Muhallebinin adresi, Sarayönü’nün demirbaşı, “sokaktaki kimliğimiz”

 “Başlangıçta utanırdım, ekmek parası dedim, alıştım. Şimdi gurur duyarım”

Kıbrıslının vazgeçilmez lezzetlerinden sulu muhallebinin adresi o. Adını bilsin bilmesin “muhallebeci” dendi mi Kıbrıslının aklına önce o gelir. 19 yıldan beri aynı yerde, Posta Dairesi’nin önünde, seyyar arabasıyla muhallebi satıyor. Sadece muhallebi de değil, mevsimine göre yerel tatlılar. Hepsi kendi imalâtı. Eşi Hatice ile onun. Hayatını bu işten kazandı, çocuklarını okuttu. Hiç şikâyeti yok, “Bana yetecek kadar para kazandım. Daha önemlisi insan zengini oldum” diyor. Seyyar araba nedeniyle başlangıçta utanmış, şimdi adres, buluşma yeri olduğu için gururlu. Zekai Altan’ın ifadesiyle aslında “sokaktaki kimliğimiz”.

Gülen yüzü, sakinliği, beyaz üniformasıyla Sarayönü’nün demirbaşı haline gelen, yoldan gelip geçen turiste, vatandaşa yol tarif ederek doğal rehberlik de yapan Hakan Aşık, sadece muhallebici, tatlıcı değil; bağlama da çalıyor. Daha doğrusu saz ve sazın küçüğü cura. Yıllardan beri en büyük keyiflerinden.  Çocuk yaşlardan bağlama çalmasına vesile olan babasını ara ara mezarlıkta sazı, curasıyla ziyaret ediyor, hatta “İzmir’in Kavakları” ile ifade ediyor vefa duygusunu.

Ayakta durduğum sürece devam

Lefkoşa Surlariçi tutkunu olarak yıllardan beri durak yerlerimden Hakan Aşık’ın seyyar mekânı. Yönümü, yolumu değiştirerek; Samanbahçe’ye, hatta Çetinkaya bölgesine park ederek durak yaparım muhallebicide. Bazen muhallebisi, bazen muhabbeti için. O da zaten en fazla durak olmaktan, özellikle “muhallebicinin orda buluşalım” denmesinden gururlu. Oysa başlangıçta utanırmış seyyar arabayla satış yapmaktan.

“2000 yılında dondurma satarak başladım seyyar satıcılığa. İlk çok utandım. Çok alışık değildi insanlar seyyar arabaya. Benim de bildiğim iş değildi. Yavaş yavaş alıştım. Emeğimle, alın terimle ekmek paramı kazanıyorum, niye utanayım dedim ve öyle alıştım. Sonra çok sevdim bu işi. Zor iş, hiç nefes almadan çalışırız Hatice ile birlikte ama hayatımdan hiç şikâyetim yok. Ayakta durabildiğim sürece devam edeceğim.”

Mustafa Özalkım hayatını şekillendirdi

Baba mesleği miydi? Nasıl, neden muhallebi, tatlı işi?

“Aile mesleği değil, tesadüf. Liseden sonra önce inşaat malzemeleri satan bir akrabamın şirketinde çalıştım. Ardından bakkal dükkânı açtım. Dükkâna bir gün biri geldi, elinde tatlılar, ‘ben yaptım, satar mısın’ dedi. Reddettim, o ısrar etti, gitti geldi, sonuçta tamam dedim. İstemeyerek, kırmamak için tamam dedim ama bir baktım iki saatte tatlılar tükendi. Talep çok. Daha istedim ve devam etti. Tatlıya talebi böyle fark ettim.”

O tatlıları getiren Mustafa Özalkım’ı “hayatımı şekillendirdi” diyerek minnetle andı Hakan Aşık. Sonradan bakkal dükkânı zora girince, babasının seyyar arabasını vererek dondurma ve muhallebi satmaya teşvik eden, hatta tatlı yapmayı tarif eden de aynı kişi. “Allah iyiliğini versin” diyor Hakan Aşık.

Bakkal dükkânı daha açıkken 2000 yılında başladı seyyar satış işi, bu arada dükkânı eşi çalıştırdı. 2003’te dükkânın kapanmasıyla seyyar satışa yoğunlaştı. Dondurma ile başladı, sulu muhallebi ve mevsimine göre tatlıyla devam etti. Şammali, sütlü börek, prenses, içi dolu, ekler gibi tatlılar. İlk başlarda satın alarak sattı, sonrada bakkal dükkânının binasını atölyeye dönüştürdü, eşi Hatice ile birlikte imalâta başladı. Kendi üretti ve sattı.

