ERENKÖY DESTANI… İZLERİ KALICI OLDU

Erenköy Destanı… Çoğunluğu Türkiye ve İngiltere’de üniversite eğitimi alan, yaşları 18 ile 25 arasında değişen toplam 562 genç okullarını, derslerini, aşklarını bırakarak ülke savunması için sandallarla, hücumbotlarla vatan savunmasına katılırlar. Etrafı kuşatılmış, aileleriyle bağlantısı olmayan, sarp ve dağlık bir bölgede yöre halkıyla birlikte savaşırlar… Çoğu silahları tanımıyor, asker değiller çünkü… Bir kısmı 2-3 haftalık atış eğitimleriyle silah kuşanmış. Üstelik doğru düzgün, planlı askeri organizasyon, kumanda merkezi de olmadan, mevzi bile denemeyecek düzenekler içinde savaşmaya çalışmış… Kimi şehit olmuş, kimi yaşamı tanımadan yanı başında arkadaşının ölümüne tanıklık etmiş, çoğunluğu savaş bitmesine karşın bölgeden çıkamadığı için 2 yıl gibi bir süre bölgede açık hapishane hayatı yaşamış…

Bu, bir film değil, tarih kitaplarında klasik ifadelerle “Erenköy Direnişi” olarak nitelenen bir destan… Dünya tarihinde bir benzeri görülmeyen, buna rağmen insani boyutlarıyla nedense ele alınmayan, bir-iki nesil dışında genç kuşaklar tarafından yeterince bilinmeyen bir dram, trajedi…

Bugün 43’üncü yıldönümü törenlerle kutlanan Erenköy Direnişi’ne köylülerle, bölge halkıyla birlikte gönüllü olarak katılan dönemin delikanlılarının bir kısmı şehit olarak o topraklarda yatıyor. Bir kısmı yıllarca travmalar ve hastalıklarla boğuşmuş. Hastalıklardan hayatını kaybedenler de az değil… Bugün ortalama 60-70 yaş civarındaki bu neslin hayatta olanları da çoğunlukla emekli…

ERENKLÖY CELAL DEĞGİN 4

Erenköy destanının 43’üncü yıldönümünde o günlerin yüzlerce tanığından biri, emekli öğretmen-lise müdürü Celal Değgin ile konuştuk. Erenköy’de yaklaşık 3.5 ay savaşmasının ardından yaralanan, başındaki kurşunun son parçalarından daha 5 yıl önce kurtulabilen Celal Değgin, o günleri, yaşanan dramı tanıklığı çerçevesinde anlattı. Heyecanla, kimi zaman gözleri dolarak, kimi zaman coşarak ve gururlanarak… “Geri dönebilsem yine aynını yaparım” diyor ama özellikle Erenköy mücadelesinin ardından Rum yönetimi tarafından yasaklı” olarak Türkiye’ye dönüşlerini “onur kırıcı” olarak niteliyor Celal Değgin… Bugünün gençlerinin tarihe yabancılığına da “`Bizim çektiklerimizi çekmesinler’ diyerek yetiştirdik ama yeterince anlatamadık” sözleriyle vurgu yaptı.

FASULA’DAN ANKARA’YA

Baf Fasula’da (Bağrıkara) 1940 yılında doğan Celal Değgin, toplumlararası çatışmaların devam ettiği 1958 yılında liseden mezun olur. Baf’tan Lefkoşa’ya gelip Öğretmen Koleji sınavına girer, kazanır ama buna rağmen ailenin teşvikiyle Türkiye’ye, Ankara’ya gider eğitim için. Bir yıl kimya okur, ardından felsefe bölümüne geçer. O yıllar Kıbrıslıların istediği bölüme sınavsız girdiği yıllardı çünkü…

MİT’LE YOLCULUK

Üniversitede okurken 1963 Aralık ayında toplumlararası çatışmalar başlar. Üniversitede son sınıftadır…

