İlk gidişimiz değil, önceki yıllarda da ziyaret ettik Kapadokya bölgesini. Sonuncusu yaklaşık 10 yıl önce. Hatta turlarla gittiğimizden daha kapsamlı da gezmiştik. Ama galiba yol nereye çıkarırsa moduyla gezinti ve keşfin keyfi başka. Belki o nedenle son Kapadokya gezimiz, tadı damakta kalan cinsten oldu.
Nisan ayı genellikle yurt dışı tatil aylarımızdan, çünkü hayatını yurt dışında sürdüren oğlumuz Ezgi ve eşi Alime’nin tatil için uygun zamanları. Her yıl bu aylarda araya bir sıkıştırma yapıyoruz, birlikte seyahati seviyoruz. Bu sefer onların tercihiyle Kapadokya’yı aldık gündeme. Avrupa’dan sıkılmışlar belli ki, Türkiye’nin farklı bölgelerini tercih eder oldular. Hatta sıralama bile yaptık, ilk fırsatta gidilecek yerler konusunda. Fikren böyle gündeme geldi, ardından hazırlık süreci başladı. Tamam, daha önce gittik, çok yeri biliyoruz ama turlarla gittik. Tüm planlamayı senin için yapan, sadece katılımcı olduğun turlar. Bu kez öyle olmayacak; Kapadokya dediğin geniş bir bölge; nereye gidilecek, nerede kalınacak, ulaşım nasıl sağlanacak, öncelikle görülmesi gereken yerler nerelerdir, mesafeler nasıl gibi detaylı çalışma şart.
Yurt dışı gezilerimizi çoğunlukla turlar dışında kendimiz organize ettiğimizden yine aynı yolu izledik. Öncelikle iyi bir araştırma, gezi yazılarından tarama, harita üzerinde çalışma. Öncelikleri belirledikten sonra da konaklama yeri/yerlerine geldi sıra.
Geçmişte Adana ve Ankara üzerinden gittiğimiz için bölgeye, yine aynı güzergâh diye düşündük ama uçak biletlerine bakarken Ercan’dan Kayseri’ye de uçuş olduğunu gördük. Haftanın belli günleri, her gün değil. Ya yeni bir güzergâh veya biz yeni fark ettik. Kayseri, Kapadokya’nın göbeğinde, Ercan’dan uçuş süresi de bir saat. (Hatta dönüş yolunda 50 dakika). Daha n’olsun! Kısa bir araştırmayla hava limanında araba kiralama imkânı olduğunu da gördük, o da tamam. Sıra geldi konaklama yerine. Hem bölgenin ortasında ve her yere ulaşım için uygun olmalı, hem fiyatta uygunluk şart. Airbnb’den kısa bir araştırma sonunda, Kapadokya’nın göbeğindeki Ortahisar’da mütevazi bir ev kiraladık. Adı da Hatice Ana Evi. Köy evi, yaşam sürdürmek için gerekli her şey var.
Bu organizasyonu yaparken tek tedirginlik, hava şartları. Nisan ortası ama karlı, fırtınalı, yağmurlu günler. Gidişimizden bir gün önce yağışlı hava bölgeyi terk edince, dört ayak üzerine düştük. Ve 5 gün güneşli bahar havasında çok keyifli bir tatil yaptık.
Ercan’dan Kayseri’ye bir saatlik uçuşun ardından, önceden kiraladığımız arabayı hava limanı içindeki park yerinden teslim aldık. Araç şoförü Ezgi. Yol gösterici Google harita. İnternet olduğu sürece yol bulma sorunu yok.


Kayseri hava limanı ile kent arasındaki mesafe yaklaşık 15 dakika. Vakit de var, insani bir saatte seyahatimiz, 15.00 civarı inmişiz. Önce Kayseri’de bir turlayalım dedik. Çok rahat park ettik, zaten rahat ve dingin bir kent. Kapalı çarşısı, esnafı, pastırması, peyniri, tatlısıyla ünlü bir kent. Ve bu ünü hak edenlerden. Kısa bir gezinti yaptık, yemek yedik ve yola devam. Hatta sucuk, pastırma, peynir, simit, meyve v.s. de aldık eve giderken. 5 gün kalacağımız eve.










Kayseri ile Ortahisar arası mesafe bir saat. Yol, trafik tahminimiz gibi değil, gayet rahat. Belki mevsimdendir, korna sesi bile duymadık neredeyse, hiddetli/şiddetli sürücülerle de karşılaşmadık. Sakin bir yolculuğun ardından gece yerleştik evimize.



Ertesi gün ilk iş kaldığımız Ortahisar’da keşif turu. Sessiz, sakin bir yerleşim yeri ama turların, grupların uğrak yeri. Kalesi, çarşısı, restoran ve cafeleri var. Ev sahibimizin uyarısıyla keşfettik; tüm kasabayı havadan gören seyir tepesi, buradaki Lavanta Cafe ilgi odağı.







