Zamanın donduğu mistik coğrafya; MISIR

dav

 

Ramses romanlarının, Mumya filmlerinin etkisinden midir bilinmez; yıllardan beri seyyah ruhumun çekim merkezi oldu hep Mısır. Geleneksel tarzım gezgin seyahati de göze alamadım açıkçası. Başta güvenlik kaygısı, bir dizi bilinmez nedeniyle hep erteledim. Geçtiğimiz ay APEX turizm şirketinin ilanını görünce tereddütsüz katıldım. Hep kaçırdım sanmıştım turları, meğerse yıllardan sonra ilk turmuş Kuzey Kıbrıs çıkışlı.

Uluslararası kamuoyuna Arap Baharı olarak yansıyan, Mısırlıların Arap Fırtınası diye nitelediği 2011 olaylarının ardından ilk tur. Ancak ondan önce onlarca kez bu coğrafyaya tur düzenleyen bir şirket APEX. Bunun da verdiği güvenle çıktık yola geçtiğimiz hafta. Bir dizi kaygı ve uyarıyla tabii ki. Özellikle güvenlik, terör korkusu yaygın bu coğrafya için. Sanki dünyanın diğer bölgeleri, Avrupa daha güvenliymiş gibi herkesten bol uyarıyla. Bir de kışın ortası, hava koşulları v.s. gibi bir dizi soru…

8 günlük yoğun tur, Larnaka’dan başladı. İlk durak Kahire’ye mesafe bir saat. Hava koşullarının da avantajıyla olabilecek en rahat uçuşla indik Kahire havaalanına. Gezinin Mısır ayağını organize eden Mısırlı tur şirketinin sahibi Muhammed ve Türkçe bilen tek rehber, Arkeolog Dalya karşıladı bizi alan çıkışında. 8 gün, 7 gece yanımızdan ayrılmayan, “her geziye lâzım” türden bir ekip.

Kaosun ortasında sakinlik

Gezinin ilk durağı Kahire’de, tarihi Tahrir Meydanı yakınındaki Ramses Hilton’a yerleştik. 2 gece kalacağız başkentte. Otele giderken bile kentin havasını almak mümkün. Kasvetli bir kent. Her taraf yüksek binalarla dolu, kaçak yapı çok. Yağmurun yılda sadece 7-8 kez görüldüğü bu coğrafyada, binalar sanki hepsi firavun döneminden kalma! Kum fırtınalarının da etkisiyle her yer kasvetli, binalar yağmursuzluktan kumla boyanmış. Trafik ise inanılmaz, ömür tüketen cinsten. Trafik ışığı yok, yollarda polis yok ama yoğunluğa rağmen ahenk var. Ağzımız açık bu insanlar nasıl araba kullanıyor diye stres yaparken, Mısırlılar hiç oralı olmuyor. Kavga yok, tartışma yok; en fazla “yallah” deyip gidiyorlar. Meğerse sakin lafı boşuna değilmiş Mısırlı için. Sinirleri alınmış gibi herkes.

Yaklaşık 100 milyonluk Mısır coğrafyasının 25 milyonu Kahire’de yaşıyor. O kadar kalabalık ki, ünlü Khan El Khalili Çarşısı’nda ayaklarımın yere basmadan taşındığımı hissettim. Tanımlanamaz bir insan seli. Hele de tatil günlerinde. (Resmi tatil günleri cuma ve cumartesi, pazar iş günü.)

Başkent o kadar yaşanmaz hale gelmiş ki, kentin dışında yeni kent kurulmaya başlanmış. Varlıklı kesim yavaş yavaş yeni Kahire’ye taşınıyor. Hatta ünlü markalar, üniversiteler de.

