“Talihsizlik, sevgisizlik, fenalıklar beni delirtti… Düştükçe gelen vurdu, giden vurdu… İyi insanlar sayesinde hayattayım”
İlk adıyla bilinir Selma Diker. Çünkü ses sanatçısı olarak tanındı toplumda. Sahneye yaklaşık 10 yıl Selma adıyla çıktı. 1990’lı yılların aranan şöhretlerinden oldu. Ardından sokaklarda yaşamaya başlayınca bu kez yaptığı eylemlerle gündem oldu. Bu küçücük adada bir insan nasıl sokakta kalır diye hayret uyandırdı o günlerde. Ama trajedisi bununla da sınırlı değil, neredeyse hayatı “roman olur” dedirten cinsten.
Sürekli uğradığım mekânlardan Lorenza Cafe’nin müdavimlerinden Selma. Mekân sahiplerinin koruması altında neredeyse. Barış Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’nden izinli olduğu günleri burada geçiriyor. Aylardan beri karşılaşıyoruz. “Benle röportaj yap, ölünce cenazemi belediye kaldıracak, bari birileri beni hatırlasın” deyince, neden olmasın dedim. Hele bu günlerde, Türkiye’nin ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale’nin hayatını anlatan kitabı okuyunca, Selma’nın hayatının geri kalır yanı yok, hatta onun gibi roman bile olur diye düşündüm açıkçası.
Lise eğitiminin ardından turizm eğitimi alan, Saray Otel’de çalışan, BRT’de BBC’den haber çeviren, 2 çocuğuna da annelik yapamayan, yıllardan beri “manik depresif” teşhisiyle tedavi gören, tedavi görürken doktorunun da teşvikiyle sahneye çıkan, 10 yıl şöhretin tadına varan, ardından evsiz barksız sokaklarda yaşamaya başlayan Selma, son 9 aydan beri sürekli olarak Barış Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’nde. Tedavi görüyor, evi-barkı da orası. “Kimim, kimsem yok, yapayalnızım. Eşyam, anım, herhangi bir kâğıdım da yok. Ölürsem herhalde cenazemi defnederler” diyor ama hayatına anlam katan, zor günlerinde yanında olan bir dizi insanın varlığına da minnettar. Lorenza’nın sahipleri Doğan Ayseven ve Doğan Ertuğ, Milletvekili Hasan Taçoy, Bandabuliya esnafından Kezban Kıral, doktoru Abidin Akbirgün, onu sahneye çıkmaya teşvik eden doktoru İnci Taşyürek minnetle andığı isimler.
Bu aralar deli değilim, çok iyiyim
“Hayatını senin anlatımınla yazacağım. Umarım beni yanlış yönlendirmezsin” diyerek kendimi güvenceye alarak başladım röportaja. “Merak etme, ilaçlarımı düzenli aldığım için çok iyiyim” dedi samimiyetle Selma.
Ve kimdir, niye bu kadar trajedi yaşadı; o anlattı hayatını, ben eleyerek yazdım. Yanıt hakkı vermeyecek, kimseyi zan altında bırakmayacak veya incitmeyecek şekilde özetleyerek yazdım. Hatta belki anlattıklarının çoğunluğunu kendime saklayarak…
Baba Filistinli
Lefkoşa’nın Yenicami bölgesinde doğmuş Selma. 1950’de. Baf kökenli annesi 5 yaşında evlatlık verilmiş, sonradan da başlık parası karşılığı Filistin’e evlenmiş. Babası Filistinli, humusçu Muhammet Hudari. Soyadı kanunuyla birlikte Diker olmuş soyadları.
10 çocuklu bir aile. Çocuklardan 5’i Filistin’de, geri kalanlar adada doğmuş. Selma da Kıbrıs’ta doğanlardan. Çünkü 1948 Arap-Yahudi savaşında adaya dönmüş aile.
Hayatı Ayluga bölgesinde geçmiş. Aile dönünce bu bölgede oturmuşlar.
