ÖZERSAY, 10 YIL ÖNCE PETROL KRİZİNE DİKKAT ÇEKMİŞTİ: “RASYONEL ÇÖZÜM, ORTAK İŞLETİM”

(Arşivimi karıştırırken rastladım. Bugünün Dışişleri Bakanı, dönemin Öğretim Üyesi Kudret Özersay ile, bugünün ana gündemi petrol krizini 10 yıl önce konuşmuşuz)

ÖZERSAY 1

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Dr. Kudret Özersay, Akdeniz petrolü için Rum Yönetimi ile Mısır ve Lübnan arasında yapılan anlaşmaların ileri götürülmesi halinde politik uyuşmazlığın stratejik uyuşmazlığa dönüşebileceğini söyledi. Olayın ciddiyetini vurgularken Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren 1976 ege krizini anımsatan Özersay, “Bu durumda Ortadoğu’nun tanımı değişebilir, petrol nedeniyle uluslararası aktörlerin cirit attığı Ortadoğu haritasına Kıbrıs da dahil olabilir” dedi.

Akdeniz’e bakan geniş kıyısıyla Türkiye’nin olaya doğrudan taraf olduğunu ve uluslararası hukuk açısından pozisyonunun güçlü olduğunu vurgulayan Dr. Özersay, Kuzey Kıbrıs’ın da “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin halefi” olarak güney kıyı şeridinde hak iddia edebileceğini anlattı. “Türkiye ve KKTC hak kaybına uğramamak için pozisyon koymak zorunda” diyen Özersay, Rum tarafının anlaşma yaptığı ilgili ülkelere yönelik doğrudan girişim yanında, BM ve İKÖ kanalıyla da girişim yapılabileceğini söyledi.

Özersay, en rasyonel çözümün ise, siyasi soruna çözüm bulunmadan dahi tüm adayı kapsayacak şekilde petrol rezervlerinin ortak işletimi olduğuna vurgu yaptı.

ÖZERSAY 1

TÜRKİYE ANNAN PLANI’NA DA ŞERH KOYMUŞTU

DAÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Dr. Kudret Özersay, son günlerde gündemin baş sırasına yerleşen Akdeniz’de petrol tartışmaları konusunda TAK muhabirinin sorularını yanıtladı. Rum Yönetimi’nin konuyla ilgili olarak 2003 yılında Mısır ve son olarak da Lübnan’la yaptığı anlaşmalar ile Türkiye ve KKTC’nin konuyla ilgili itirazlarını uluslararası hukuk açısından yorumlayan Özersay, olayın ciddiyetine vurgu yaptı.

Özersay, konuyla ilgili ayrıntılı bilgi verirken, Annan Planı’yla ilgili süreçte konunun yoğun olarak tartışıldığını da anımsattı. Referandum sürecinde Kıbrıs Türk tarafının heyetinde danışman olarak yer alan, anlaşmalarla ilgili teknik komiteye de başkanlık yapan Özersay, Rum Yönetimi’nin Mısır’la petrol anlaşmasının ortaklık cumhuriyetinde geçerli olacak anlaşmalardan biri olarak planın ekinde referanduma sunulduğunu hatırlattı.

Türkiye’nin,  “planın ekinde yer alması anlaşmaya onay verdiğim ve haklarımdan vazgeçtiğim anlamına gelmez” ifadeleriyle anlaşmaya karşı olduğu konusunda Annan Planı’na şerh düştüğünü de anımsatan Özersay, bu durumun çözüm halinde dahi Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarından feragat etmeyeceğinin göstergesi olduğuna vurgu yaptı.

ÖZERSAY 2

MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE NEDİR

Rum tarafının Lübnan ve Mısır’la anlaşmalarına zemin oluşturan “münhasır ekonomik bölge”yi, 1982’de kabul edilen BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre “bir kıyı devletinin kendi kıyılarından itibaren 200 deniz miline kadar varan bölge” olarak tanımlayan Özersay, uluslararası geçiş rejiminin devam ettiği bu alanların, ilgili ülkelere ekonomik kullanım sağladığını anlattı. Ancak bunun kendiliğinden doğan bir hak değil ilanla elde edilen bir hak olduğunu söyleyen Özersay, “münhasır ekonomik bölge” ilanının canlılar ve doğal kaynaklar dahil o alanda ilgili devlete egemen haklar verdiğini belirtti.

GÜNEY KIBRIS İLAN ETTİ, TÜRKİYE İLAN ETMEDİ–

Güney Kıbrıs’ın 2003 yılında “münhasır ekonomik bölge” ilanında bulunduğunu ve bunun hemen ardından da aynı yıl Mısır’la petrol arama konusunda anlaşma imzaladığını anımsatan Özersay, bugünlerde aynı çerçevede farklı bir alanı kapsayan anlaşmanın da Lübnan’la imzalandığına dikkat çekti.

