Adını, ama adından fazla da sesini bilmeyen, tanımayan yok. Duygusal, romantik, mütevazı ve aynı zamanda muzip sesi Kıbrıs sınırlarını aşanlardan… Özellikle “Plak Yarışı”, “Merhaba Dostlar”, “Askerin Saati” ile tanındı ve tam 50 yıldan beri mikrofon başında… Ve bugün 77 yaşında ama işini hala aşkla sürdürüyor, sürdürmede de kararlı. “Mikrofon başında ölmek isterim” diyecek kadar işine tutkun.
Kıbrıs Türkü’nün ilk sunucusu olarak bilinir. Radyocu, yayıncı, basınla yakından ilgili… Ama bilinmeyen yanları da var. O, aslında bir öğretmen, Öğretmen Koleji mezunu bir ilkokul öğretmeni… Ve edebiyat, müzik tutkunu… Çok okuyor, klasiklere meraklı. Keman çalıyor, beste yapıyor, şarkı söylüyor. Bugünlerde ise “bizim çocuğumuz, biz de onun çocuğu” dediği BRT’de televizyon programları yapıyor; sesine ve duruşuna uygun nostaljik programlar.
BAF’TAN LEFKOŞA’YA
Hüseyin Kanatlı, 1931 Baf doğumlu. 5’i erkek 7 kardeşin en büyüğü. Ana-babanın kız çocuk beklentileriyle kalabalık bir aileye sahip olmaktan son derece memnun. Kızların ikiz olmasını ise “kaderin cilvesi” olarak niteliyor…”O kadar istediler ki, 5 erkekten sonra son karında iki kız birden doğdu…”
Kardeşler arasında bilinen isimlerden Numan Kanatlı, Kıbrıs’ın yetiştirdiği en önemli atletlerden. Rekorları hala kırılmamış… Kitap-kırtasiye sektörünün bilinen isimlerinden Saydam Berberoğlu da enişte, kız kardeşin eşi…
İlkokulu Baf’ta, birkaç yılını da ailenin çalışmak için buraya gitmesi nedeniyle Lefke’de okur Hüseyin Kanatlı… Ardından dönemin Türklere ait tek lisesi Kıbrıs İslam Lisesi’ne girer sınavla. Artık Lefkoşa’dadır ve yatılı kalır. Tatil dönemlerinde gider sadece aile yanına. Sonradan adı bugünün Lefkoşa Türk Lisesi olarak değişen İslam Lisesi’nden diploma alan son nesil arasında yer alır.
EDEBİYAT VE MÜZİĞE TUTKUN
Lisede Edebiyat Bölümünde okur. Edebiyat ve müzik tutkunudur. Hedefi de Türkiye’de bu alanlardan birinde eğitim almak. Liseden 1949’da mezun olur, sınavı da geçer ama ailenin mali durumu nedeniyle Türkiye’de üniversiteye gidemez. 7 çocuklu ailenin bunun altından kalkması mümkün değildi çünkü… “Hayatımda yaşadığım ilk hayal kırıklığıydı” diyor bu olayı anlatırken.
KERHEN ÖĞRETMEN OLUR AMA ÇOK SEVER
Üniversiteye gidemeyen Hüseyin Kanatlı, öğretmenliği düşünmemesine karşın başka seçenek olmayınca o tarihlerde Güzelyurt’taki (Omorfo) Öğretmen Koleji’ne (bugünün Atatürk Öğretmen Akademisi) başvurur. O kadar isteksizdi ki evrakları bilinçli olarak eksik verir ama ona rağmen sınava çağrılır. Geçer de sınavı…
Bu okulda edebiyat ve müzik tutkusunu geliştirme imkânı bulur. Klasikleri okur, sürekli okur… Keman çalmayı öğrenir… Ve en önemlisi öğretmenliği sever.
İyi derecede Yunanca ve İngilizce öğrenmesini, bu iki dili okuyup yazmasını da bu okula borçludur…
POLEMİTYA, AYANNİ, ALEHTORA VE LİMASOL
Öğretmenliğe Aşağı Polemitya’da (Binatlı) başlar. Yıl 1951. Bu ilk görev yeri hayatında büyük yer tutar. Köyün ilk korosunu kurar, öğretmenliği burada sever ve eşini burada tanır.
Bu arada öğretmen eksikliği nedeniyle bir süre Ayanni’de (Aydın) de öğretmenlik yapar, geçici olarak. “Kemaneci hoca” olarak anılır bu köyde.