Kasabanın girişinde yer alan Ters Ev de ilginç, benzeri yok herhalde. Burada her şey ters. Binada fotoğraf çekenleri de fotoğraf hileleriyle tersten gösteren ilginç bir mekân. Özel müze aslında. Parayla girilen bir yer.


Kalacağımız kasabayı keşfin ardından hedef Avanos. Aynı gün. Mesafe arabayla15 dakika, tüm bölge gibi yakın. Açık hava müzeleri, yol içindeki peri bacaları, at çiftlikleri, üzüm bağları arasından geçerek gittik Avanos’a. Çömlek/seramik diyarı, atölyeleriyle ünlü şirin bir yerleşim yeri. Kızılırmak üzerinde sallanan köprüsü ve eski taş evleri ile şarabı da marka.


















Avanos’tan dönüş yolunda yapacak, görecek yer çok. Her taraf peri bacası ama bu yol üzerindeki Paşabağ Vadisi, Zelve Açık Hava Müzesi en ünlüleri. Buraları gezdik ama bitmedi; Üçhisar da yol üstünde. Bu kasaba da Güvercinlik adı verilen seyir tepesiyle ünlü. Buradan peri bacaları denen ikonik kayaları tepeden görme imkânı var.












Göreme de kısacık dönüş yolumuzun üstünde. Bölgenin ünlülerinden. Müzeleri, vadileriyle ünlü. Kendimizi tekrar etmemek için, burada yöresel yemeklerin tadına bakmayı tercih ettik. Yol kenarında bulduğumuz yere park ettik, önümüze çıkan ilk teras restorana girdik ve şansımızdan mı bilemedim, ünlü testi kebabını burada tatma imkânı bulduk.



Gidiş ve dönüş günleri dışında kesintisiz 3 tam günümüz var. Bir günü de, bölgede tercih ettiklerimizden en uzun mesafedeki Ihlara Vadisi’ne ayırmaya karar verdik. Nevşehir’den geçilerek gidilen, kaldığımız Ortahisar’a yaklaşık bir saat mesafede. Önceki seyahatlerimizde çok beğendiğimiz ve okuduğumuz yazılarda da çok tavsiye edildiği için tercih ettik, ama olmasa da olurdu doğrusu. Bizim yıllar önce gördüğümüz vadiden eser kalmamış, tamamen değişim halinde.






En uzun vadi olarak bilinen Ihlara, önceki seyahatlerimizde cafeleri, restoranlarıyla çok cazip bir mekândı. İçinden nehir geçen, yeşil doğasıyla nefes kesen, her tarafında küçük kiliseler, oyuklar bulunan gizemli ve masalsı bir ortam. Yürüyüş bitmesin dediklerimizden olmuştu. Şimdilerde ise vadi içindeki tüm mekânlar kaldırılmış, sadece kuru bir yürüyüş yolu. Ama daha önemlisi, vadiye giriş yüksek merdivenlerle o kadar uzatılmış ki, inene kadar insanın enerjisi kalmıyor. Yürüyüşe, hareketli yaşama alışık bizler bile o merdivenleri çıkışta çok zorlandık.
Bölgedeki düzenleme, inşaat çalışmaları devam ediyor. Belki bu geçici bir düzenleme, ama bu haliyle ziyaretçi kaçırır bir mekân olmuş.



Vadiye adını veren Ihlara bir köy asında. Bu vadiyle ünlenmiş. Oradan dönüşte de, bölgenin en ünlü yeraltı şehri var, Derinkuyu. Burası da bir köy/kasaba, yeraltı şehri için akın akın geliyor yerli/yabancı turist. Aslında Kapadokya bölgesinde onlarca yeraltı şehri var, hatta bazı köylerin zemin altının tamamen yeraltı şehri olduğu söyleniyor ama bilinen en uzun, en derin burası sanırım. Nefes sorunu olanların veya kapalı yerlere giremeyenlerin uzak durduğu bir yeraltı şehri. Ve aslında uzak da durmaları gerekir, çünkü hem nemli, hem yer yer çok dar. Yer yer eğik kafayla geçilen daracık alanlardan oluşan bir yeraltı şehri. Benim favorilerimden.



Gezilecekler listesinin başında yer alan Ihlara ve Derinkuyu da tamam, ama bir tam gün daha var. Onu da kaldığımız yere 10 dakika mesafedeki başka bir ilçeye, Ürgüp’e ayırdık.
Ürgüp de hareketli, renkli, yöresel yemek ve şaraplarıyla ünlü bir kasaba/ilçe. Hobit evleri, taş sokakları, yöresel tatlı ve lokumları, seramikleri var. Peri bacalarının en ünlüleri Üç Güzeller de Ürgüp girişinde. Ücretli girişle Ürgüp’ün tepesindeki seyir yerinden yan yana üç peri bacasını görmek mümkün.
Yöresel şarabın ve yemeklerin tadına bakmak için esnaftan tavsiye aldık. Çok isabetli bir öneriyle, kadın kooperatifine ait küçücük, şirin bir mekâna gittik Ürgüp’te. Bir evden restorana dönüştürülmüş, 15 kadın ortağı olan, kadınların dönüşümlü çalışarak yerinde üretim ve servis yaptıkları bir tatlı ortam. Tık tık mantı, piravu (pirohu), pastırmalı sıcak humus, sulu köfte (bizim sirkeli köfte tadına yakın) gibi yöresel yemekler bulmak mümkün burada.
Bize de örnek olabilecek bu kooperatif, 15 kadının geçimini sağlıyor, 20 öğrenciye de eğitim bursu veriyor. İlgi de çok, belli ki bilindik bir mekân. Oturmak için kuyruğa giren turistleri bekletmemek için masadan erken kalkmak zorunda bile kaldık.















