ALİ, ALİYE VEYA ALİYA: “KENDİMİ HİÇBİR ZAMAN ERKEK GİBİ HİSSETMEDİM”

“İnsanoğlu ana rahmine düştükten sonra ya normal bir erkek, ya
normal bir kız çocuk olarak gelişir. Ancak bizim gibi insanlar ne tam
erkek, ne tam kız olarak gelişir. Doğumdan sonra da bu sürer gider.
İnsan kendini ne kadar sıksa da erkek gibi davranamaz… İmkansız,
mutlaka bir falso verir. Bu, genlerle ilgili bir olay.

 

80

Şu an herşeyimle, ruh halimle o ikilemi aştım. Kendimi her şeyimle kadın gibi hissediyorum. Kendi kendimi hiç reddetmedim, sahte yaşam sürmedim, içimde hissettiğimi yaptım, kabullendim, kabul ettirdim ve mutluyum…”

Bu sözlerle ve açık yüreklilikle tanımlıyor kendini ALİYE veya yabancı dostlarının hitabıyla ALİYA. O bir transeksüel rakkase. Usta bir dansçı. 1.79 boyuyla, kıvrak danslarıyla izleyenleri büyülüyor. Bunun farkında olmalı ki çok da iddialı…  “Oryantalı Kıbrıs’ta aslına uygun olarak, anlamını vererek yapan tek benim. Herkesle yarışabilirim.”

ÜÇÜNCÜ CİNS

Aliye, 1959 Limasol dogumlu. ‘Ali’ isminde bir erkek olarak dünyaya gelmiş, ancak kendi bedenini tanımaya başladığı çocukluk yıllarından itibaren kendini kadın olarak hissetmiş..İçindeki sese kulak vererek kadınlığı seçmiş. Kendini reddetmiyor ve parmağının arkasına saklanmıyor. ‘Üçüncü cins’ olmanın sıkıntılarını, kırgınlıklarını,
aşağılanmalarını her zaman yaşamış ancak tüm bunlara rağmen çevresiyle barışık yaşamayı başarmış bir transeksüel.

“İlkokul çağlarında hissettim. Genelde sanılanın aksine bu durumun ailenin davranışlarıyla hiç ilgisi yok, genlerle ilgili. İnsanın içinde varsa vardır. Ailem küçükken fark etti ve beni erkek yapmak için çok uğraştılar. Ancak olmadı. Okulda da erkek görünümünde değildim, küçük bir kız gibiydim. İlkokulda beden eğitimi derslerine katılmazdım, çünkü erkek çocukların önünde soyunmaktan utanırdım. Hep kızlarla düşüp kalktım. Bu yüzden babamdan da çok dayaklar yedim ama değişmek imkansız.
Bu sonradan kazanılmış bir şey değil. İnsanoğlu ana rahmine düştükten sonra ya normal bir erkek, ya normal bir kız çocuk olarak gelişir. Bizim gibi insanlar ne tam erkek, ne tam kız olarak gelişir ve bu böyle sürer gider. Ne kadar insan kendini sıksa da erkek gibi davranamaz. Mutlaka bir falso verir.

Şu an her şeyimle, ruh halimle o ikilemi aştım. Kendimi kadın olarak hissediyorum. Her zaman öyleydim. Kendi kendimi hiç reddetmedim, sahte yaşam sürmedim. İçimde hissettiğimi yaptım ve kabullendim.”

YÜZSÜZLÜK YAPMADIM

Aliye ile röportaj için evine gittiğimizde, apartmanların yoğun olduğu bir dairede oturduğunu görünce doğrusu hayretimizi gizleyemedik. Böylesi küçük bir ülkede, herkesin herkesi tanıdığı bir kentte, ailelerin oturduğu bir apartmanda bir transeksüelin hayatı acaba nasıl olur…

“Çevreyle ilişkilerim çok iyi. İnsanlardan tepki almıyorum, ta baştan beni kabul ettiler. Çünkü ben kendi kendimi kabul ettim ve kendimle barışığım. Hep iyiniyetli davrandım, saygılı oldum, hata yapmamaya özen gösterdim. Tüm komşularım evli aileler. Onları rahatsız edecek hiçbir şey yapmadım, hiçbir zaman yüzsüzlük yapmadım. Ve şu an
herkesle iyiyim.”

