“Kaldırılmamış çok fazla taş var… Kendimizle tanışmıyoruz”
Özlem Ünsal bir sosyolog. Kent sosyoloğu. Araştırmacı, akademisyen. Rüstem Kitabevi’nde geçtiğimiz günlerde açılan bir sergiyle tanıdık onu. “Madam Yenge” adlı ilginç sergiyle.
Madam Yenge/Olga Rauf, bir asır önce adaya gelen, evlenip yerleşen Rus/Alman kökenli bir sanatçı, gezgin. Hayatının büyük çoğunluğunu adada geçirmiş. 30’lu yaşlardan 90’lı yaşlarda hayatını kaybedene kadar adada yaşamış. Fotoğrafları, resimleri, koleksiyonlarıyla iz bırakan sanatçılardan. Sadece adayı değil, dünyayı da gezip biriktirmiş.
Lefkoşa’da 1987’de hayatını kaybedene kadar eserleri sergi ve koleksiyonlarda, hatta Kültür Dairesi’nde yer almasına karşın, toplum tarafından pek bilinen bir isim olmadı Olga Rauf. Ta ki aile bireyi Özlem Ünsal, farklı aile bireylerinin evlerine dağılmış fotoğrafları, tabloları, koleksiyonları, notları titiz bir çalışmayla toparlayana kadar.
Aile büyük, geniş, köklü bir aile. Kıbrıs’ın en köklü Bodamyalızade ailesi. Sıcak iklimi nedeniyle 30’lu yaşlarda, 1920’lerde adaya gelen Olga Werkmeister, Doktor Mehmet Rauf Bodamyalızade ile evlenince Rauf soyadını alır. Ailede de “Madam Yenge” olarak anılır.
Madam Yenge ile çocukluğundan anıları olan Özlem Ünsal da aynı aileden. Birkaç yıl önce hayatını kaybeden Doktor Rauf Ünsal’ın kızı. 1980 doğumlu. İstanbul’da medya ve iletişim sistemleri eğitimi aldı, yüksek lisansını iletişim bilimleri ve doktorasını sosyoloji alanında Londra’da yaptı.
“Aile içinde hep Madam Yenge olarak andığımız Olga Rauf’un son yıllarını geçirdiği apartman dairesini hatırlıyorum. Ev, bitmiş/bitmemiş resimler, tablolar, eskizler, türlü kitaplar, eşyalar ve bunların kokularıyla doluydu. Ağzına kadar eşyayla dolu bu evin oturma odasının bir köşesinde, üzerinde irili ufaklı onlarca deniz kabuğunun yerleştirildiği bir masa dururdu. Bunları gelişigüzel elime alıp kurcalayamayacağımı bilir, oturduğum yerden izlerdim. Fakat Madam Yenge bana kavrayabileceğim büyüklükte bir deniz kabuğunu eninde sonunda verir, ‘bu kabuğu kulağına yerleştirirsen okyanusların seslerini dinleyebilirsin’ derdi. 6-7 yaşlarımdaydım. Bu bende halen onun sesiyle saklı kalan bir bilgidir. Herhangi bir deniz kabuğunu kulağıma dayayıp dinlediğimde, gözümün önüne sarı ve turuncu tonlarla boyalı, duvarları resimlerle bezeli bu ev gelir…”
Olga Rauf, 1987 yılında, 94 yaşında hayatını kaybetti. Ama resimleri, fotoğrafları, anıları, anlatıları ailenin evlerini hiç terk etmedi. Resim ve koleksiyonları aile ve yakın dostların evlerine dağıldı.
“Ara ara gittiğim bu evlerde Olga Rauf karşıma çıkan tanıdık bir suretti. En büyük şansım ise, yaşamının son yıllarında ona can yoldaşlığı yapan teyzem Ülviye Ratip’in inanılmaz bir berraklıkla bu surete dair paylaştığı renkli hikâyelerdi. Hep güncel kaldı Madam Yenge. Yalnızca sanatı değil, hikâyesi ile de kendini sevdirmişti. Bu nedenle ona ve hatırasına hep sevgi ve saygı duydum.”
Aile bağları ve duygusal ilişkilere profesyonellik de eklenince, Madam Yenge’yi aile arşivlerinden çıkarıp toplumsal hafızaya kazandırmak için kolları sıvadı Özlem.
Araştırmacı, akademisyen ve kent sosyoloğu olarak Türkiye’de farklı üniversitelerde çalışan Özlem Ünsal, yaklaşık bir yıl önce adaya dönüşüyle birlikte yoğun bir çalışma yaptı. Olga Rauf’un ayak izlerinin peşine düştü. Fotoğrafları, tabloları, koleksiyonları, notları, mektupları inceledi; arşivleri karıştırdı, aile bireylerinin elinde ne varsa ulaşmaya çalıştı. Eski fotoğraf ve tabloları uzmanlarla yorumladı. Örneğin Selimiye, Bedesten, Deveciler Hanı, Kumarcılar Hanı, Mevlevi Tekkesi’nin resimlerini yorumlamak için Arkeolog Tuncer Bağışkan ve Araştırmacı Kadir Kaba’nın görüşlerine başvurdu. Eski Bir fotoğrafın altındaki bir nottan hareketle Almanya’da fotoğraf stüdyosuna, oradan Olga’nın aile köklerine ulaşmaya çalıştı. Ve tarihi bir kişilik, bir sanatçı, bir gezgin olabildiğince gün yüzüne taşındı.
