“BASININ TARİHİNİ, ESKİ GAZETELERDEN 30 CİLDİ ÖMER SAMİ COŞAR’A KAPTIRDIK…”

“ZAFER gazetesini Bayraktar’ın bilgisi dahilinde gerektiğinde Türkiye’ye kafa tutabilmek için çıkardık”

DSC00503

Günümüzde basın camiası da dahil ismi pek bilinmeyen bir gazeteci ama mürekkep kokusuyla 15 yaşında tanışan, bugüne kadar da vazgeçemeyen isimlerden… Hürsöz, Bozkurt, Nacak gazetelerinde çalıştı, bir grup arkadaşıyla birlikte Zafer gazetesini çıkardı…TMT’de gizli propagandist olarak birçok tarihi olaya tanıklık etti… Öğretmenlik yaptı, Enformasyon Dairesi’nde çalıştı… Şimdi Avustralya’da matbaacılık yapıyor, kitap yazmaya hazırlanıyor… Salih Çelebioğlu, ismi çok bilinmese de basının duayenlerinden, zor yıllarda basına emek veren isimlerden…

Avustralya’dan tatil için geldiği KKTC’de “Basın” gazetesi için sorularımızı  yanıtlayan Salih Çelebioğlu, bugünlerde kitap yazma hazırlığında… Özellikle Zafer gazetesinin çok bilinmeyen çıkış nedenleri ve tarihi hakkında… 1965-69 arasında dönemin Bayraktarı, TMT Lideri Kenan Coygun’un bilgisi dahilinde “gerektiğinde Türkiye’ye kafa tutabilmek” ve “Denktaş’ın adaya dönüşünü sağlamak” hedefiyle çıkan gazetenin tarihini yazmaya hazırlanan Çelebioğlu, aynı yıllarda TMT karargâhında gizli propagandist olarak çalıştığı günlere ilişkin ilginç olaylara da tanıklık yaptı.

Ünlü Baf çatışmaları, dönemin liderleri Dr. Fazıl Küçük ve  Rauf Denktaş, Bayraktar ve Sancaktarlar ile bilinen-bilinmeyen birçok isimle ilgili gazeteci-teşkilatçı kimliğiyle saptamalarda bulunan Çelebioğlu, “Biz dava için uşraşırken birileri zengin oldu. Bugünden geriye baktığımda kendimi enayi gibi hissediyorum” ifadelerini kullandı.

ROPÖRTAJ TESADÜF ÜRÜNÜ

Geçtiğimiz nisan ayında Gazeteciler Birliği’nin kültür-sanat gecelerinin beklenmeyen izleyicilerinden Salih Çelebioğlu, çoğu genç nesil gazetecilerden oluşan gecenin organizatör ve izleyicisi konumundaki gazetecilere yabancı bir simaydı. Eşiyle birlikte izleyici koltuklarında yer alan Çelebioğlu, önce kimsenin ilgisini çekmedi. Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde soruları, görüşleriyle sohbete katıldıkça ilgi odağı oldu. Özellikle “Zafer” gazetesiyle ilgili anlattıkları haber değerindeydi ve bu röportaj da o gece doğan bu etkinin ürünü…

DSC00514

MÜREKKEP KOKUSUYLA 15 YAŞINDA TANIŞTI

Salih  Çelebioğlu, 1936 doğumlu. Ailesi Baf’ın Finike köyünden ama o doğma büyüme Lefkoşalı. Hayatı Abdi Çavuş’ta, Yenicami’de geçti. Bugün hâlâ özlemle, sevgiyle andığı, ama o günlerden eser kalmayan eski Lefkoşa mahallelerinden.

Zor bir çocukluk dönemi geçiren Çelebioğlu, maddi sorunlar ve ailevi problemler nedeniyle ortaokulun ardından eğitimine 5 yıl ara verir. Ve bu dönemde tanışır mürekkep kokusuyla…

“1950 yılında adım attım matbaaya. Daha 14-15 yaşındaydım. Bandabuliya’nın arka tarafına düşen sokakta Fevzi Ali Rıza’nın HÜRSÖZ gazetesi yayınlanırdı. Küçük, ilkel bir matbaa idi. Elle dizgi yapardık, elle dağıtırdık, elle basardık. Zaten o zaman gelişmiş bir matbaa yoktu Kıbrıs’ta. 3 tane matbaa vardı, bir bu, Halkın Sesi’nin basıldığı Akif’in matbaası, bir de Cumhuriyet gazetesinin basıldığı Fikri Bey’in Kuruçeşme’deki matbaası. 3’ü de ilkel şartlarda çalışırdı.”