Zaman durmuş gibi…

Kahire’de ilk izlenimlerden biri de kiliseler ile camilerin her yerde yan yana olması. Nüfusun yüzde 80’i Müslüman, yüzde 20’si Hristiyan. Kıyafetlerden falan ayırt etmek zor. Sıcak nedeniyle sokakta giyilen kıyafet genellikle uzun elbise. Dine, etnik gruba göre bir farklılık yok. Yaygın olarak kullanılan gözdeki sürme de hava şartlarından kaynaklı. Gözlerini güneşten ve kumdan koruma amaçlı firavun geleneği hâlâ sürüyor. Zaten yaşam şekliyle, tavırlarla zaman durmuş gibi oralarda. Hani binlerce yıl önce nasıl her şey öteki dünya içinse, sanki şimdilerde de aynı. Kimbilir belki de hep gülen, kaygısız, sakin insan yapısının altında yatan da aynı şey: Her şey öteki dünya için…

Az veya çok, iyi veya kötü ama nerdeyse herkes derdini anlatacak kadar İngilizce biliyor. Turizm yaşam kaynakları, turiste önem çok. Her geçtiğiniz yerde el sallıyor insanlar turistlere, turist otobüslerine. Turizm polisi var. Türkçe konuşan turistlere de slogan gibi “yavaş yavaş Hasan Şaş” diye hitapları slogan olmuş yıllardan beri. Türkiye’ye çok sempati duymasalar da futbol fanatiği bir toplum.

Israrcılık ve pazarlık kültür olmuş

Sokak satıcıları ise bunaltacak derecede çok ısrarcı. Hani ayrılırken Dalya’ya dediğim gibi, daha az ısrarcı olsalar daha çok satacaklar. Pazarlıkta da kitap yazarlar. Elbiseyi 20 Dolar’la başlayıp 3 Dolar’a almanız mümkün mesela. Ancak ilginçtir; bu kadar kaos ve ısrara rağmen güvenlikle ilgili sorun yok. Taciz, hırsızlık, kap-kaç gibi tedirgin edecek olaya hiç rastlamadık 8 gün boyunca.

Bir diğer ilginçlik de Mısırlılar, Arap denmesinden hoşlanmıyorlar. Diğer Arap ülkelerinden farklı olduklarına inanıyor Firavun torunları.

Piramitler hâlâ gizemli

Kahire’deki ilk günümüzü, Mısır tarihiyle ilgili muhteşem bir ses ve ışık gösterisi izleyerek tamamladık. Ertesi gün bölgedeki piramitler ile Spenks’i ziyaret ettik. Aslında yüzlerce piramit var Mısır’da ama bizim ziyaret ettiğimiz Gize piramitleri en yüksekleri. Her biri tonlarca kayalardan oluşan, 100 metreyi aşkın firavun mezarları. İnsanlığın binlerce yıllık gizemini saklayan piramitler. O kayalar nasıl taşındı, nasıl yapıldı, hâlâ arkeologlar tarafından araştırılan mistik yapılar. Mezar mı, astronomi işareti mi, güneş saati mi; belli değil. 4-5 bin yıl önce nasıl yapılmışlar; insan aklını zorlayan yapılar. İnsanı gerçek ile rüya arasında zorlayan yapılar.

Üçgen şeklinde kocaman piramitleri görünce, içlerinde gezinti yapmak da kaçınılmazdı. Ama sandığımız gibi değilmiş, öyle kocaman boşluk yok. Sadece baş eğerek, neredeyse çömelerek geçilebilecek daracık merdivenlerden geçerek gezmek mümkün. Kilolu veya nefes sorunu olanların girmeye cesaret edemeyeceği daracık girişler.

Arkeolog olarak piramitlerle ilgili araştırma ve kazılara da katılan rehberimiz Dalya, taşın cinsinden her biri bir anlam ifade eden kuş, böcek, çiçek, el, ayak, baş simgelerini saatlerce anlattı.

Papürüs, deri, parfüm fabrikalarını da ziyaret ettik. Yıllardan beri duvarlarımıza, masalarımıza konuk olan papürüslerin, Nil nehrinden çıkan bizim kamış benzeri bir bitkiden elde ediliş şeklini yerinde inceledik.