Ve son gün… Uçuşumuz 17.00 civarı. Zaman var. Bu zamanı da, ters yönde ama hava limanına yakın başka bir köyü gezerek değerlendirelim dedik. O da, Ortahisar’a yaklaşık 1.5 saat mesafedeki Ağırnas. Mimar Sinan’ın doğduğu, yaşadığı köy. Müze haline getirilen bu taştan, yeraltına giden ev, Mimar Sinan’ın efsaneleşmiş mimari dehasının kaynağı olarak gösteriliyor. Köy/kasabanın tamamı öyle aslında. Taş sokakları, toprak/taş/kayadan evleriyle ünlü. Köyde yeraltı şehri de var, hatta tüm köyün zemininin yeraltı şehri olduğunu söyleyenler var.
Çok sessiz, sakin bu köyde ziyarete açık yeraltı şehrini de kısaca gezdikten sonra köy kahvesinde kahvemizi içtik ve artık hedef, yarım saat mesafedeki hava limanı.
Arabayı teslim ederken baktık; 4 gece, 5 günde toplam kat ettiğimiz yol 500 kilometre.









Bölgenin simgesi peri bacaları; milyonlarca yıl önce volkanik hareketlerle oluşmuş ve yıllar içinde nehirlerin, göllerin, rüzgârın aşındırmasıyla şekillenmiş dev kaya parçaları aslında. Mantar şeklinde konik, sütunlu, şapkalı kaya formundaki peri bacalarının dünyada benzeri yok.
Çok geniş bir alana yayılmış peri bacaları yanında, Hristiyanlığın yayıldığı dönemlerden kalma yeraltı şehirleri, gizli kiliseler, Roma döneminden kalma mezarlar, kayalara oyulmuş evler/kiliseler, vadiler, taş evler ve sokaklar, karlı dağlar, atlar, havadan seyir imkânı sağlayan balonlarla masalsı bir görünüme sahip Kapadokya. Neredeyse tamamı açık hava müzesi. Yine git deseniz gidilecek yerlerden. Peri bacaları dünyanın farklı yerlerinde de var, ama bu kadar yoğunu sadece bu bölgede. İkonik bir görüntü. Her yer, her adım doğal müze. Fantastik film çekilse doğal plato olacak türden.
Birkaç not…
-Bölge müze diyarı. Her yer müze veya vadi veya yeraltı şehri. Tüm bunlara giriş ücretli. Ama 100 TL’ye alacağınız bir kartla tümüne girmek mümkün ve bu kart bir yıl geçerli. (Özel müzeler hariç). Ayrıca bizim sarı basın kartına ücretsiz giriş imkânı var.
-Geleneksel alışkanlıkla yanımıza bavul almadık. Oysa bölge alışveriş için çok uygun. Seramik parçalardan sucuk ve peynire kadar sınırsız bir tercih imkânı var.
-Kendi gezen tipli bu tür gezilerde illa ki kesintisiz internet şart. İnsandan, tabelalardan daha güvenli ve sorunsuz seyahat için ille de Google harita.
-Dingin, huzurlu bir bölge. İnsan dokusu da güzel. Esnaf kültürü yaygın. Yabancıya, turiste alışık oldukları belli, herhangi bir yadırgama hali yok. Bölge genelinde park etme sorunu da yaşamdık. Sadece yaya geçitlerinde durma alışkanlığı yok sürücülerin.
-Yerleşim yerleri arasındaki mesafe çok kısa olmasına rağmen yiyecek/içecekte, hediyelik eşyalarda yüzde yüze varan fiyat farkı var. Örneğin Ürgüp’te 100 TL’ye aldığınız seramik fincanın aynını Ortahisar’da 50 TL’ye bulabilirsiniz.
-Ve en ilginci… Kıbrıs’a yabancı, Kıbrıs’ın gündemini genellikle takip etmediğini her seferinde gözlemlediğim Türkiye insanını, bu sefer farklı gördüm. Türkçeyi nerden öğrendiğimize dair sorularla yine karşılaştık tabii ki ama en azından son başörtüsü gündeminden haberdarlar. Çaycıdan esnafa, park görevlisinden trafik polisine herkes… Kimi olmaz böyle şey dedi ama çoğunluk ‘bravo Kıbrıslıya, çocuklara başörtüsüne izin vermeyin’ dileklerini iletti…