“Ailemizle, Kıbrıs’la tüm irtibatımız kesilir. Olaylar, çatışmalar, ölenler var biliyoruz ama sağlıklı bilgi alamıyoruz. Bir şeyler yapmak istiyoruz, ne yapabileceğimizi bilmiyoruz. Nümayişler yapılmaya başlandı. İstanbul’daki arkadaşlar 5-6 otobüsle Antalya’ya doğru yola çıktı. Amaçları silah bulup sandalla Kıbrıs’a gelmek… Başlarında da Ergün Vehbi; öğrenci temsilcisi… Otobüslerin şoförleri MİT’in adamlarıymış, farkında değiller. Onları Antalya’dan topladıkları gibi geri gönderdiler. Bir kısmı da Ankara’ya geldi ve buluştuk. İngiltere’den de yaklaşık 40 kişi geldi. Kıbrıs’ın Ankara Büyükelçisi rahmetlik Mehmet Ertuğruloğlu da bize destek…”

PARAŞÜTLE ATLAYACAK KADAR CESURDULAR

Eylemlerden, girişimlerden sonuç alamayınca temsilci olarak Ergün Vehbi ve kardeşi Türker Vehbi Genel Kurmay’a gider. Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’e “Bizi Kıbrıs’a paraşütle atıp dönün” diye “cesur” bir öneride bulunur. Komutan da “Tamam, liste yapıp gelin” der. Öğrenci temsilcileri hemen 100 “cesur”  isimden oluşan bir liste hazırlarlar. 50’sini Ankara’daki öğrencilerden Celal Değgin, geri kalan 50’sini de İstanbul’daki öğrencilerden Ergün Vehbi hazırlar…

ERENKÖY CELAL DEĞGİN 1

İNÖNÜ NASIL İKNA EDER!

Ertesi gün listeyi götürürler, komutan alır bakar… “Sizi aşağıya attığımız anda yüzde 50’si fıtık olup anında ölür. Geri kalanların bir kısmının da mutlaka bir yerleri kırılır. 100 kişilik listenin 30’u belki ulaşır” der. Buna rağmen “Tamam” derler. Bunun üzerine komutan, öğrenci temsilcileri Vehbi kardeşleri Başbakan İnönü’ye götürür. İnönü, “Askeri bu günler için besliyoruz. Size bu ülkenin ihtiyacı var. Bekleyin, ihtiyaç olursa çağırırız” der ve paraşütle atlama işi de kapanır.

BORÇLANARAK UÇAKLA GELİR

Bu arada Kıbrıs’ta çatışmalar yoğunlaşır, ölü sayısı artar. Kıbrıs Türkü adada belli bölgelere hapsedilir. Türkiye’de de destek yönünde henüz hiç bir hareketlenme yok. Bu şartlarda Kıbrıslı Türk üniversite gençliğinin Kıbrıs’a dönüş mücadelesi devam eder. Eylemler yapılır, polisle çatışmalarda yaralanmalar olur, ama yılmazlar.

“Uçuşlar yasaklanmıştı. İngiltere hava yolları sefer başlatınca hemen bilet aramaya başladık. 1964’ün başında yer buldum uçakta. Param da yetmedi ve Kültür Derneği’nden borçlanarak nihayet adaya ulaştım…”

SAMPSON LOKUMLARDAN BİLE SİLAH ARADI

Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’na indiğinde sürprizle karşılaşır Celal Değgin ve çoğunluğu öğrencilerden oluşan uçağın yolcuları…

“Genç biri önümüze çıktı. Bir baktık gazetelerden gördüğümüz Nikos Sampson. “Silah, mermi getirdik mi” diye aradı üzerimizi, eşyaları… Lokumları bile karıştırdı. 4 saat havaalanında kaldık. Havaalanından çıkarması için BM Barış Gücü’ne de izin vermediler ve sonuçta TC Büyükelçiliği’nden ataşe gelip çıkarabildi bizi…”