Türkiye’nin ise, Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilanına karşın Akdeniz ve Ege’de böyle bir ilanda bulunmadığını anlatan Özersay, bunun ilgili denize kıyısı olan ve dolayısıyla hak sahibi olabilecek ülkelerle ilişkilere bağlı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı bulunan Sovyetler Birliği-Rusya ile anlaşarak bölgede münhasır ekonomik bölge ilan ettiğini belirten Özersay, buna karşın Yunanistan’la ihtilaf halinde bulunduğu Ege’de ve Kıbrıs yanında Mısır, Lübnan, İsral gibi ülkelerin hak iddia edebileceği Akdeniz’de böyle bir ilanda bulunmamasının uluslararası hukuk açısından daha uygun olduğunu anlattı.

İlgili taraf devletlerle anlaşmadan münhasır ekonomik bölge ilan etmenin hukuki sorunlar yarattığına ve devletler arası ihtilaflara yol açtığına dikkat çeken Özersay, Rum Yönetimi ile Mısır ve Lübnan arasında izmalanan anlaşmaları örnek gösterdi.

Özersay, Türkiye’nin, ABD ve İsral gibi bazı ülkelerle birlikte Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmadığını, ancak taraf olunmasa dahi bu alandaki geçerli hukuğu belirleyen sözleşmenin pek çok hükmünün tüm ülkeler için bağlayıcı olduğunu da anlattı.

MISIR’LA ANLAŞMA 2003’TE… TÜRKİYE İTİRAZ ETTİ

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Annan Planı’yla ilgili tartışmaların devam ettiği 2003 yılında “münhasır ekonomik bölge” ilan ettiğini ve aynı yıl Mısır’la anlaşma imzaladığını söyleyen Özersay, BM’ye de deglere edilen bu anlaşmanın adanın güney batısında spesifik bir alanda iki ülke arasında petrol rezervleri konusunda ortak işletim öngördüğünü vurguladı.

Özersay, Türkiye’nin bu anlaşmaya karşı çıkarak BM’ye nota verdiğini ve anlaşmayı tanımadığını bildirdiğini, aynı dönem Annan Planı’na da şerh düştüğünü kaydetti.

ULUSLARARASI ŞİRKETLER GELMEYE BAŞLADI

Rum Yönetimi’nin Mısır’ın ardından geçtiğimiz günlerde de Lübnan’la aynı çerçevede farklı bir bölge için anlaşma imzaladığını, ancak bu bölgenin yeri konusunda net bilgi bulunmadığını söyleyen Özersay, sözkonusu anlaşmalar uyarınca uluslararası petrol şirketlerinin devreye girmeye başladığına dikkat çekti.

Rum Yönetimi’nin gerekli aramaları yapmak ve ihaleye çıkmak için yasa çıkardığını, şirketlerin de ihaleye başvurmaya başladığını söyleyen Özersay, “Bu tip işleri devlet kurumları yapmaz. İhaleye çıkılır, anlaşmalar yapılır ve uluslararası petrol şirketleri belli bir pay karşılığında bu işi yapar. Anlaşmanın kapsamına göre ya sadece arama ve tespit yapılır, ya da aramaya ek olarak işletme izni de verilir” dedi.

ÖZERSAY 3

KKTC HALEF

Güney Kıbrıs’ın Lübnan ve Mısır’la petrol arama anlaşmalarının, kendi kıyı şeridini kapsadığına dikkat çekilerek, “bu şartlarda KKTC’nin hak iddiasının hukuki geçerliliği var mı” diye sorulması üzerine de Özersay, özetle şunları söyledi:

“Doğrudan ilgili devlet gibi değil. Ama Kıbrıs’ın özel durumu nedeniyle KKTC 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin halefi, ardıl’ı olarak ilgili bölgede hak iddia edebilir. Tarihi miras nedeniyle böyle bir pozisyon koyabilir. Bunun uluslararası hukukta yeri var. Sovyetler dağıldığında içinden çıkan devletler, kıta sahanlığından büyükelçiliklere ve taşınmaz mallara kadar birçok konuda ortak mirastan ardıl devletler olarak yararlandılar.”

