesile oldu. Arpa fiyatları neye göre belirleniyor, hayvancıya uygulanan destekler sürdürülebilirlik ve verimlilik bakımından ne kadar rasyonel, hayvancıya desteğin kriterleri neye göre belirleniyor gibi bir dizi konunun tartışılmasına zemin hazırladı eylemler.
Veya kamuda ek mesailere yönelik düzenleme girişimi, maaşlar ve ek mesailerin, kamuda verimliliğin, personel sayılarının gündem olmasına imkân sağladı.
Yaklaşık yarım asırdan beri kamu ağırlıklı ve üretimden kopuk yapısıyla sorunları biriktire biriktire bugünlere gelen Kuzey Kıbrıs’ın, kaynakların tükenmesiyle her alanda çöküş yaşadığını görmek için uzman olmaya gerek yok. Sadece çözüm yolları konusunda kuru gürültü yerine, uzmanlıklara ve iradeye ihtiyaç var.
Böylesi dönemlerde iradenin rasyonel kullanılması da, krizin fırsata çevrilmesi bakımından avantaja dönüştürülebilir. Önlenemeyen kriz, geleceğin mutlak potansiyel sorunlarına bugünden neşter vurulmasına vesile olabilir.
Ancak bunun yolu, doğru hedeflerle tutarlı adımlardan geçer. Aynı zamanda kararlı ve adil duruştan.
Koalisyon hükümetinin iyi niyetinden kuşku yok ancak bu kararlı ve tutarlı adımlar, iyi niyetten öte iyi kriz yönetimi ve “mahalle baskısından” arınmayı gerektirir.
Eski bir maliye bakanının dediği gibi; “Her krizle bir adım atmaya çalıştık, her seferinde yarı yolda kaldık veya geri adım attık. Hep mahalle baskısı. Emeklilerle ilgili düzenleme yapsanız, evde kayınpeder var. Öğretmene dokunsanız, baldız var. Sendikalarla ilgili karar alsanız, parti baskısı var. Hayvancı, partinin köydeki varoluş nedeni… Küçük toplum avantaj deniyor ama tam tersi, hep dezavantajımıza oldu. Oysa o adımları bir bir atsaydık, her seferinde bir düğümü çözmüş olacaktık…”
(Havadis, 11 Eylül 2018)