YALNIZ BIRAKTI BİZİ TÜRKİYE…

Buradan Saray Otel’e, ertesi gün de Ankara Büyükelçisi Ertuğruloğlu’nun gönderdiği rakıyı vermek için Dr. Fazıl Küçük’e gider Celal Değgin. Dr. Küçük’ün “Yalnız bıraktılar bizi. Gelmeyeceklerse söylesinler de bir büyük vapur alayım, tebaamla birlikte okyanusa açılalım” sözleriyle Türkiye’ye sitemini hala bugün gibi hatırlıyor Celal Değgin…

Ertesi gün zorlu bir yolculuktan sonra ailesini görmek için Fasula’ya gider ve yaklaşık 2 ay orada kalır… 1964’ün ilk ayları…

Nisan ayında yine uçakla Ankara’ya döner. Bu arada 31 Mart’tan itibaren öğrencilerin Erenköy’e çıkışı başlamıştır.

ERENKÖY’E ÇIKIŞ HÜCÜMBOTLA

Ankara’ya dönünce Büyükelçiliğe gider, Kıbrıs’taki durumu, her tarafta çatışmalar olduğunu, birçok yerin Rumların kontrolüne geçtiğini anlatır…

“Büyükelçi beni dinledikten sonra, ‘Erenköy’e çıkışlar başladı, sen gitmeyecek misin’ diye sordu… Ardından ‘Bu grubun son ismini çıkarıp, seni yazıyorum’ dedi, itiraz etmedim. 2 gün sonra Zir Kampı’na eğitime gittik, 3 hafta atış eğitimi aldık. Ve 4. grup olarak 29 Nisan’da Erenköy’e çıktık. Bizden öncekiler sandallarla gelmişti. İlk kez 65 kişilik bizim grup hücumbotla geldi. Yanımızda Binbaşı Lütfi Eren de vardı. Ünlü ‘Fırtına’, sonraki yılların Boğaz Sancaktarı…”

ERENKÖY CELAL DEĞGİN 2

ÖKSÜZ GİBİ…

Fırtınalı bir havada Erenköy’e çıkarlar. Tümünü deniz tutar. Köylüler tarafından karşılanırlar ve 3 gece okulun camisinde yatarlar. Daha ikinci geceden de nöbete girerler, bölgeyi hiç tanımadan… Üstelik derme çatma mevzilerde…

“Bizimle birlikte gelen Binbaşı Lütfi, 2-3 gün sonra bir yolunu bulup Lefkoşa’ya gider. Başka bir mücadele için. Biz öksüz gibi kaldık. Başımızda komutan yok. Bölgedeki tek komutan, ilk grupla gönüllü olarak gelen Kıbrıs kökenli Jandarma Yarbay Sadi…  Ve bir binbaşı, Binbaşı Edip… Ama yarbay askerlikten anlamayan, disiplini sağlayamayan biriydi…”

EŞBER’İN MANGASI… SEYFİ AKDENİZ YANINDA ÖLÜR

Eşber Serakıncı komutasındaki mangada, Alevkaya’da göreve başlarlar. “Eşber’in mangası” olarak anılırlar. Celal Değgin de yardımcısı olur. Toplam 10 kişilik manga.

Saldırılara uğrarlar, çatışmaya girerler…  Ve ilk ölüme tanıklık eder…

“Gemilerde çalışan Seyfi Akdeniz, okyanustayken olayları duyunca Londra’ya, oradan da Ankara’ya gider ve ilk grupla Erenköy’e çıkar. Bizim manga Rumlara saldıracaktı. ‘Beni de alın’ dedi, aldık. Yanımızda Erenköylü Ahmet de vardı. Saldırı pozisyonunda bekliyoruz, ama planlı bir hareket yok. Doğru düzgün mevzi yok. Askerlikten anlayan yok. Ahmet bir ara ayağa kalkıp ‘Allah Allah’ diye bağırmaya başladı. Biz de coştuk, tümümüz ayağa kalkıp koşmaya başladık. 100-200 metre kadar koştuk. Hiçbir şeyin farkında değiliz. Elimizde piyade. Akdeniz ‘Getirin breni, Rumlar kaçıyor’ diye bağırırken, baktım yerde yatır. Sürünerek yanına gittim. Başından vurulmuş. 22 yaşındayım, ölüm nedir bilmiyorum. Kurtarmak için uğraşıyoruz. Beyni dışarıda ama daha soluk alıyor. Eşeğe yükleyip taşıdık ve Bozdağ’da gömdük…”

Değgin, “Seyfi Akdeniz Rumlar kaçarken vuruldu. O yüzden sanırım bizim arkadaşlar tarafından kaza kurşunuyla vuruldu” diye de ekledi.

