Turist misin, gezgin mi! Çok karşılaştığım bir soru. Belki ikisi de. Ama hep yeni yerler görme, keşfetme, gittiğim yerleri kültürü/insanı/sokağıyla tanıma odaklı oldu gezilerim. Eskiyi, taş yapıları, hayat kokusu, ruhu olan mekânları severim. Lüks oteller, her şey dâhil hizmetler mecbur kalmadıkça hiç ilgi alanıma girmedi. Yıllardır dünyayı, yereli gezerim; hep salaş ortamları, esnafıyla/insanıyla sohbet edebileceğim, dokunabileceğim sıcak mekânları sevdim. Lüks lokantada ful mezeli balık yemek yerine, sandalda balık ekmeği tercih ederim. Bilinmeyen yollara sapmada tereddüt etmem. Yurt dışında da, memlekette de. Bu nedenle turistten ziyade gezgin demek daha doğru galiba…
Pandemiyle birlikte yaklaşık iki yıllık yasaklı dönemde birçok gezi planı aksadı, iptal oldu. Bunlardan biri de, çok iyi bir hazırlıkla planladığımız Ağva-Şile-Sapanca-İstanbul gezisiydi. Çok iyi plandan kastım; hava limanından teslim alınacak şekilde araba kiraladık, Ağva/Sapanca/İstanbul’da airbnb üzerinden evler tuttuk. Bir haftalık gezi… Ama olmadı, tümü iptal. (Kendi organizasyonumuz ve on-line rezervler olduğu için tümünü iade olarak aldık, mali kayıp yaşamadık)
Pandemiyle birlikte iptal olan Ağva tatili içimde uhde olarak kaldı ya, aynı programı nasıl yaparız, ne zaman gideriz diye düşünürken, Meliyha Cebeci (Arima Turizm) aradı, hade gidiyoruz dedi. Fırsat bu fırsat, balıklama daldık. Bizimki gibi değil, kısacık bir turdu planlanan. 2 gece, 3 gün. Şile-Ağva-Sapanca, Heybeliada da bonus.
Cuma günü sabah 6 uçağıyla hareket ettik, pazar gece uçağıyla döndük. O nedenle tam 3 gün. Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan gideceğimiz bölge yaklaşık iki saat. Doğası muhteşem ve rahat bir güzergâh. Hani planladığımız gibi yapabilseydik, benim bile çok rahat araba kullanabileceğim bir yol.
İlk durağımız Şile oldu. Onu Ağva ve Sapanca izledi. Aynı gün. Gece Sapanca’da konakladık. Karadeniz kıyısına bakan bölge, doğası, yeşili, hâlâ bakir hali, insan dokusuyla huzur yerleri. Hani İstanbullunun kaçış yeri ya, boşuna değilmiş. Günü birlik gidip gelen bile var. Ağva-Taksim’den bahsetmiyorum tabii, ama Kartal’a günübirlik gidip gelmek, çalışmak veya günübirlik tatil yapmak mümkün. O kadar yakın.
Dönemin veya hava şartlarının etkisiyle mi bilinmez, hafta sonu olmasına rağmen fazla yoğunluk olmayan bir döneme rast geldik. Deniz kenarındaki Şile, iki nehir arasındaki Ağva, kocaman bir göl kenarındaki Sapanca doğal dokularıyla benzer özelliklere sahip. Yemyeşil, geleneksel iki katlı ahşap evler, taş yollar, dingin insanlar… Ama en bakiri veya bana en çok hitap edeni Ağva oldu. Minik kasaba, hatta köy demek daha doğru. Yerli, sürekli nüfusu 2 bin civarı. Ama yaz sezonunun başlamasıyla nüfusunun iki katını günlük ağırladığını anlattı esnaf. Dizi filmlere mekân olan nehir kenarı, hatta nehrin içinde ahşap evleri, butik otelleriyle ünlü Ağva, huzur arayanlar için ideal.
El değmemiş, bakir bölgeler ama Türkiye’deki hızlı değişimden buralar da bariz şekilde etkilenmiş. “Eskiden herkes balıkçılık yaparak geçinirdi, şimdi balıkçı kalmadı. Tümü gezi teknesi oldu” diyor mesela bir kafe sahibi.