DAÜ İletişim Fakültesi, Telsim ve Lefkoşa Belediyesi’nin de katkılarıyla Rüstem Kitabevi’nde açılan sergide, aslında Madam Yenge’nin hayatı, kişiliği, eserleri yanında bir tarih var. Binaları, sokakları, tarihi eserleriyle dönüşen Lefkoşa var örneğin. Kumarcılar Hanı’nın hiçbir yerde olmayan 1920’lere ait resmi var. Yaşadığı evleri, sokakları, her yeri fotoğrafa ve tuvale taşımış Olga Rauf, tarihe tanıklık edercesine.
Adanın farklı bölgeleri yanında gezgin ruhuyla dünyanın birçok yerine yaptığı gezilerden topladıklarıyla oluşturduğu koleksiyonu da var Olga Rauf’un. Endonezya’dan Kenya’ya, Meksika’dan Malezya’ya, Tayland’dan Mısır’a her yere gitmiş, buralardan deniz kabukları toplamış. Bu gezilerin yazılı yanında, canlı tanığı da var üstelik. Tüm bu gezilerinde kendisine eşlik eden aile bireyi, yol arkadaşı Ülviye Ratip. Özlem Ünsal’ın teyzesi. Serginin oluşmasında en fazla katkısı olanlardan.
Bir süreden beri Rüstem Kitabevi’nde devam eden sergiye ilgiden memnun Özlem.
“Bu sergilediğimiz eserler, parçalar iade edilmek üzere güvence verilerek alındı. Aldığımız yerlere teslim edeceğiz. Bu ve benzeri özel koleksiyonları toparlayıp toplumsal belleğe, kültürel yaşama kazandıracak yapılanmalar maalesef yok. Aileye ait eşya toplumsal hafıza olmalı, ama bunun için kültürel hafızayı muhafaza edecek kurumlar oluşmalı. Bunlar olmadığı için burada sergilediklerimizi geldikleri yerlere iade edeceğiz. Fakat yine de bir toplumsal bellek oluşumuna katkısı oldu serginin.”
Olga Rauf’un ayak izlerini takip ederken önemli bilgilere ulaştıklarını da anlattı Özlem Ünsal. Mesela, Lüzinyan Evi ile ilgili olan…
Tüberküloz nedeniyle ılıman iklim önerilince, ailesi, Moskova’dan tanıdıkları bir aile ile temasa geçer Olga’nın. Classen ailesi, Lefkoşa’da yaşayan Rus kökenli bir aile. Augustus Classen, dokumacılıkla uğraşan, Kıbrıs’taki ilk Keten Cemiyeti’nin üyesi. Bugün Lüzinyan Evi olarak bilinen bina da hem atölyeleri, hem konutları. Yani Lüzinyan Evi olarak kayıtlara geçen eski eserin, böyle bir geçmişi de var. Ve Olga, adaya geldiğinde ilk kaldığı ev burası olur. Sonradan evlenince farklı konutlarda yaşamını sürdürür.
Sırada başka çalışmalar var mı?
“Yapmak istediğim çok şey var ama zaman gerekir. Mesela yaşadığım bölge Çağlayan’ı veya ailemin yaşadığı Köşklüçiftlik bölgesini farklı perspektiflerden canlı tanıklarıyla, esnafıyla, ev sahibiyle, kiracısıyla irdelemek, nerden nereye geldi kaydetmek isterim. Veya yeme alışkanlıklarımızı… Kaldırılmamış çok fazla taş var. Kendimizle yeterince tanışamadığımızı düşünüyorum.”
Rüstem Kitabevi Sanat Danışmanı Halil Duranay da, “Dünyanın başka yerinde olsa Olga Rauf’un evi müze olurdu” dedi.
“Olga Rauf’un sanatı, bir tanıklık ve arşivleme işlevi. Bugün kentin ve toplumun belleğinden kayıp gitmiş ya da yarım yamalak anımsanan detayları kaydettiği için ona çok şey borçluyuz.”
Duranay, bu sergiyle Rüstem Kitabevi’nde 3 yılda 28’inci serginin açılmış olduğunu da ekledi.
Sevgili Nezire Gürkan; Madam Yenge Olga Rauf’un eserleriyle birlikte kibris Türk toplumuna kazandirilmasi yönündeki girişimlerinden dolayı basta Özlem Rauf Unsal’i ve diğer emeği geçen herkesi candan kutlarım!