AYAKLANDILAR, KOMUTANI GÖNDERDİLER

Temmuz ayında öğrenciler kendi aralarında oylama yaparak, Kıbrıs asıllı Yarbay Sadi’yi geri göndermeye karar verirler. İmzalar toplanır ve komutan da kabul etmek zorunda kalır. “Kendi içimizde ihtilal yaptık” diyor, tarihe de geçen bu olayı anlatırken Celal Değgin… “Kendi talebiyle, belki bize güvendiği için bizim manga tarafından uğurlandı ve köylüler tarafından sandalla götürüldü” diye de ekleyerek.

“İhtilalin” nedenlerini de şöyle özetledi Celal Değgin…

“İdari yeterliliği yoktu, köylülerle çeşitli nedenlerle arası açılmıştı, öğrenci psikolojisinden anlamazdı. Örneğin bir gün ‘12 kişiyiz, 8 yatak var, nasıl yatacağız’ dedim. Biraz da asiydim. ‘Yatmak için mi geldiniz’ dedi ve benim için ‘vurun’ talimatı verdi, küfür etti, üzerime saldırdı… Böyle benzeri olaylar çok oldu. Hakaretler eder, bazı arkadaşları sıradan nedenlerle döverdi. Otorite sağlayamadı. Ne zaman, nasıl tepki koyacağına karar veremedi.

Bir neden de, komutanın Barış Gücü kanalıyla gönderdiği gizli mesajlardan biri. ‘Arılarla Yeşilırmak’a dayanabilirim’ yazılı mesajı Rumlar tarafından ele geçirilince tepkilere neden oldu…”

Yarbayla birlikte Binbaşı Edip de ayrılır aynı sandalla. Tamamen komutasız, komutansız kalırlar, 6-7 gün sonra Ali Rıza Vuruşkan gelene kadar…

Albay Ali Rıza Vuruşkan ve dönemin liderlerinden Rauf Denktaş, 1 Ağustos’ta, sıcak savaşın, Rumların büyük taarruzunun hemen arifesinde çıkarlar Erenköy’e… “Derme çatma mevzileri görünce hayret etti Vuruşkan ama artık geçtir, fazla yapacak bir şey yok… Çünkü yakın tarihte büyük bir taarruz olacağını Barış Gücü istihbaratıyla biliyoruz…” diyor Celal Değgin.

BİR MİĞFER HAYATINI KURTARDI

İsveçli BM subaylarının da istihbarat bilgileriyle Rumların 7 Ağustos’ta (1964) büyük bir taarruza geçeceğini öğrenirler. Celal Değgin’in de bulunduğu “Eşber’in mangası”na Mali Tepesi’ni koruma görevi verilir.

Heyecan, gözünü kırpmadan, zaman zaman gözleri dolarak, zaman zaman dalıp giderek anlattı o büyük anı Celal Değgin…

“Mevziler bir metrelik hendeklerden ve önündeki torbalardan oluşuyor. Farklı mangalar da buluşunca yanlarındaki kişileri bile tanımayanlar var. Bölge geniş, sarp bir yer. Rumların taarruzu başladı. ‘Mevzi’ diye nitelediğimiz çukurlardan elini çıkarsan, anında 50 isabet alırsın. Başını kaldırmak imkânsız… Alttan, vadiden sızmaya başladık. Ateş altındayız, kafamızı kaldırıp bakamıyoruz, başımızda miğfer bile yok. Yanımdaki 17-18 yaşlarındaki bir arkadaş, miğferini çıkarıp bana verdi. Miğferi takınca başımı kaldırıp bakayım dedim, kaldırmamla birlikte başıma bir şey düştü ve kendimi kaybettim. Ayıldığımda ayaklarım felçli gibi… Kendime gelince Eşber’e (Serakıncı) çağırdım, ‘Bak bakalım beynim dışarıda mı’ diye… ‘Yok’ dedi Eşber… Ama sonradan ‘Emin değildim’ dedi. Çünkü aynı saldırıda o da ağır yaralandı…”

Mermi yanındaki genç öğrencinin son anda verdiği miğfere isabet eder. 6 ayrı parça başına girer ama miğfer sayesinde hayatı kurtulur.

