Ayrıcalıklı, sıra dışı rota MORA Yarımadası/Antik Yunan… Game of Thrones’in, James Bond’un mekânları

received_2301730260073762

Yakın arkadaş grubumuzla geleneksel hale gelen kültür gezimizi aylar öncesinden planlarken, Yunanistan’da karar kıldık bu yıl. Ama açıkçası genelden duyduğumuz, okuduğumuz adalar, popüler yerlerdi düşündüğümüz. Gezimizin planlayıcısı, turizmci arkadaşımız Zekiye (Yücel), “geleneksel olmasın, hep birlikte sıra dışı bir tecrübe yaşayalım” deyince, neden olmasın dedik. Ve öyle çıktık 7 günlük yolculuğa.  Sıra dışı, ayrıcalıklı diyerek az bile söylemiş Zekiye. Rüya gibi bir coğrafyayı, James Bond filmlerine, Game of Thrones dizilerine mekân olan fantastik diyarları keşfetme imkânı bulduk. 6 gecede 5 ayrı otelde kalarak, toplamda 1500 kilometreye yakın yol kat ederek batı medeniyetinin beşiği, demokrasinin/edebiyatın/tiyatronun/sporun/batı felsefesinin doğduğu, Sokrat’ı/Aristo’yu/Eflatun’u ve daha nicelerini yetiştiren toprakları gördük. Bildiğimizi zannettiğimiz ne kadar çok bilmediğimiz varmış. Sokrat’ın dediği gibi, “tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğim…”

Geziye adadan katılan 10 kişilik arkadaş grubumuzla Larnaka’dan yaklaşık 1.5 saat yolculukla vardık Atina’ya. Zekiye ve eşi Tözer de Londra’dan katıldı gruba. Atina Havalimanı’nda buluştuk. Önceden ayarlanmış minibüsümüz ve gezinin sonunda “en iyi” diye niteleyerek grup olarak favori ilan ettiğimiz 22 yaşındaki şoförümüz Vasili ile buradan başladık yolculuğa.

Atina’da dönüşte konaklayacağımız için hemen yola çıktık. Yaklaşık 2 saat yolculukla ünlü Korint Kanalı üzerinde yapılan köprüden geçerek Mora yarımadasına girdik.  Anakara ile Mora yarım adasını birleştiren köprü. 100 metre yüksekliğinde bu kanal mühendislik harikası. Kayalar oyularak yapılmış,  1894’te tamamlanmış. Ege ile İyon denizlerini birleştiren bu kanal ve üzerine yapılan köprüyle, yarımada teknik olarak ada olmuş. Anakara ile yarımadanın diğer bağlantısı da, kuzey batıda yapılan köprü.

 

Korint kanalı üzerindeki köprüden yarımadaya geçişle birlikte ilk durağımız Nafplion oldu. Antik sahil kasabası. 1800’lü yılların başında ilk başkent. Doğası baş döndüren cinsten. Truva filminden tanıdığımız mitolojik kahramanların diyarı.

Buradaki anfi tiyatro, akustiği ile ünlü ve hâlâ kullanımda. Bizim bölgede olduğumuz saatlerde, üniversite öğrencilerinin hocalarıyla birlikte akustik pratiğini izleme imkânımız oldu. Kağıtla hışırtı çıkaran hocaya,  en arka sıralardan refleks vererek sesi aldıklarını ifade eden öğrencileri izledik. 12 bin kişilik bu anfi tiyatro, oturma yerlerinin genişliği ve arkadan çıkış imkânı dışında Salamis benzeri.

İkinci durak Olympia. Ünlü olimpiyatların başladığı yer. MÖ 2. yüzyıldan kalma yapılar. Antik olimpiyat oyunlarında spor faaliyetleri yanında entelektüel faaliyetlerin yapıldığı, hâlâ ayakta duran 50 bin kişilik stadyum. Çıplak yapılan olimpiyatlarla ilgili simgeler her yerde. Mitolojik tanrılar da çıplak. Tanrıların babası Zeus adına inşa edilen 2500 yıllık tapınak burada. Olimpiyatlarla ilgili simgeler her yerde.

Yaklaşık 15 yıl öncesine kadar olimpiyat ateşine ev sahipliği yapan bu kocaman alan, muhteşem bir titizlikle, doğal yapısıyla birlikte korunuyor.