Ve buradan bir anekdot…
“Katıksız milliyetçiydik. Ne asker, ne baskı; ülkümüz vardı. Kelle koltukta yaşamamıza rağmen sömürge koşullarında ülkümüz için yaşardık hepimiz… Okulların müfredatında ‘yaşa kraliçe…’ diye başlayan marş vardı. Biz İstiklal Marşı’nı da eklerdik, büyük hayati riskler alarak..Bayrak çekmek de yasaktı… Ve yılsonu töreninde öğrencileri yıldız ve ay şeklinde dizerek bayrak yaptım, hangi cesaretle hala bilmiyorum…”
Dönemin keskin kuralları gereği 5 yıllık görev süresini tamamlamasıyla Polemitya’dan Alekhtora’ya (Gökağaç) becayiş (tayin) olur. Ama müzik hocasıdır ve bu küçük okulda, köyde koro çıkaramayacağı için müfettişin önerisiyle Limasol Sedat Simavi İlkokulu’na gönderilir. Burada 3 ayrı koro kurar.
Bugünün ünlü isimleri Mustafa Akıncı, Erdinç Gürçağ, Işın Ramadan Cemil anımsayabildiği öğrencileri.
Bu arada Limasol’da ortaokul düzeyinde teknik okul açılır, orada da Türkçe dersi verir.
EDEBİYAT TUTKUSUYLA GAZETELERE YAZAR
Daha Öğretmen Koleji’nde iken hocası Özdemir Bey’in teşvikiyle gazetelere yazı ve şiir göndermeye başlayan Hüseyin Kanatlı, öğretmenlik hayatında da yazılarını sürdürür, edebiyat tutkusunu böyle giderir. Dönemin gazeteleri Halkın Sesi’nde, Hürsöz’de yazar. Bazen adıyla, bazen takma adlarla. “Hakan Atlı” kullandığı takma adlardan sadece biri. Adına uygun takma adlar…
Günümüze kadar da birçok gazetede yazmayı sürdürür.
RADYO HAYATI
Öğretmenlik devam ederken Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu Türkçe Bölümü’nde münhal açılır, teşviklerle buraya başvurur. Suphi Rıza bölümün başkanıdır. Başvurur bu münhale ve kazanır… Ve böylece 8 yıllık öğretmenlik hayatının ardından radyoculuk hayatı başlar, 1959’da.
Çocuk programlarıyla başlar, müzik ve diğer programlarla devam eder. Kendi yazdığı skeçleri de yayınlar radyoda.
Ancak 1963 çatışmalarıyla birlikte Kıbrıslı Türklerin tümü gibi onun da hayatı yön değiştirir. Bugün RİK (Rum Radyo Televizyonu) olarak bilinen Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu’nun Atalasa’daki binasına gidemez artık…Aralarında Harid Fedai, Hülagü Aytaçoğlu, Güzide Tunç, Feyziye Hulusi, Hakkı Süha, Mustafa Akalın, Ahmet Belevi, Artam Diren, Hatice Söğüt, Kemal Tunç ve daha niceleriyle ortada kala kalırlar…
LEFKE BÖLGE RADYOSUNDA 14 AY
Ne yapacaklarını bilmez vaziyette beklerken, arkadaşı Harid Fedai bir not gönderir, “Lefke Sancağı bünyesinde radyo kurduk, gel…” der. Lefke’ye gitmek kolay değil, her tarafta barikatlar… Buna rağmen elindeki tüm malzemeyi, plaklarını da toplayarak uzun ve zorlu bir yolculuk sonucu Lefke’ye gider. ”Nerden cesaret bulurduk bilmiyorum, milli macera herhalde” diye anlatır o günleri.
“Bir süreliğine” gittiği Lefke’de yaklaşık 14 ay kalır. Eşini ve kızlarını da yanına alır, küçük bir evde, yokluk içinde yaşarlar bu sürede. “Çocukları yıkayacak sabun yoktu… Bir sigara için neler vermezdik” diyor yokluğun, kıtlığın boyutunu anlatmak için… Evi, arabası Lefkoşa’da kalır… 1964 çatışmalarına, Cengiz Topel’in uçağının düşmesine tanıklık eder Lefke tepelerinden…
1965’te Lefkoşa’ya döner. Bir süre bekledikten sonra Bayrak Radyosu’nda işe çağrılır.
“PLAK YARIŞI” 25 YIL SÜRDÜ
Milli, tarihi programlarla başlar radyo hayatı. Skeçler de yapar. Ama en fazla da müzik programları…
Adıyla anılan “Plak Yarışı” 1969’da başlar Bayrak Radyosu’nda ve kesintisiz 1994’e kadar sürer. 25 yıllık bu program aynı zamanda Kıbrıs Türk yayıncılık yaşamının en uzun soluklu ve kesintisiz programı olarak tarihe geçer. BBC’nin “Top 20”sinden esinlenilerek hazırlanan bu program Kıbrıs yanında Türkiye’den de yakından izlenir ve Hüseyin Kanatlı’nın sesinin 7’den 70’e herkes tarafından tanınmasına neden olur.
Bunu “Merhaba Dostlar” izler. Türkiye ve Ortadoğu’ya da hitap eden Türkçe, İngilizce ve Arapça 3 dilli bu program iz bırakır izleyicide. Arapça bölümünde Sermed Emin eşlik eder Kanatlı’ya…
“Askerin Saati” de dönemin koşullarına uygun hedef kitlesiyle dinleme rekorları kırar, Hüseyin Kanatlı’nın unutulmazları arasında yer alır.