Hürsöz’ün ardından Bozkurt’ta çalışmaya, yazmaya başlar.

Bu arada Kurumlar Federasyonu’nun açtığı gece okulunun da etkisiyle 5 yıl aradan sonra yeniden liseye başlar, yeni kurulan Mağusa Namık Kemal Lisesi’nin ikinci dönem mezunları arasında yer alır. 1954-55 yılları, toplumsal çatışmaların başladığı yıllar… Ve bu yıllarda kendini toplumsal mücadelenin de içinde bulur, Volkan’da görev alır, eylemlere katılır…

Lisenin ardından Lefkoşa’da “oksidari” polislik yapar. Para biriktirir. Ve 1959’da yüksek öğrenim için Ankara’ya gider. Gazi Eğitim Enstitüsü’nde İngilizce Öğretmenliği okur. 1962’de mezun olup adaya döner dönmez öğretmen olur. Ama öğretmenlik çok sürmez, çünkü 1963 çatışmaları başlar, hayat felç olur, okullar kapanır. Bundan sonra basınla daha fazla haşır neşir olur, zaten çocukluğundan beri yabancı olmadığı bir camiayla. Hem matbaa işlerini biliyor, hem de gazetelerde yazıyordu.

GAZETE OKUL, TOGAN BABA OLDU

Lise ve üniversite yılları dahil uzun yıllar çalıştığı Bozkurt gazetesinin hayatındaki yeri hâlâ farklı Salih Çelebioğlu’nun. Bozkurt serüvenini, basının duayenlerinden gazetenin sahibi merhum Cemal Togan’ı anarken gözyaşlarına hakim olamadı…

“Teknolojiyi Bozkurt getirdi ülkeye. Elle vermeden, elle almadan, kendi alan kendi veren otomatik baskı makinesiyle matbaacılıkta devrim yaptı Bozkurt. Bu gazete birçok arkadaş gibi bana da okul oldu, Cemal Togan da baba…”

NACAK’TA DA YAZDI

Bozkurt’ta çalışırken bir dönem NACAK gazetesinde de yazar Çelebioğlu…

“Ankara’da üniversitedeyken Kurumlar Federasyonu Nacak gazetesini çıkardı. Bu gazetenin  başında Kutlu (Adalı) ile Fuat (Veziroğlu) vardı. Her ikisi de arkadaşımdı. Özellikle Kutlu’yla eskiye, çocukluk yıllarına dayanan dostluğumuz vardı. Kutlu ‘bizde yaz’ dedi. Ve ben tatil boyunca onlarda yazı yazdım. Özellikle ropörtajlar yaptım, en büyük zevkimdi. Hem Nacak’ta, hem Bozkurt’ta yazıyordum ve Bozkurt’ta da fiilen çalışıyordum. Geceleri de tashih yapıyordum. Kısa süre yazdım Nacak’ta. Kutlu ve Fuat ayrılınca, yönetimi başkaları devralınca vazgeçtim.”

BASIN TARİHİNİ YAZMAK İSTEDİ AMA…

1963 çatışmaları öncesinde, hem basın, hem öğretmenlik serüveni devam ederken, basın tarihini yazmaya girişir 1962’de. İyi bir çalışma yapar ama kendi ifadesiyle “entrikalar” sonucu başaramaz…

“Amacım belgeleriyle gazeteleri, yayınları toparlamaktı. Cemal Togan’a bahsettim ‘çok iyi olur, ne yardım istersen yaparım’ dedi. Cemal Togan’ın da aracılık etmesiyle bir çok koleksiyon topladım. Getirdim matbaaya  yığdım, bir de ofis ayırdı bana Cemal Bey. Koleksiyonların çoğu da eski Türkçe. Remzi Okan’ın SÖZ gazetesinden başlayarak epeyce malzeme biriktirdim. Eski Türkçeleri de Cemal Bey’in arkadaşı Münir Bey’in yardımıyla tercüme etmeye başladık. Tam neticelendireceğim zaman Ömer Sami Coşar girdi işin içine. Ama bu işte de hatam Kutlu’da oldu.