Delphi, bir sonraki durak. UNESCO dünya mirası. Apollon’un mekânı, zamanın Vatikan’ı gibi. Antik Yunan’da önemli bir dini merkez. Hatta Yunan dünyası için evrenin merkezi.

Bölgenin geneli yanında, özellikle Delphi, flora ve fauna bakımından da çok zengin. Doğayı korumak için otomatik yangın söndürme sistemleri de kurulmuş. Muhteşem verimli topraklar. Lâpsana tarlaları her yerde, özel olarak ekilmiş. Sadece bu bölgede 1.5 milyon ağaç zeytin var. Zeytinde ve zeytinyağında marka zaten Yunanistan. Kalamata zeytini dünyaca ünlü marka.

Delphi’nin ardından yine 4-5 saatlik yolculukla, karla kaplı bölgelerden geçerek Kalambaka’ya ulaştık. Burası bir kasaba. Bu kasabada yer alan Meteora bölgesi ise, rüya mı, gerçek mi dedirten cinsten. “Havada asılı şehir” diye niteleniyor burası. Volkanik patlamalarla oluştuğu tahmin edilen, 60 milyon yıllık oldukları söylenen devasa kaya blokları her yerde. Daha da önemlisi bunlar üzerine inşa edilen kale gibi manastırlar. Yerden 400-500 metre yükseklikte kayalıklar üzerinde manastırlar, insanı masal dünyasına taşır gibi. Bulutların üstünde fantastik, büyüleyici bir ortam. İnzivaya çekilen keşişlerin 10 ile 14. yüzyıl arasında inşa ettiği manastırlar bunlar. Bizans döneminde Ortodoks kilisesinin beşiği. İplerle, filelerle tırmanmışlar buralara. Toplamı 24 tane. Şimdilerde artık merdivenleri var. Ama o kadar yüksek ki, biz ancak ikisini ziyaret edebildik. Kadınlara zorunlu eteklerimizi giyerek tabii ki.

UNESCO dünya tarih mirasına dâhil bu bölge, fantastik dizi Game of Thrones’in, James Bond filmlerinin bazı sahnelerinin de mekânı olmuş.

Ve başladığımız yere dönüş. Son durak Atina. 1896’da modern olimpiyatların başladığı stadyumu, kocaman şehir parkı, parlamento binası, kentin tepesinde duran ünlü Akropolis,  cam zeminli müzesi, saraylarıyla ünlü 3 bin yıllık kent Atina.

Tarihin izleri her yerde ama yapılaşma “bizim oralar çok iyi” dedirten cinsten. Estetiği olmayan yığma beton yapılar çok yaygın. Kimilerine göre 1920’lerdeki büyük göç dalgası, kimilerine göre ikinci dünya savaşında yerle bir olması nedeniyle bozulmuş yapılaşma. Tarihi, antik yapıları dışında cazibesi yok kentin.

Antik tarihi, arkeolojik coğrafyası, mitolojileri, efsaneleri, nefes kesen doğasıyla milyonlarca turist ağırlıyor Yunanistan. Ziyaretçi sayısı yıllık 25 milyon civarında. Tarihi yerlere giriş ücreti de genellikle 5-20 Euro civarında. Turizm ülkenin can damarı. Zaten onlar da bunun farkında, tarihi yerler çok iyi korunuyor; doğası, çevresiyle birlikte. Taşlara, sütunlara değil oturmak, dokunmak bile yasak. Anında,  düdük çalan 5 görevliyle kuşatılmanız an meselesi. Ve açık alan da olsa, tüm tarihi eserlerde keskin bir şekilde sigara yasağı var.

Ancak görevlilerin tarzı, hemen hemen her yerde profesyonellik sınırlarını zorluyor. Belki fazla ilgiden, belki kamu görevlisi mantığından, tarihi yerlerdeki görevliler ziyaretçilere karşı biraz kaba.

Yağmuru, karı, güneşi, sisiyle 7 günde 4 mevsimi yaşadık. 1500 kilometreye yakın yol kat ederek Mora yarımadasının güneyinden Yunanistan’ın kuzeyine kocaman bir çember çizdik. Ve “insanoğlu bu muhteşem coğrafyaya rağmen, üstelik her yıl 25 milyon turist ağırlarken nasıl olur da iflas eder” sorusuna yanıt bulamadan, ayak izimizi bırakarak ayrıldık Yunanistan’dan.

 

 

 

Ayrıcalıklı, sıra dışı rota MORA Yarımadası/Antik Yunan… Game of Thrones’in, James Bond’un mekânları” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın