“Yaşadıklarımız ve hayata tanıklıklarımız ötekilerin barışı olabilir”
“Kıbrıslı Türk ve Rum sanatçılardan ALAŞİYA mektupları” adıyla bir kitap yayımlandı. Alaşiya, Hitit kaynaklarında Kıbrıs demek. Gelecek kuşaklara barış için çağrı amacıyla yayınlandı kitap. Türk ve Rum sanatçıların anlatımı, aktarmasıyla iyi hikâyelerden oluşuyor. Savaşlar, çarpışmalar ve çatışmalar içinde yaşanan iyi, insani hikâyeler. Çoğu gerçek, bazıları şiir, ama tümü iyi. Çünkü sunuşta belirtildiği gibi, “yaşadıklarımız ve hayata tanıklıklarımız ötekilerin barışı olabilir.”
Tamer Öncül ve Mine Öner tarafından derlenen kitapta, 30’u aşkın hikâye, anı var. Her biri bir sanatçıya ait. Savaşta, savaş öncesinde, sonrasında, göç ederken, esir düşmüşken yaşadıklarını aktarmışlar.
Mine Öner’den bir hikâye, anı…
“… 20 Temmuz günü polis merkezine atılan bombalardan (Larnaka) babam şehit olmuştu. Kendi acımıza gömüldüğümüz o günlerde av tüfeklerinin teslim edilmesi gerektiğinden habersizdik… Siyah üniformalı 6 Rum askeri evimizi sardı. Arama yaptılar. Babamın av tüfeğini buldular. ‘Bu tüfeği vermeyerek suç işlediniz, cezasını çekeceksiniz’ dedi komutan. Ruhsatı istedi. Annem koşup getirdi. ‘Necmi Ali’ yazıyordu ruhsatta, babamın adı. Rum komutan ‘Kazafanalı Necmi mi’ diye sordu, annem başını salladı. ‘Nerde şimdi’ diye sorunca annem ‘siz onu öldürdünüz’ dedi. Başını yere eğdi o komutan, kardeşimin başını okşadı. Biz korku içindeydik, acaba kardeşimi de esir kampına mı götürecekti! Başını kaldırdığında gözlerinde yaş olduğunu fark ettim. ‘Girne’de çocukluğumuz beraber geçti. Aynı sınıfta okuduk. Amerika sebep oldu, birbirimizi öldürdük’ dedi ve elleriyle gözlerini silerek askerlerini de aldı, gitti…”
Bir anı da Ahmet Yıkık’tan:
“… Arasta’da yürüyorduk. Epeyi Rum da vardı etrafta. Yanımdaki Rum arkadaşımın yüzünde muzip bir ifade belirdi. 5-6 yaşlarındaki oğluyla çarşıda gezinen genç bir Rum kadını işaret etti. Çocuğun annesine ne dediğini duyup duymadığımı sordu. O küçük çocuk gözlerini faltaşı gibi açarak ‘yoksa burada Türkler mi var’ diye sormuş annesine. Rum arkadaşım ‘kimbilir zavallı çocuğa okulda neler öğretiyorlar’ diye yorumda bulundu…”
Maria Siakallı da, kitapta anısı, paylaşımı yer alan Rum sanatçılardan biri…
“Annem ve babam kuzeyden güneye göç etmek zorunda kaldılar. Bana hep orada bıraktıkları evleri ve güzel anılarını anlatırlardı… Her 20 Temmuz’da Türk askeri bir daha gelebilir diye önceki akşamdan bir çanta hazırlardım, kitaplarımı ve bebeğimi koyardım. Annem bana gülüp ‘sakin ol, kimse gelmeyecek’ derdi… Yıllar geçti, annem haklı çıktı, Türkler gelmedi. Bu sefer ben onlara gittim, ta İstanbul’a. Dört sene boyunca eğitim gördüm, ‘düşmanın’ dilini öğrendim, gezdim tozdum, hayatımın en güzel tecrübelerinden birin yaşadım, ailem diyebileceğim arkadaşlar edindim…”
Dr. Arif Albayrak da anı paylaşanlardan…
“… Baf Kurtuluş Lisesi’nin son mezunlarıydık yıl 1974’ü gösterirken. Mezuniyetin hediyesi kanlı bir savaş oldu hepimize. Yaşıtlarımız mevzilerde, sokaklarda öldü. Biz esir düştük. Esir düştüğümüz gün çığlıklar içinde bir meydana toplandık. Bizi toplandığımız yerde öldürmek üzere gelen bir kısım bağnaz Rum’un sesini hatırlıyorum hâlâ. Ne dediklerini anlamadım. Ardından birbirleri arasındaki kavgayı ve birbirlerine silah çekmelerini hatırlarım… Bunun ne anlama geldiğini yıllar sonra, 2001’de yine Bafta öğrendim tesadüfen. Pile’de tanıdığım Rum doktor meslektaşımla Baf’ta yemeğe gittik. Arkadaşım orada başka bir Rum doktor arkadaşını da davet etti yemeğe. 74 savaşını konuştuk. ‘Baf’ta Türkler esir düştüğü zaman tüm şehir halkını bir meydana topladık. İçimizden Türk düşmanı bir faşist asker silahını kurarak Türkleri öldürmek istedi. Ben de silahımı kurarak onun üzerine doğrulttum ve ateş edersen seni vururum dedim.’… Donup kaldım. Meğer esir düştüğümüzde bizi koruyan Kıbrıslı Rum oydu. 27 yıl sonra aynı şehirde farklı ortam ve şartlarda buluşmak da varmış kısmette…”