Türkiyeli bir gazeteciydi Ömer Sami Coşar, Denktaş getirtmişti onu. Kutlu da Cemaat Meclisi’nin resmi memuru. Kutlu bana dedi ki ‘Ömer Sami Coşar böyle bir araştırma yaptığını duydu, kendinin bu konuda tecrübesi varmış, sana yardım etmek ister’. Ben de okumuştum Türkiye’de gazeteci olarak yaptığı çalışmaları ve Kutlu böyle bir şey söyleyince gerçekten mutlu oldum. Saflık işte… Ömer Sami Coşar’la evinde görüştük. ‘Tecrübem var, ben sana yardım edeyim’ dedi. Ne yaptım, ne toparladım hepsini anlattım saf saf ve elimdekilerin hepsini kaybettim. Ömer Sami Coşar hepsini aldırttı. Benden aldırttı. Almadı, aldırttı. Farelerin kemirdiği, hamam böceklerinin dolaştığı yerlerden atıl vaziyette çıkardığım dökümanların hepsini kaptırdım. Eski gazetelerden yaklaşık 30 cilt. Atatürk’ün devriminden önceki gazeteler dahil. Ciltleri bana verenler bir hafta sonra ‘Cemaat Meclisi bizden satın alacak’ diyerek geri istemeye başladı. Hiçbir şeyden şüphelenmedim ve verdim. Meğer Ömer Sami hepsini topladı ve o eserlerin hepsini aldı İstanbul’a götürdü…”

TEŞKİLAT GÜNLERİ

Bozkurt’ta çalışmaya devam ederken, 1964 yılında Bayraktar, TMT Lideri Kenan Coygun’un isteğiyle TMT karargâhında gizli istihbaratçı olarak çalışmaya başlar…

“Bozkurt’tan yazılarımı okuyordu ve beğeniyordu. Milliyetçi değil ama Rumlara çatan yazılar yazardım. Herkes aynı şeyi yapıyordu, o devrede gazetecilik Rumlara çatmaktı. EOKA’nın şiddeti vardı, devamlı nümayişler. Başka türlü olmamıza olanak yoktu zaten. Ve karargahta çalışmaya başladım. Rahmetli Kenan Coygun’un bana ilk sözü şu oldu: ‘Burda çalıştığın sürece hatıra defteri, günlük tutmak yok, döküman toplamak yok. Ve gazetede yazmaya devam edeceksin, herkes seni gazetede çalışır bilecek.’ Gizli görev yapacaktım. Karargâhta çalışanlar hep gizliydi zaten. Görevim de basın ve propaganda işleri yürütmekti. O devrede büyük bir radyo savaşı veriliyordu. Bayrak Radyosu yeni kurulmuştu, Rumlar devamlı rahatsız ediyorlardı. Devamlı yerden yere dolaşıyordu Bayrak Radyosu. Biz de Rumların televizyonunu parazitlemeye başlamıştık. O zaman propaganda yapabileceğimiz iki şeyimiz vardı; biri Bayrak Radyosu, biri de Enformasyon… Enformasyon bizim elimizde değildi. Enformasyona biz, yani TMT karargâhı hâkim olamamıştık. Çünkü enformasyon Doktor Küçük’ün denetimindeydi. Biz de gücümüzü Bayrak Radyosu’na verdik.”

ZAFER BU DÖNEMİN ÜRÜNÜ

Yaklaşık 5 yıl süreyle yayınlanan ZAFER gazetesi de bu dönemin ürünü… Kenan Coygun’un da bilgisi dahilinde Salih Çelebioğlu, eşi ve bir grup arkadaşıyla çıkarır yeni gazeteyi…

Adıyla anılan gazetenin nasıl, neden çıktığını şöyle özetledi Çelebioğlu:

“1965 yılıydı, ben Bozkurt’ta yazıyorum. Mehmet Ali Tremeşeli’nin Kumsal’daki bölüğünden bir yazı geldi karargâha. Ekrem Ural gibi aydın insanlar vardı o bölükte. Gazete çıkarmak istediklerini bildirdiler. Kenan Coygun bana gösterdi yazıyı. Nasıl gazete çıkarılabilir diye konuştuk. Sonra bir yazıyla bölüğe bu şartlarda gazete çıkarmanın mümkün olmadığını bildirdik. Ama bu konu kafamızı kurcalamaya devam etti. Varolan gazeteler ihtiyacı karşılamıyordu. Halkın Sesi’den çok şikayetçiydik. Bir gün Kenan Coygun ‘öyle bir gazete gerekir ki bize, gerektiğinde Türkiye’ye bile kafa tutabilsin’ dedi. Fikir böyle başladı. Fakülteden yakın arkadaşım, o zaman sivil savunmada çalışan Mustafa Güryel’den de gazete önerisi geldi. Çıkaralım da paramız yok pulumuz yok… İkimiz bu işi yapamayız. Şartlar zor, kimse bize basmaz bu gazeteyi. Ama Güryel vazgeçmedi. Liseden arkadaşım ve Ankara’da da yakın dost olduğumuz İsmet Kotak da Mağusa kooperatifinde müdür o günlerde. ‘Katılır mısın’ dedik, kabul etti. Ardından o zamanlar Bozkurt’ta yazı yazan Ahmet Alper’i aradık. O da kabul etti ve dördümüz gazeteyi çıkardık. Sonradan Kutlu Adalı da katıldı bize.”

TMT LİDERİNİN BİLGİ VE ONAYIYLA

Zafer gazetesinin pek bilinmeyen çıkış öyküsünün TMT Lideri Kenan Coygun’un bilgi ve onayıyla çıktığını da anlattı Çelebioğlu. Gazetenin kısa tarihinde yayın politikasını, hayal kırıklıklarını da özetleyerek…

“Gazeteyi çıkarmaya karar verince Kenan Coygun’a bilgi verdim, kimler var diye yazıyla da aktardım. Onay verdi. Ülkenin tek hâkimi o, ne derse o olur. Onun bilgisi dahilinde gazeteyi çıkarmaya başladık. İlk günden Türkiye’ye veryansın etmeye başladık. O güne kadar söylenmeyenleri, yazılmayanları yazıyoruz. Matbaamız yok, Bozkurt’ta basmaya başladık ama 5-10 sayı sonra Bozkurt ‘işçim yok, artık basamam’ dedi. Bunun üzerine 1963’te kapanan AKIN gazetesinin sahibi Kemal Akıncı’ya gittik, atıl matbaasını kullanmak için. Birkaç sayı da orda bastık, Akıncı ‘artık basamam’ dedi. Haftalık çıkıyoruz ama orada da olmadı. Bu durumda bir tek Halkın Sesi kaldı. Halkın Sesi’yle, Doktor’la da devamlı çatışıyoruz, politikasını tasvip etmiyoruz. Buna rağmen Güryel’e ‘Git ve doktora söyle, bu gazeteyi basacan de’ dedim. ‘O bizi görmek bile istemez, çiğ çiğ yer vallahi’ dedi. Israr ettim, gitti. ‘Getirin basarım’ dedi Doktor. Ağzı açık kaldı Güryel’in. ‘Tabii basacak’ dedim, ‘Çünkü orada basarken  dizgiciler kendiyle ilgili yazıları verecekler. O yazıları isterse atacak. Gazeteyi kontrol edecek.’ Ve Doktor bize bu gazeteyi 8 hafta bastı. Bu sürede kendine çatmadık. Çatsak basmayacak o hafta… Ondan sonra Necati Özkan’ın İstiklal gazetesinin 1950’lerde kapanan yerini satın aldık. Zafer’i orada yayınlamaya başladık. Elde dizip, elle basar, elle dağıtırdık. Hem yazardık, hem dizerdik, hem basardık. Tamamen kendi eserimiz. Kenan Coygun adadan ayrılana kadar çıkardık gazeteyi. Görevden alındığında Türkiye’ye karşı çok şiddetli bir yayına geçtik. Zaten Zafer’in iki amacı vardı. Türkiye’nin müdahale hakkını kullanmasını teşvik etmek, bunun için gerektiğinde acımasızca eleştirmek ve Ankara’da sürgünde bulunan Denktaş’ı adaya getirmekti. Doktor Küçük ile mücahidin arası açıktı ve biz Denktaş’ı ‘umut’ olarak gördük, ama sonra hayal kırıklığına uğradık… Ve gazeteyi çıkarırken en büyük desteği karargahtan ve sancak karargahındaki bir grup arkadaştan gördük. Baskısında, satışında, her şeyde bize çok yardımcı oldular. Kenan Coygun fazla karışmadı, müdahale etmedi ama arkadaşlar çok yardımcı oldu. Çünkü bu gazetenin çıkmasını ve diğerlerinin söyleyemediğini söylemesini istiyorlardı. Nitekim bu gazetede yayınladığımız yazılar dolayısıyla Coygun’dan sonra gelen Mehmet Eriş’le aramız açıldı. Gazeteyi kapatmaya kalktı.”