Mevziden yuvarlanarak köye inmeye çalışır. Mansura’da Barış Gücü komutanı kanlar içinde görünce müdahale eder ve zırhlı bir araca saklayarak önce CMC Maden Şirketi’ne ait Pendaya Hastanesi’ne (1974’ten sonra bu hastaneye Erenköy’de şehit düşen Yüzbaşı Cengiz Topel’in adı verildi), oradan da Lefkoşa’ya kaldırılır.

SON PARÇA 4-5 YIL ÖNCE

Ameliyatla kafasındaki mermi parçalarının 3’ü çıkarılabilir, geri kalanların zamanla kendiliğinden çıkacağı söylenir. “Son parça daha  4-5 sene önce çıktı” diyor Celal Değgin…

Hastanede 18 gün yattıktan sonra bu kez Boğaz’da mücahitlik yapar. 1.5 yıl da burada karargâhta kalır, Erenköy’de kalan diğer gençlerle birlikte 1966 Şubat’ında Türkiye’ye geri gönderilene kadar…

Aynı gün vurulan Eşber Serakıncı’nın da ağır yaralı olarak helikopterle BM tarafından hastaneye kaldırıldığını anımsatır Celal Değgin.

Rumların Yunan askerinin de desteğiyle Ağustos başında başlattığı büyük taarruzda bölgedeki köylerden 5’i düşer, halk ve öğrenciler Erenköy’de toplanır. Ve 8 Ağustos’ta Türkiye’nin havadan müdahalesiyle katliam önlenmiş olur, savaş sona erer… Ancak buna rağmen öğrenciler, savaşın bitmesinden sonra yaklaşık 6 ay daha bölgede “açık hapishane” hayatı yaşarlar.

Erenköy direnişi, Pilot Cengiz Topel, öğrenciler, köylüler dâhil 26 şehitle tarihe geçer.

RUMLAR, YUNANLAR ASKER SANDI… YOKSA TEKİMİZ YAŞAMAZDI

Celal Değgin, Erenköy’deki öğrencilerin çoğunluğunun nasıl oldu da hayatta kaldıklarını da şu sözlerle anlattı…

“550 civarında öğrenci, 10-15 komando ve köylüler… Organizasyon, komuta merkezi yok. Birbirimize ateş ettiğimiz durumlar olurdu… Karşımızda da 10 bin kişilik bir ordu. Hayatta kalmamızın tek nedeni, Rumların Türk askeri bulunduğunu zannetmeleriydi. Ordunun öğrencilerden oluştuğuna inanmadılar. Aksi halde tekimiz hayatta kalmazdık…”

1974’E KADAR DAYANMANIN NEDENİ ERENKÖY MÜCADELESİ

Celal Değgin, Kıbrıs Türkü’nün o yıllarda Türkiye’ye açık tek kapısı, geniş sahiliyle bu anlamda büyük imkânlar sağlayan Erenköy’deki mücadelenin önemini vurgularken de şunları söyledi…

“Türkiye’den sandallarla gelen silahlar buradan çeşitli yollarla Lefkoşa’ya, Baf’a ulaştırıldı. İsveçli BM subayları da yardımcı olurdu. Kıbrıs Türkü 1974’e kadar dayandıysa bu mücadelenin büyük payı var.”

