“… Oyununu öğrenmeden tanımıştım savaşı. Yarı mevzi evimizde, annemin ninnilerini, dedemin masallarını bölen gürültüsüyle. Kuzucukları da onun öldürdüğünü duyduğumda nefret etmiştim savaştan. Oyunundan da… Her akşamüstü niye vururlar güneşi! Ay dede korktuğu için mi saklanır bulutların ardına? Kuşlar bile sıcağa doğru uçarken biz neden aralık soğuğunda düşmüştük göç yollarına… “
Bu giriş bir romandan, MİTRA’dan. Şair, araştırmacı, diş hekimi Tamer Öncül’ün romanı MİTRA/Bitmeyen Arayış. Yeni çıktı roman ve doğrusu hayret ettim. Tanıtım gecesinde konuşmacılardan biri “bir solukta okudum” deyince abartı sanmıştım. Kitap eleştirmeni değilim, ama roman geleneğinin zayıf olduğu bu coğrafyada bir Kıbrıslı eserle karşılaşmak okur olarak gururlandırdı beni. Ayrıca, Tamer yıllardan beri yakından tanıdığım bir dost, kalemini de iyi biliyorum ama şiirlerle, araştırmalarla. 20’ye yakın şiir kitabı var, roman yazarak yayınevini bile şaşırttı diye düşünüyorum.
Gerçi kitapta şair olmanın izi çok. Efsaneler ve şiirlerle yoğrulmuş farklı bir tarz. Kıbrıslı, çünkü hayatını anlatmış. Çocukluğunu, 1963 ile 1975 arasını. Adanın çatışmalarla, savaşlarla yoğrulduğu zamanları. O çocukluk anıları, dedeler, teyzeler, dayılar, mücahitler, yokluk, öğretmenler, imkânsızlıklar, enklavlar… Herkesin bir şekilde kendini bulduğu anılar. Savaşları, göçleri, yeşil hat’tı, ekonomik şartları, sosyal yaşantısı, dönemin eğitim imkânları, aile ilişkileriyle bir dönemin tanıklığı. Hatta, –belli ki hayatında çok etkili olan- üniversiteli dayılar aracılığıyla dönemin üniversite gençliği, efsaneleşmiş 68 kuşağı da tanıklıklar arasında.
“… Onlar ağlaşıp sızlanırken, babamın iş arabasının arkasına dizilen iki valizin arasına saklanıveriyorum. Bu yolculuğa katılmak istememin tek nedeni, dayılarımı uğurlamak değildi. Uçakları ve küçük kardeşimin doğumundan üç ay sonra patlayan savaşın ardından İngiliz’in tekinin çizdiği, Şeher’i ikiye bölen Yeşil Hat’ı da merak ediyordum. O kadar ovayı nasıl boyamışlar, onca yeşil boyayı nerden bulmuşlar!”
Roman, kendi tanımlarıyla anlattığı hayatı, adanın dönem şartları yanında, kişiliğiyle ilgili ipuçları da içeriyor. Daha çocukluğundan şiire, yazmaya, araştırmaya, bulmaya, arkeolojiye, destanlara meraklıymış mesela. Hatta kendi ifadesiyle “araştırmacı-garıştırmacı” olarak tanımlanmış hep, bugüne de gelmiş bu unvanı!
Birçok Kıbrıslı gibi aile bağlarının, dedelerin/dayıların/teyzelerin hayatımızdaki etkilerini örnekleriyle anlatırken, ilginç bir tarzla diyalogları Kıbrıslı şiveyle kullandı Tamer. Babasından bir alıntıda olduğu gibi…
“… Esgiden çok ağaç varmış buralarda, kesib kesib madende gullanmışlar. Sarıcıg doğdugdan üç ay soğra fasariyalar çıgdıydı ya, Türkiya’dan uçaglar geldiydi bombalasın Urumu. Bir tanesi da bu ağaçların üsdüne düşmüş, esir edmişler gendini da öldürmüşler. Yeğenime giddiğimizde şair enişdenize sorun da ağnadsın size. Buraşda doğup büyüdü o… “
Hayatını, çocukluğunu anlatırken kitabı ilginç bir şekilde efsaneler, felsefe ve şiirle yoğurdu. Tarih öncesi Kıbrıslı filozof Zenon ve yakın tarihten ünlü filozof Ulus Baker, annesi ünlü şair Pembe Marmara da satırlar arasında. Vefa duygusuyla belki, not edilmişler kitaba, Kıbrıslı hayatla harmanlanarak.
Her bölümün sonunda bir şiirle şairliğini de kazıdı romana. Bazıları kendi şiirleri, bazıları yazıtlardan…
“… Susmak kendin olmaktır aslında
Dudakların kıpırtısı bir yanılsama
İnandırıcı değil çoğu kez gözler bile
Susun, susalım…
… Susmak çoğalmaktır aslında
Arayarak doğruyu… “
Eylül, 2021