İnsanlığın hazinesi

Kahire’deki son durağımız dünyanın en büyük müzelerinden Mısır Müzesi. İnsanlığın hazinesi gibi. Ünlü Tutan Kamun hazinelerinin ve mumyaların da sergilendiği müze. İnsanın belki bir haftada dolaşabileceği büyüklük ve yoğunlukta, nefes kesen bir müze. Sürekli toprak altından, kumlar içinden çıkan eserlerle bu kocaman müze de yetersiz kalmış, şimdilerde dünyanın en büyük açık hava müzesi inşa halinde Kahire’de.

Ramses’i de gördük

Turun Kahire ayağını tamamladıktan sonra yaklaşık 1.5 saatlik uçuşla Luxor kentine gittik. Kahire’ye göre daha ferah, nefes alınabilecek bir kent. Nil nehrinin kıyısında, yeşilliği bol, binaların daha düzenli olduğu bir kent.

Burada da bir geceliğine Sonesta isimli muhteşem otelde konakladık. Gece otele girdik, sabah çıktık. Çünkü yol uzun, Krallar ve Kraliçeler Vadisi’ni ziyaret edeceğiz. 33 derecede, bunaltıcı bir sıcakta, kumlar içindeki vadiyi özel araçlarla ziyaret ettik. Binlerce turistle birlikte. Ünlü Ramses yanında 60’ın üzerinde mezarın bulunduğu çöl ortasında vadi. Hâlâ kazılar da sürüyor.

Hathepsut Tapınağı ve Memnon Anıtları’nı da ziyaret ettikten sonra yerleşik hayata geçtik. Çünkü Nil nehrinde bizi bekleyen otel gibi gemimize yerleştik.

Artık taşınma bitmişti, 4 gece gemideyiz. Bazen durarak, bazen hareket ederek Nil’de seyahat başladı. Akla hayale sığmayan dev sütunlarıyla 4 bin yıldan beri ayakta duran Karnak Tapınağı, at arabalarıyla Edfu şehir turu, Güneş tanrısı Horus tapınağı, Kom Ombo ziyareti ve son durak Aswan kenti. Burada, 1970’te Ruslar tarafından yapılan ve Nil’in taşmasını önleyen barajı, Felucca denen küçük gemilerle Nil içindeki adaları ziyaret ettik. Develerle Nubian köyü ziyareti, mistik dünyayı keşfin muhteşem son durağı oldu.

Aswan-Kahire-Larnaka güzergâhından 8. günde adaya döndük.

Nil yaşam kaynağı, yok yok

Yüzde 70’i yaşam olmayan çölden oluşan, Nil nehrinin bereketiyle yaşam bulan Mısır’da neredeyse yok yok. Petrolden değerli taşlara, bakırdan altın ve gümüşe, papirüs bitkisinden her tür gıdaya. Şeker kamışı, banana, hurma, akla gelebilecek her tür sebze/meyve. Baharat, esans, parfüm. Aynı zamanda içilebilir su ve elektrik üretim kaynağı da Nil nehri. Farklı kolların birleştiği noktada Mısır’a bereket sunan Nil’i, birçok yerde deniz mi, nehir mi ayırt etmek zor. Barajlarla hırçınlığının da önüne geçmişler, aynı zamanda turizm faaliyetlerinin odağında.

Ama buna rağmen yoksulluk çok. Bölge bölge değişkenlik gösterse de, insanların yaşam kalitesi düşük. Yeraltı kaynakları çoğunlukla yabancı sermaye elinde. Belki yoksulluğun etkisiyle, bahşiş isteme gelenek haline gelmiş. Resmi görevliler bile bahşiş istiyor.

Yoksul ama mutlu bir toplum

Her seyahat insanın biraz daha kendini tanıması derler ya; Mısır güçlü bir deneyim oldu bu konuda. Varlık içinde mutsuz ve kaygılı bir topluma ait olmanın etkisiyle, insanların yokluk içinde mutlu olmalarının nedenlerini bulmaya çalıştım yolculuk boyunca. Yoksulluğa, yoksunluğa rağmen bu kadar kaygısız, sakin ve güler yüzlü bir toplum olmanın sırrı ne! Piramitler, tapınaklar, mumyalar gibi Mısır halkı da gizemini koruyor.

dav

Bir Cevap Yazın