KALBİMİ SÖKTÜLER

Yine de çok acı çektiğini, itilip kakıldığını da ekliyor ama ayrıntı vermiyor..Çektiği acıları ‘kalbimi söktüler’ ifadeleriyle anlatıyor ama kimseyi eleştirmeden, isim vermeden…Ve evde sürekli ayak altında dolaşan, koltuklarda uyuyan ‘Faika’, ‘Mehmet’ ….isimli
kedilere sevgisini de kendi yaşadığı acılarla açıklıyor… “Onların itilip kakılmalarına, aç kalmalarına dayanamam. Sokaktaki hayvanlara bakarım, onları yediririm, horlamam.”

Ailesini sorduğumuzda ise, buruk ifadelerle özellikle annesini anlatıyor Aliye..

Annesi ta çocukluğundan, en zor günlerinde hep yanında olmuş, onun sırdaşı, arkadaşı olmuş. Annesini kaybedince de büyük bir bunalım geçirmiş. Yıllar geçmesine karşın hala bahsederken duygulanıyor, gözleri yaşarıyor. Babasının ise ‘erkek evladının kadın olmasını kabullenmesi’ kolay olmamış… “Babam uzun yıllar kabul etmedi. Uzun süre çatışma halindeydik. Şimdi görüşürüz, konuşuruz ama fazla samimiyetimiz yok.  Kabullenmesi de kolay değil.”

SALAMİS KÖRFEZİNDE BİR RAKKASE

Küçük yaşlardan dansa büyük merağı olduğunu anlatan Aliye, uzun yıllar ailesinden gizli dans etmiş. Daha sonra İranlı Oryantal Zeynep ile tanışması onun için dönüm noktası olmuş ve oryantal konusunda eğitim almış. Hollanda ve Belçika’da Arap kulüplerinde dans etmiş ve şimdi kendi diktiği, boncuklarını tek tek işlediği özel kıyafetlerle, zaman zaman peçe kullanarak dans ediyor, haftanın belli günlerinde Mağusa Koca Reis’te program yapıyor.

54

Oriyantaldeki ustalığını, kıvrak danslarını, vücudunun yılan şeklini evinde bize yaptığı özel şov ile gösteren Aliye, bu konuda çok iddialı. Oriyantalın ‘bacak-göğüs şovuna’ dönüştürülerek dejenere edilmesinden ise oldukça şikayetçi… Dansöz nitelemesinden de ‘nefret ediyor’…

“Oryantalı yapmak için hissetmek, yaşamak gerekir. Eğitim de önemli. Bu dansı Kıbrıs’ta aslına uygun olarak uygulayan, dejenere etmeyen bir tek benim. Bu konuda herkesle yarışabilirim.”

Çıplaklığın ön planda tutulmasının oryantalle bağdaşmadığını anlatan Aliye, devam ediyor..”Bu dans bir sanattır, bacak ve göğüs şovu değil. Zaten tarihi bir araştıracak olursak binlerce yıl öncesinin görkemli, gizemli Mısır uygarlığında rahiplerin Tanrıya ulaşmak amacıyla oryantal dans yaptıklarını görürüz. El, kol hareketleri de bunun
göstergesi. Oryantalin kendine has kıyafetleri, aksesuarları vardır. Ve bu güzelim egzotik dans günümüzde çok dejenere edildi. Çıplaklık, teşhircilik ön plana çıktı. Herkes vücudunu daha çok teşhir etmekle meşgul. Bazı kişiler de oryantal dansı para kazanılacak, şöhrete giden yolda daha hızlı yürünecek bir olay olarak görüyorlar. Sahnede iki sallanmakla dans ettiklerini sanıyorlar. Bu işi iyice ayağa düşürüyorlar…” diyor ama hiçbir isim de telaffuz etmiyor.

(Kıbrıslı/ Ekim 1997)

Bir Cevap Yazın