Bölge genelinde yapılaşma, lüks yapılar da hızla artmaya başladı. En birinci alıcılar da Araplar. Suudileri, Kuveytlileri, Katarlıları bölgenin her yerinde görmek mümkün. Özellikle Sapanca’da. Hatta o kadar çoklar ki restoran menüleri, tabelalar, emlak satış ilanları onlara göre şekillenmiş. Sapanca gölü kenarındaki kısa sahilde yürürken neredeyse Türkçe konuşan aradık ve bulamadık desek abartı olmayacak.
Aynı duruma birkaç yıl önce ziyaret ettiğimde Taksim/İstiklal bölgesinde tanık olmuştum. Ama daha kötüsü galiba yaşam şekline yansıması. Bu kısa gezimizde yarım günü de Eminönü/Mısır Çarşısı’na ayırdık. Hani yıllardır gitmemiştik, nostalji yapalım dedik. Kalabalığı, saniyede binlerce insanın üzerinize üzerinize gelmesi bilinen bir durum çarşı için de, bu sefer sanki binler katlanmış. Kapıdan/kapılardan girmeye cesaret edemedim ben örneğin, Sirkeci yokuşuyla yetindim. Gözlemlediğim, Arap istilasının esnafı da olumsuz etkilediği. O sizi kapıdan davet eden, mal satmak için yırtınan esnaf gitmiş, fiyat sorsanız yüzünüze bakmayan bir hale girmiş…
Bir televizyon programında izlemiş, espri olarak algılamıştım. Mikrofonu alıp yola çıkan programcı, her milletten insanla röportaj yapmış ama Türkçe konuşan bulamamıştı. Her milletten, her tip, her tür kıyafetle insan profiline sahip bölge, hatta İstanbul geneli. Ama baskın profil Araplar.
Gecelemeyi hep Sapanca’da yaptığımız için son gün bir de bonus oldu ve Heybeliada’ya gittik. En son öğrencilik yıllarında gittiğim ada. Gezi güzergâhı bakımından ne alaka denebilir ama mesafe olarak uygun. Sapanca-Kartal arası yaklaşık bir saat. Kartal’dan kalkan feribotla Heybeliada da yarım saat.
Büyükada’ya da uğrayan çok kalabalık bir vapurla yaptık yolculuğu. Gece uçak yolculuğumuz olduğu için panoramik bir geziydi. Güzel bir kıyı lokantasında balık yedik. Kalan zamanımızda en yakında bulunan İsmet İnönü Müze Evi’ne kısa bir ziyaret yaptık. 1930’larda verem teşhisiyle adadaki hastanede tedavi olurken adayı, adalıları çok sevmiş dönemin Başbakanı İnönü. Buralarda yaşamaya karar verip yerli Rumlardan bir konak satın almış ve ölene kadar zaman zaman burada yaşamış. Mustafa Kemal Atatürk ile toplantıların yapıldığı, sonrasında en kritik kararların verildiği, karargâh gibi kullanılan tarihi bina. Vakıf kuran aile tarafından çalıştırılan müze, ücretsiz ziyaretçilere açık.
Ünlü Ruhban okulu kapalı olduğu için ziyaret edemedik ama adanın yerlilerinden, Münis adlı restoran sahibinin anlattığına göre, Rum Başpiskopos Makarios burada eğitim almış. Kıbrıs’la bir diğer bağlantısı da Heybeliada’nın, eşeklermiş. Kıbrıs’tan eşek götürülmüş oralara gezinti amaçlı. Kitaplardan alıntılarla anlattı Heybeliada tutkunu restoran sahibi.
Bölgede yerleşim olan diğer adalar gibi Heybeliada’da da ada içi ulaşım bisiklet, motosiklet, skoter ve elektrikli küçük araçlarla sağlanıyor. Taşıma araçları da, kiralık araçlar da bunlar. 2 kişilik, 4 kişilik, 8 kişilik araçlar. Sempatik, gürültüsüz kısa mesafe araçları.
Birçok ünlü yazara da ev sahipliği yapan Heybeliada’da onlara dair izler, heykeller, sokak isimleri her yerde. Ulaşımın da kolay ve ucuz olması nedeniyle sokaklar çok yoğun. İstanbullunun sayfiye, günübirlik kaçamak yeri.
1955 olaylarıyla yerlerinden edilen adanın Rum yerlilerinin izlerini de aradım gezinirken. Tek görebildiğim konaklar oldu. Başka iz var mı diye sorarken, bölgede görevli bir rehber, “Burada ada kültürü vardı ama Rumlarla beraber gitti” diye ironik bir ifade kullandı.
Yüreğine sağlık ne güzel anlatmışsın,