Baştaki birliktelik yavaş yavaş bozulunca Güryel, Çelebioğlu ve eşi kalmış gazetede… Buna rağmen bazı dönemler günlük de çıktılar, kamuoyu oluşturmak için… Ancak Mustafa Güryel de hukuk eğitimi için Ankara’ya gidince işler zorlaşır. 1969 sonunda gazeteyi kapatırlar, matbaayı ise 1975’te KTÖS’e satana kadar çalıştırırlar eşiyle birlikte…

BAF OLAYLARI

Gazeteci kimliği yanında “istihbaratçı” kimliğiyle de birçok olaya yakın tanıklık eder..  İşte kendi ifadeleriyle Baf olaylarının başlama nedeni…

“Baf’ta Kemal Karakullukcu diye bir Sancaktar vardı. İlk Sancaktar… 63 olayları patlak verdiğinde Sancaktar oydu. Baf’taki mücahitlere söz geçirmekte zorluk çekiyordu ve bu zorluğunu da sık sık dile getiriyordu. Fakat o günkü şartlar içinde o adamı değiştirme olanağımız yoktu. Bir gün mücahitlerin isyan ettiği haberini aldık. Sancaktarı etkisiz hale getirdiler ve silahlarla Rum tarafına saldırdılar. Olmadık rezillikler yaptılar, bankalara saldırıp soydular, önlerine geleni vurdular, kırdılar, kadınların ırzına geçtiler. Ertesi gün Rumlar bütün güçleriyle saldırdılar Türk bölgesine… Vurdular, kırdılar. ‘Muttallo’ denen bir bölgeye sıkıştırdılar Türkleri, yakaladıklarını öldürdüler, kadınların ırzlarına geçtiler. Karargah Barış Gücü’nü devreye soktu ve durdurdu katliamı. Bu olayda aslında suç bizdeydi. Rum bu olayı geniş bir şekilde istismar etti. Ondan sonra biz Sancaktar’ı oradan aldık, yerine başkasını gönderdik ve sert tepkiler uygulanmasını istedik. Elebaşlarını cezalandırdık, hatta bazılarını Lefkoşa’ya getirdik. Ve böylece o olayın kapanmasına çalıştık.

TMT’Cİ DEĞİLİM, YEMİN DE ETMEDİM

TMT karargâhında istihbaratçı olarak çalıştığını anlatırken, yeminli teşkilat üyesi olmadığına da özellikle vurgu yaptı Çelebioğlu…

“Öyle bir kavga verildi ki bu memlekette, bunun dışında kalamazdınız. Şartlar öyleydi. Bugünden geriye bakıp yorum yapmak, yargılamak kolay… Mücadele, kavga da verildi, çok rezillikler de oldu. Ben yeminli TMT üyesi olmadım hiç. Ankara’da eğitim almayı da reddettim. Burada Alay’da eğitim gördüm 1963 sonrasında. Ama Kenan Coygun’un hakkını bu toplumun, en azından bilenlerin vermesi gerekir. Yakınında çalıştım, biliyorum. Bütün hedefi en az zaiyatla mücadeleden çıkmaktı. İnsancıl tarafları çoktu. Hırsızlık yaparken vurulanı dahi şehit listesine yazdırırdı, sırf ailesi sefil olmasın diye…”

Kenan Coygun’un 1967 yılında kendi ifadesiyle “CİA’nın talebiyle” görevden alınmasıyla Çelebioğlu da karargâhtan ayrılır. Maarif Dairesi’ndeki görevine geri döner. Kısa bir süre öğretmenliğin ardından Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş’ın çağrısıyla 1972’den itibaren Enformasyon’da göreve başlar.

