Geleneksel sonbahar seyahatimizde bu yıl tarihi adıyla LİKYA diye anılan, yaygın olarak Antalya/Fethiye/Ölüdeniz diye bilinen bölgeyi tercih ettik. Sezon sonu, rahat, ucuz ve bir dizi avantaj nedeniyle geleneksel.
ARİMA tur ile çıktık yola cuma sabahı. Biraz kaygılı, çünkü günlerdir devam eden etkili yağmur, rüzgâr, şimşek, gürültü tatil yanında, uçuş için de sorunlu. Hele bir gün önce Türkiye’nin farklı bölgelerine seyahat edenlerin havada/karada yaşadıkları aksilikleri sosyal medyadan takip ettikçe, açıkçası otelde uyuruz modunda çıktık yola. Her yıl tekrarlanan “bu havada oturun oturduğunuz yerde” uyarılarını da duymazdan gelerek…
Ama şans bizden yanaydı yine. Bir gün önce yağmurdan delinen gökyüzü, bizim uçuşumuzun başladığı saatlerden itibaren yerini masmavi, duru, parlak derinliklere bıraktı. Hava sıcaklığı yazı aratmadı ve 5 gün aynı muhteşem hava konuk etti bizi Likya bölgesinde ve yollarda.
Ercan’dan bir saatlik uçuşla Antalya havaalanına indik. Nedense bomboştu alan, turizm sezonunun sonu tabii ki, ama yine de ilginç geldi…
Yaklaşık 30 kişilik grup otobüsle 3-4 saatlik mesafedeki Fethiye’de muhteşem bir otele yerleştik. Odalardan havuza girilebilen bir güzel otel. CNN, NTV gibi haber kanallarının bile uydu yasağı nedeniyle izlenememesi belki tek olumsuzluktu; ama o da otelin değil, yeni Türkiye’nin ülke sorunu olarak dikkat çekti.
Ve tümü gezgin ruhlu grup üyelerinin bölge keşfi buradan başladı. İnsan hangisini anlatır, nereyi fotoğraflar, fotoğraf çekerken hangisini gözden kaçırır… Rehberimiz yol boyunca bölgenin tarihini, Likya uygarlığını, medeniyetleri, buralardan göçen Rumları, tarihi eserleri anlattı. Gitmeden hazırlık amacıyla da incelemiştik zaten biraz. Tarihi kadar deniziyle, dağıyla, verimiyle ünlü olduğunu da biliyorduk bölgenin herkes gibi. Ama doğrusu ben bu kadarını beklemiyordum. Doğa bu kadar mı cömert olur… Hiçbir şeyi esirgememiş bölgeden. Özenerek sunmuş her şeyi.
Dağlar, vadiler, kanyonlar, kanallar, şelaleler, verimli topraklar… Gözün görebildiği yere kadar yeşil. Her yerden su fışkırıyor. Doğal olarak yok yok. Zeytinden haruba, elmadan narenciyeye, nardan üzüme; her şey. Babutsa bile var, “kaynana dili” adıyla. Hatta ceviz macunu, kırmızı mantar. Her taraf yemyeşil, uçsuz bucaksız.
Yoktan var eden, hizmette ve üretimde sınır tanımayan Türk insanı da eklenince bu doğaya, insan her adımda algıyla gerçek arasında hayretler içinde kalıyor. Mesela, son 10 yılda nar ürünleri de artmış bölgede, diğerlerine ek olarak. Nar yetiştiriyorlar, nar suyundan her şey yapıyorlar. Lokum, sucuk, nar ekşisi, parfüm, sabun vs.
Yol boyunca her köşede el emeği, göz nuru üretimler, hediyelikler. Ölüdeniz’deki yoğunluktan kaçarak dağların eteklerinde yaşayan genç çift, deriden aksesuar yapıyor örneğin. Antik tiyatronun, kral mezarlarının bulunduğu bölgede. “Basit yaşam” felsefesiyle tercih etmişler burayı. Kıbrıslılara da tutkun bir çift, tezahüratla karşıladılar grubu…
Fethiye körfezini çevreleyen onlarca ada, mağaralar, kalyonlar, muhteşem Saklıkent, mitolojilere konu olan Ölüdeniz, Manavgat şelalesi, ünlü Kelebekler Vadisi… Kimini saatler süren yat gezileriyle, kimini yürüyerek turladık.
Yamaç paraşütünden rafting ve safari turlarına kadar bir çok sporun en iyi mekânlarından olan bölgede, antik tiyatrolar, kral mezarları, kale ve stadyumlar da Likya uygarlığının kanıtları olarak binlerce yıldan beri ayakta durmaya çalışıyor. Kimi bakımlı, kimi hiç ellenmemiş nedense. Antik tiyatro yıkılmaya yüz tuttu mesela.
Rumların mübadele ile birlikte terk ettiği Kayaköy ise, bölgedeki eski yaşamla ilgili gösterge niteliğinde. Koruma altında bulunan, ancak restore edilmediği için büyük oranda yıkılan bu bölgede, evlerin tepelere kurulması, düzlük alanların ise verimliliği nedeniyle ekim amacıyla kullanılması dikkat çekiyor.
Dönüş yolunda, yeşil kaplumbağaları, çamur banyoları ile ünlü Dalyan’da kahve molasının ardından İzmir. Gidiş Antalya’dan, dönüş İzmir’den. Bu yolculuk da otobüsle yaklaşık 4-5 saat. Ve Antalya havaalanında olduğu gibi, İzmir Adnan Menderes havaalanı da bize özel. Yaklaşık 2 saatlik bekleme süresinde tek uçak Ercan’a. Bir saatlik yolculuğun ardından indiğimiz Ercan ise tıklım tıklım. Kıyaslayınca uluslararası havaalanı gibi Ercan.
Hani her yolculukta ille de kıyas yaparız ya… Doğayı kıyaslamak haksızlık; oralara ne kadar cömert davranmışsa, buralara da o kadar cimri. Ama insan, insanı kıyaslamadan edemiyor galiba. Oralarda yoktan var eden insan, nedense buralarda hem elindekinin kıymetini bilmiyor, hem de var olanı yok etmeye doğru evriliyor…