DÖNÜŞ ONUR KIRICI… 2 YIL YASAKLI KALDIK

Celal Değgin ve diğer yaralılar, Rum saldırılarının artarak yoğunlaştığı 7 Ağustos 1964’te yaralı olarak Erenköy’den ayrılırlar. Ancak geri kalan öğrenciler yaklaşık 6 ay daha bölgede kalır. Bu uzun bekleyiş isyanlara neden olur ve gençler ancak 1966 Şubat’ında bölgeden alınır. Celal Değgin de ancak bu tarihten sonra Türkiye’ye döner, eğitimini tamamlamak için…

“Ülkeden çıkışımıza, eğitimimize geri dönebilmemize izin verilmesi için isimlerimiz ‘cumhuriyet hükümetine’, yani Rum’a verildi. BM aracılığıyla, kimlik numaralarımızla tek tek kayıtlara geçtik. Gemikonağı’nda büyük bir askeri gemiye götürdü bizi Barış Gücü… Yukarıdan televizyonlar çeker bizi gemiye binerken. O gün kendimi ‘köle’ gibi hissettim. Esir muamelesi gördük. Çok aşağılayıcıydı. Oysa geldiğimiz gibi gidebilirdik… Ben tanık olmadım ama isyan ettik diye gemide asker tarafından aşağılananlar, hakarete uğrayanlar olduğu da söylendi… Döndükten sonra da 2 yıl Makarios bizi ‘kanun dışı’ ilan etti ve ülkeye dönüşümüze izin vermedi. Dönüş yasağımız 1968’de kalktı…”

İZLERİ KALICI OLDU

Bugün 60’lı, 70’li yaşlardaki bu neslin o günlerden nasıl etkilendiğini de şöyle özetledi Celal Değgin…

“Travma geçirenler, intihar edenler, okulu bırakanlar, hastalananlar oldu… Yıllarca izleri sürdü. Ama inanın geriye dönüş olsa bugün de aynı şeyi yaparım. Birçok arkadaşım da öyle. Delikanlıydık, çılgındık. Erenköy’de korkmadım ama 1974’te Boğaz çarpışmalarında çok korktum. Korkmadığım tek bir an olmadı. Çünkü evliydim, çocuğum vardı. Erenköy’de gençliğin verdiği deli toyluk vardı herhalde…”

ÖĞRETMENLİK HAYATI… TALAT, SOYER ÖĞRENCİLERİ

Ankara’ya dönünce okulunu tamamlar. Zaten son sınıftaydı. 1966’da Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünden mezun olur. Ancak “yasaklı” olduğu için adaya dönemez. Bunun üzerine dil eğitimi için İngiltere’ye gider bir süre. Dönüş yasağının kalkmasıyla 1968 Ağustos ayında felsefe öğretmeni olarak adaya döner.

Öğretmenliğe Ankara’dayken müracaat ettiği için döner dönmez göreve başlar. İlk görev yeri Bayraktar Ortaokulu olur. Burada bir yıl çalışır ve 1969’da Lefkoşa Türk Lisesi’nde öğretmenliğe başlar. Tüm meslek hayatını da bu okulda geçirir, 8 yıl öğretmen, 13 yıl müdür olarak. 1990 yılında da emekli olur.

Bugünün liderlerinin, bakanlarının çoğu da öğrencileri… Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Ferdi S. Soyer, Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Canan Öztoprak bunlardan sadece bazıları…

NERDEN NASIL GELDİK, GENÇLER BİLMELİ

Celal Değgin, hem Erenköy gazisi, hem de bir öğretmen olarak topluma, gençlere mesajla tamamladı sözlerini…

“Bizim nesil, hatta birkaç nesil acılarla yoğrulduk. Hayatımız zorluklar içinde geçti. Gençliğimizi bugünkü gençler gibi yaşamadık. Aynı şeyleri çocuklarımızın, gençlerin yaşamasını istemem. Ama yaşananları bilmeleri, okumaları, duyarlı olmaları lazım… ‘Biz çektik çocuklarımız çekmesin’ derken galiba çok şeyi eksik bıraktık. Hayatımızı, yaşadıklarımızı yeterince anlatmadık, tarihimizi öğretemedik…”

(TAK/ Ağustos 2007)

Bir Cevap Yazın