Enformasyon günlerinden “çok tanıdık” gelen birkaç anı…

“Bir gün Alper Orhon Türkiye aleyhine bir beyanat verdi. Biz de her gün özet hazırlar ve bakanlıklara gönderirdik. O gün de dağıttık, 2 saat sonra elçilikten bir telefon geldi. ‘Alper Orhon’u özetlere alıp dağıttınız, toplatmanızı istiyoruz’ dediler. ‘Toplatamam, bu benim işim’ dedim, 15 dakika sonra Denktaş’ın Özel Kalemi Taner Etkin aradı. Aynı şeyi o da istedi, ona da ‘Yapmam’ dedim. Öğleyin yemeğe çıktım, benim yardımcıma toplattılar.”

Ve Enformasyon Dairesi’ndeki görevinden alınmasına neden olan bir başka anı…

“Denktaş ile Kiprianu arasında 1977’de başlayan görüşmelerde gazetecileri enformasyon olarak biz organize eder ve götürürdük. TRT’nin Kıbrıs temsilcisi o günlerde Güney’de ropörtaj için randevu ayarlamamızı istedi. ‘Bekle görüşmeler bitsin sonra’ dedik. Israrcı oldu, tartıştık ve beni Cumhurbaşkanı Denktaş’a şikayet etti.  Zaten fırsat bekliyorlardı herhalde, defterimi o gün dürdüler. Bir yazıyla beni Enformasyon’dan aldılar ve aynı bakanlığa bağlı Azınlıklar Dairesi’ne verdiler…”

Azınlıklar Dairesi’nde yaklaşık 8 ay hemen hemen hiç görev yapmadan çalıştıktan sonra 1978’de emekliye ayrılır. Lisenin ardından polislik yaptığı yıllar hizmetten sayılmayınca mahkemeye başvurur ve davayı kazanarak ayrılır, ama kırgın ayrılır. Devlete kırgınlığına eşinin rahatsızlıkları da eklenince ülkeden ayrılır ve Avustralya’ya yerleşir.

AVUSTRALYA’DA YENİ BİR HAYAT

Kıbrıs’taki matbaasını 1975’te KTÖS’e satan Çelebioğlu, eşi ve tek oğluyla birlikte Avustralya Melbourn’a yerleşir. Orada kurduğu modern matbaayı şimdilerde oğluna devreder ve yazarak, okuyarak emkliliğin tadını çıkarıyor.

Uzun aradan sonra referandum döneminde dayanamaz ve adaya gelir. O günlerin heyecanını Kıbrıs Türkü’yle birlikte yaşar ve o günden beri de Afrika gazetesinde yazmaya başlar.

Şimdilerde anılarını, özellikle ZAFER gazetesinin nasıl, neden çıktığını yazmaya hazırlanan Salih Çelebioğlu’nun en büyük mutluluğu ise gazetenin tüm nüshalarının yanında olması.

Yıllarca Bozkurt’taki köşesinin adını oluşturan “Yuvarlak Masa” adıyla kitabını yakında piyasaya çıkarmayı hedefliyor.

NEDEN 13 GAZETE

Avustralya’da olmasına karşın Kıbrıs Türk basınını yakından takip eden Salih Çelebioğlu, geçmiş yıllardaki imkânsızlıklara kıyasla bugünün gazetecilerini çok şanslı görüyor ama hala TAK’a bağımlı haberciliğin “verimsizliğin göstergesi” olduğu inancında…

“Basında daha iyi, daha sorgulayıcı haberler olmalı. Biz bile 1960’lı yılların o koşullarında daha korkusuzduk. Daha cesur gazeteciler gerekir…”

İsimler vererek beğendiği-beğenmediği gazetecileri, gazeteleri sıralayan Çelebioğlu, küçük bir toplumda 13 gazete çıkmasını ise “çok anlamsız” olarak niteledi… “Bu toplum bu kadar çok gazeteyi kaldırmaz. Kimse almıyor zaten çoğunu. Çoğu gereksiz ve yararı yok….”

(BASIN Gazetesi/ Temmuz 2007)

Bir Cevap Yazın