Turizmci oldu ama…
Atatürk İlkokulu’nun ardından Lefkoşa Türk Kız Lisesi’nde okumuş. Kolej bölümünde. Başarılı, parlak bir öğrencilik hayatı olmuş. Müzik öğretmeni Jale Derviş’i, Türkçe öğretmeni Latife Hasan’ı (Muhtaroğlu), beden eğitimi öğretmeni Günay Hüseyin’i (Yücesoy) hâlâ hatırlıyor.
Lisenin ardından, annenin teşvikiyle turizm eğitim kursu için sınava girmiş. 1974 savaşının olduğu zamanlar. Oteller için personel ihtiyacı var, burslu olarak Ankara’ya gidecekler.
Bu sınavı geçerek Ankara’da 6 ay turizm eğitimi alan Selma, artık sertifikalı meslek sahibidir. Ama Ankara’da tanıştığı Kadir Büyükkahraman ile ailesinin itirazına rağmen nişanlanınca, hayatının yönü değişir. Adaya döner dönmez evlenir. 10 ay arayla bir oğlu, bir kızı olur. Hastalığı da tam bu dönemlerde başlar.
BRT’de de çalıştı, istifa etti
Adaya dönünce bir yıl Saray Otel’de çalışır. Ardından 1970’li yılların sonunda BRT’ye girer, BBC’den İngilizce haber çevirir. Ancak burada da 6 ay çalışır ve ayrılır. Çünkü Türkiye’ye yerleşmeye karar verirler eşiyle. “Ödeneksiz izin al, belki beğenmez geri dönersin, işini kaybetme” uyarılarını da dikkate almaz ve BRT’den istifa eder. “Hayatımın en büyük hatalarından, istifa etmesem BRT’den emekli olacaktım, belki o kadar sıkıntı da yaşamayacaktım” diyor şimdilerde.
Çocuklarına annelik yapamadı
Nitekim Türkiye’de çok barınamaz. Geçimsizlik nedeniyle eşiyle ayrılırlar. İlk çocuğu Yılmaz’ın bakımını eşinin ailesi üstlenir. 10 aylık bebek Türkiye’de, babanın ailesine verilir. “Gidiş o gidiş” diyor Selma. “Görüşüyoruz, beni annesi olarak biliyor, param olduğunda giderim, geçen yıl da gittim yanına ama hep mesafeli, yabancı gibi…”
Kızı Şehriban’ı da 10 yaşında almış babanın ailesi. “Kendi ellerimle gönderdim, çünkü bakamıyordum. Babam ölmüştü, annem yaşlıydı. Gelirim yoktu. Ama sanırım beni hiç affetmedi.”
Kızı ve oğluyla, torunlarıyla zaman zaman görüşmesine karşın arzuladığı sıcaklığın yakalanmadığını anlattı röportaj boyunca…
Manik Depresif ve Barış günleri başlar
Türkiye’den döndükten sonra bu kez Mağusa Serbest Liman bölgesinde paketleme tesisinde çalışmaya başlamış. Ama rahatsızlıklarının başladığı günler. Yeni işinde ancak 3 ay çalışabilir ve ayrılır.
Artık hastalığı yoğunlaşır. “Manik depresif” teşhisiyle Barış Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’ne yatırılır. “Hep korku, evham halindeydim. Kendimi kaybederdim. Kimse de beni anlamaya çalışmadı. Herkes el birliği etmişçesine deli ettiler beni” diyor.
Böyle başlayan tedavi süreci aralıklarla devam eder.
Sahneye çıkar, şöhret olur
Hastanede tedavi olduğu günlerde sürekli şarkı söyler. “Teselliyi şarkılarda bulurdum galiba” diyor. Tedavisini sürdüren Doktor İnci Taşyürek, şarkı söylemeye teşvik eder, hatta “arkana bakma, yürü” der. “Doktorumdan da güç alarak, bazı arkadaşlarımın aracılığıyla sahneye çıkmaya karar verdim. Kimse inanmadı başaracağıma” diyor ama şöhret olur. Hayatının en iyi dönemini yaşar, yaklaşık 10 yıl.