İLK SUNUCU… İLK MİKROFON
Radyoculukla, yayıncılıkla birlikte sunuculuk hayatı da devam eder. İlk güzellik yarışmasını Larnaka’da düzenler arkadaşlarıyla…Yeniboğaziçi’nde Pulya Festivali’nde güzel seçilmesine öncülük eder. Güzel, veciz sözleriyle sunuculuğu başlatır, ilk sunucu olarak geçer kayıtlara…
Yaklaşık 30 fiili hizmetten 1990’da emekliye çıkar BRT’den. Hüseyin Çobanoğlu’nun müdürlük dönemidir. Özel bir gece düzenlenir ve BRT’nin kullandığı yukardan asmalı ilk mikrofon ona hediye edilir. “Aldığım en güzel hediye” dediği mikrofonu evinin en gözde köşesinde tutar hala…”Çok yerde çalıştım ama BRT, Bayrak ayrı benim için, bizim nesil yayıncılar için… Biz Bayrak çocuklarıyız, Bayrak da bizim çocuğumuz” diyerek anlatır kuruma tutkusunu…
MİKROFON BAŞINDA ÖLMEK
Emekliliğin ardından bir süre Mersin’de yaşayan, orada ve dönüşünün ardından adada part-time işler yapan Hüseyin Kanatlı, bir süre önce BRT’de yine program yapmaya başlar. Adına, sesine ve duruşuna uygun nostaljik programlarla çıkar izleyici karşısına… Ve hala da çıkmaya devam eder… “Mikrofon başında ölmek istiyorum. Bu iş tutku işi, aşk işi… Ben bu işe aşığım” diyerek işini sürdürmede kararlığını da vurgulayarak.
DİKSİYON ÇOK ÖNEMLİ… DİNLEMEYE TAHAMMÜLÜM YOK
Yarım asırlık deneyimle yayıncılıkta, sunuculukta diksiyon ve dili iyi kullanmanın önemine de özellikle vurgu yaptı Hüseyin Kanatlı. “Daha 1970’li yıllarda eğitimden geçtik, diksiyona hep önem verdik. Akıcılık, derinlik şart…” diyor.
Peki, bugün nasıl buluyor mikrofonlardan yükselen sesleri… “Her şey gibi bu işler de ucuzladı. Ayağa düştü… Bunlar kutsal meslekler… Parayla değil bu işler, ruhu olmayan, yeteneği olmayan yapamaz, yapmamalı… Bazı istisnalar hariç genelde dinlemeye bile tahammülüm yok…”
EŞİNİ KANSERDEN KAYBETTİ…TRAVMALAR YAŞADI
Öğretmenlikte ilk görev yeri Polemitya’da tanıştığı ve 1957 yılında evlendiği eşi Hanife’yi kaybetmesi ise hayatının dönüm noktasını oluşturdu Hüseyin Kanatlı’nın. 1991’de bir yutkunma sorunuyla başlayan ve kanser olduğu anlaşılan eşini yanlış bir ameliyatın ardından Türkiye’de aylar süren tedaviye rağmen kaybetmiş. Yaklaşık bir yıl süren acılı tedavi süreci büyük acılar yaşatmış aileye… 30 yıllık ikramiye de bu tedavi sürecinde tükenince genç bir memur gibi tekrar çalışmaya başlamış…
Kızları Pembe Kanatlı ve Özen Solakay’ın desteğiyle atlatmaya çalışmış bu dönemi. Ama travmalarla… “Uzun süre İstanbul’dan nefret ettim, çünkü bir yıl orada yattı eşim, hastanede. Aylarca eve giremedim. Sonunda acıyla baş etmeyi öğrendim…”
HÜZZAM SEVİYOR… BİRAZ MELODRAMİK
Yaklaşık 5 saat süren röportaj boyunca hoş sohbet, esprili üslubuyla hayatını özetleyen Hüseyin Kanatlı, acılarını anlatırken hüzünleniyor… Yumuşak, romantik sesinin acılı yüzünü “Biraz melodramik yapıdayım” diye özetler. “Acıyı severim” diyor, bu nedenle de “hüzzam” tutkunu. Dinliyor, söylüyor, ama daha önemlisi beste yapıyor. Arşiv yapmadığı için elinde bugüne kadarki besteleri yok, ama sonuncusu bilgisayarında olduğu için kolayca ulaşıyoruz, ona çaktırmadan…!
”… ne ömrümün son demi, ne sonbaharıdır/ şarkımdaki nağmeler ruhumun tek varıdır/ makamın günahı yok, ne çıkar hüzzam olsa/ beni aşka bağlayan, içimdeki yaradır…”
(TAK/ Kasım 2008)