“Başkasından alıp satarken çok cüzi kazandık. Biz üretince daha eziyetli ama daha kazançlı oldu. Üstelik böyle olunca kaliteden de emin olursunuz. Biz kaliteden hiç taviz vermedik, ucuz mal hiç kullanmadık. Zaten öyle olsaydı bu köşede 19 yıl yaşayamazdım…”

Sulu muhallebinin sırrı

Sulu muhallebiyi evde de yapıyoruz ama aynı lezzet yok. Sırrı vardır herhalde…

“Bütün mesele esans. İşin sırrı kaliteli esans. Biz her şeyi kendimiz yapıyoruz. Gül suyu, çiçek suyu, her şey. Esansı da İzmir’den alıyoruz. Ucuza kaçmadan en iyisini yapmaya çalışıyoruz. En zor, en sıkışık zamanda bile kaliteden, temizlikten taviz vermedik. Taviz verirseniz yaşam şansınız yok bu gibi işlerde.”

Beyaz giymesinin nedeni de hijyen mi?

“İlk günden hep beyaz giydim. Hem hijyen, hem üniforma gibi. Bu kıyafet benimle özdeşleşti.”

Yaklaşık 5 yıl önce by-pass ameliyatı nedeniyle verdiği 6 aylık ara dışında yaz, kış; yağmur, sıcak hiç ara vermeden aynı yerde, Posta Dairesi köşesinde, Mahkemeler’in karşısında  Hakan Aşık. Kalp ameliyatının ardından elektrikli seyyar araba kullanmaya başladı.

Sabah erken saatlerden saat 14.00 civarına kadar aynı yerde. Muhallebi, tatlı kalan günlerde Arasta’dan bir tur da atıyor günü bitirmeden.

Zeytin bahçesi, Konetra nefes yeri

Haftanın 5 günü gündüz satış, gece hazırlık. Pazar da genellikle yeni haftaya hazırlıkla geçiyor. Tek nefes günü cumartesi…

“Benim keyif günüm cumartesi. Konetra’da zeytin bahçem var. Toprağı çok severim. Orada geçer bu günümüz ve en keyifli zamanım. Dinlenme yerim orası.”

Konetra (Gönendere) ile ilgisi ne diye sorunca kökeninin o bölgeye dayandığını öğrendik.

Hakan Aşık, 1962 Lefkoşa doğumlu ama anne Konetralı, baba İpsillatlı (Sütlüce). İlkokula Lefkoşa’da Şehit Tuncer İlkokulu’nda başladı, Mücahit Komutanı baba Gültekin Aşık’ın görevi nedeniyle 2. sınıftan itibaren ilkokulu Konetra’da tamamladı. Sonradan yine Lefkoşa. Lefkoşa Türk Lisesi’nden mezuniyetin ardından üniversite sınavını kazanamayınca önce askere gitti, ardından iş hayatı. İnşaat malzemeleri satan şirket, kendi bakkal dükkânı ve seyyar satıcılık…

“Üniversitede okumayı çok istedim, özellikle tarım konusunda. Ama ilk denemede kazanamayınca ikinci yıl tekrar deneme şansım yoktu. Babamı ben 16 yaşındayken kaybetmiştik. Ailenin bir yıl daha bekleyip beni üniversiteye gönderme imkânı yoktu.”

Babaya mezarlıkta sazla minnet

Sosyal hayatının olmadığını anlattı sohbette ama saz, cura çalıyor. “Hayatıma çok şey kattı” dediği saz konusunda babasına minnet duyuyor hâlâ.

Konetra’da okurken, baba çok istemiş Hakan ve abisinin saz öğrenmesini. O yıllarda Lefkoşa’da lise öğrencisi olan, sonraların ünlü saz ve ses sanatçısı Turgay Salim’i bulmuş baba. Turgay Salim cuma günleri okul çıkışı otobüsle köye gitmiş, iki kardeşe saz dersi vermiş, baba onu kendi arabasıyla Lefkoşa’ya getirmiş. O kadar istekli ki baba, hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış. O günlere dair anılarını aktarırken, “babam Lefkoşa dönüşü ızgara tavuk getirirdi. Tadı hâlâ damağımda” diyor.

Abisi sürdürmemiş ama Hakan 10 yaşlarında eline aldığı sazı bir daha hiç bırakmamış. O gün bu gündür çalıyor. Uzun yıllar Kültür Dairesi Devlet Halk Müziği korosunda, şimdilerde Güzelyurt Halk Müziği Derneği’nde çalıyor. Haftada bir, en önemli, en değerli zevki.

Ve babasına minnet için arada bir sazını alarak mezarı başında çalıyormuş. Özellikle çok sevdiği “İzmir’in Bağları” adlı türküyü.

“Mezarlıkta saz mı çalınır, deli misin diyenler oluyor. İçinden gelirse olur. Bu benim babama teşekkürüm, minnet duygum.”

Miras kalır mı işi

1991 yılında “vazgeçilmezim, her şeyim” dediği Hatice ile evlenen Hakan Aşık’ın 1993 doğumlu kızı Ayşegül Fransızca öğretmeni, 1999 doğumlu oğlu Gültekin de Öğretmen Akademisi’nde öğretmen adayı. Oğlu anne babadan öğrenmiş işi, ihtiyaç halinde destek oluyor. “Ama onun hayali Karpaz’da öğretmenlik. İzni olmasına rağmen bizim işi sürdüreceğini sanmam” diyor.

(Havadis/2 Eylül 2019)https://www.havadiskibris.com/?p=408220

Bir Cevap Yazın