Antis Taverna ile 1990’da başlayan sahne hayatı Huzurağaç ile devam eder. Dönemin aranan seslerinden olur. Fedon ile aynı sahneyi paylaşır. Hatta 1997’de yılın sanatçısı seçilir.
Sahnedeyken hiç hasta olmadı mı, kriz geçirmedi mi?
“Bir kez oldu, rahmetlik Kemal Egesan ile birlikte sahnedeyken. Ama konseri tamamladım. Başka da olmadı…”
Sahneyi bırakır, emekli olur
Ses tellerinde nodül oluşması ve tiroid ameliyatıyla birlikte 2003’te sahneyi bırakır. Sosyal Sigortalar’dan emekli olur, 512 TL aylık maaş almaya başlar.
Ameliyatın ardından iş bulup çalışır beklentisiyle Londra’ya gider, ama beklediğini bulamaz. Kısa sürede dönüp gelir. Evini talan edilmiş halde bulur. Sahne hayatı sürerken tedavisini bırakmasının bedelini de ağır öder. Sağlık sorunları artar.
Sokak hayatı başlar… Dünyayı iyi insanlar kurtaracak
Bu zor günlerinde Bandabuliya esnafından Kezban Kıral’ın yardımlarıyla yeni bir ev tutar, eşya alırlar. Ama bu da uzun sürmez, kirayı ödeyemez ve sokak hayatı başlar. Lefkoşa Suriçi’nde, ardından Meclis önünde kaldırımlarda kalır. Aylarca sokakta yaşar. Belediye yemek verir. İmdadına Milletvekili Hasan Taçoy yetişir ve onu Lefkoşa Suriçi’nde bir pansiyona yerleştirir.
“Sinirlerim iyice harap olmuştu. Burada da sinirlerim bozuldu, kırıcı oldum ve beni pansiyondan attılar” diye anlatan Selma, yeniden sokakta yaşamaya başlar. Bu sefer de imdada Lorenza Cafe sahipleri Doğan Ayseven ve Doğan Ertuğ yetişir. Yiyecek ve her tür insani ihtiyacını karşılamakla kalmazlar, yoğun ikna faaliyetleri sonucu onu yeniden Barış Sinir ve Ruh Hastalıkları Hastanesi’ne yatırırlar.
Şimdilerde hastanede hem tedavi görüyor, hem evi-barkı orası. Haftanın 3 günü Lorenza’da Doğanlar ile birlikte. “İzin günlerimde buraya gelirim, başka hiçbir yere gitmem. Burada biraz insan görürüm” diyor. Hastaneden, doktoru Başhekim Abidin Akbirgün’den de memnun. “Bana iyi bakıyorlar. Yatağım var, karnım tok. Sağlığım da iyi. Hiç şikâyetim yok… ”
Bir fotoğrafım bile yok
Röportajda kullanmak, hatırlamak ve hatırlatmak için şöhret günlerinden bir fotoğraf da istedim Selma’dan, ama yok…
“Ne evim, ne eşyam, ne kâğıdım, ne fotoğrafım var. Öldüğümde cenazemi kaldıracak, ilgilenecek insanım bile yok. Herhalde belediye kaldıracak. Yapayalnızım ama alıştım artık. Şansızlık, sevgisizlik, benim hatalarım bu günlere getirdi. İnsan bir kez düşmeye görsün, gelen vurur, giden vurur. Tanrı kimseyi düşürmesin. Ama yine de şükür, iyi insanlar çıktı karşıma ve onlar sayesinde hayattayım.”
(Havadis/17 Aralık 2018)
Yazınızı okudum çok üzüldüm.
Selam abla zamanında kardeşim Sarper Göktürk ilede sahne aldı.
Evet çok üzücü
Buderdi çeken bilir hastalığınızı kimseye inandıramazsınız
O şimdi çok iyi, sürekli görüşüyoruz