KKTC’nin bu konuda pozisyon koymasının önemini vurgularken, Annan Planı’yla ilgili sürece atıf yapan Özersay, “Bugün bu tutumu ortaya koyacak mekanizma yok gibi ama unutulmasın ki KKTC tanınmamasına rağmen imzaladığı bazı anlaşmalar, Birleşik Kıbrıs’ta da uygulanacak anlaşmalar olarak Annan Planı’ne eklenmişti. Bugünkü pozisyon çözüme de taşınabilir” dedi.

Başka bir soruya karşılık, KKTC’nin de kendi kıyılarında petrol aranması için girişim yapıp yapmadığı konusunda bilgisi olmadığını söyleyen Özersay, KKTC’de bu yönde bir girişimin AB sorunu haline gelip gelmeyeceği konusunda ise, “AB hukuku kuzeyde askıya alınmış durumda. Buna deniz alanları da dahil. Yani AB böyle bir durumda müdahil olmaz” diye konuştu.

KIBRIS TÜRK TOPLUMUNUN HAKLARI

Kıbrıs Türk toplumu açısından olayı yorumlarken Özersay, “1960 anayasasında veya garanti-ittifak anlaşmalarında petrol ve doğal kaynaklarla ilgili düzenleme yok. Açık bir düzenleme yer almıyor. Ama bundan hareketle birisi çıkar da Kıbrıs Türklerinin hakkı yok derse, o zaman Rumların da hakkı yok” ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE’NİN POZİSYONU GÜÇLÜ

Uluslararası hukukun kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeyle ilgili ihtilaflarda, “uluslararası hukuka ve hakça ilkelere uygun uzlaşma” öngördüğünü anlatan Özersay, bu konuda bir çok örnek bulunduğunu belirtti.

Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde “ilgili devletler” ifadesinin yer aldığına dikkat çekerek, Türkiye’nim “ilgili devlet” olmasına karşın sözkonusu anlaşmalarda taraf olmadığına dikkat çeken Özersay, uluslararası hukukta “hakça ilke” tanımının da, “kıyı şeridinin uzunluğu, kıyıların birbirine uzaklığı, ilgili devletlerin kaynağa ihtiyacı, ana kara mı ada mı olduğu” gibi bir dizi unsurdan oluştuğunu belirtti.

Özersay, “Bu kurallardan hareketle; kıyıları, ilgili tarafların kıyılarından çok daha uzun olan, ana kara pozisyonunda bulunan Türkiye’nin pozisyonu oldukça güçlüdür” dedi.

Özersay, Yunanistan’ın son günlerde petrol kriziyle ilgili olarak Türkiye’yi “yapıcı tutum sergilemedi” şeklinde “düşük tonlu” açıklamayla eleştirmesine de dikkat çekti. Düşük tonlu bu  açıklamayı “güvensizlik” belirtisi olarak niteleyen Özersay, bu durumun da Türkiye’nin olaydaki haklılığının göstergesi olduğunu söyledi.

TÜRKİYE NEDEN MAHKEMEYE, ADALET DİVANI’NA BAŞVURMUYOR

Yardımcı Doçent Dr. Kudret Özersay, “bu kadar haklı olduğuna göre Türkiye  uluslararası mahkemelere neden başvurmuyor” sorusuna da özetle şu karşılığı verdi:

“1982 Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi, uluslararası hakemlik ve Uluslararası Adalet Divanı mekanizmalarını zorunlu kılar. Yani Türkiye bu sözleşmeye taraf olsaydı konu hakemliğe veya Adalet Divanı’na giderdi. Ama Rum tarafını tanımıyor, kimi dava edecek… Ayrıca Ege’deki pozisyon nedeniyle Adalet Divanı’nın yargı yetkisini tanımıyor. Üstelik bu gibi sorunlar genellikle mahkemelerde çözülmüyor. Çünkü sözkonusu olan egemen haklardır. Devletler genellikle tercih etmiyor. Egemenliği yitirme sözkonusu çünkü… Ve sonuçta bu gibi sorunlar devletlerin kendi yetenekleri, girişimleri, al-ver süreci, diplomatik yöntemler ve güç gösterileriyle çözümleniyor…”

EGE KRİZİ VE ADALET DİVANI İLE BM’NİN TAVRI EMSAL

Türkiye’nin bu şartlarda bölgeye gemi göndermesi gibi bir gelişmenin kimseyi şaşırtmaması gerektiğini de söyleyen Özersay, bazı gemi ve şirketlerin arama faaliyetleri nedeniyle Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğinden döndüren 1976 ege krizini anımsattı.

Bu krizde Yunanistan’ın “uluslararası barışı tehdit ediyor” gerekçesiyle Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyet ettiğini, ardından da Uluslararası Adalet Divanı’na başvurduğunu hatırlatan Özersay, Türkiye’nin “yargı yetkisini kabul etmem” tavrıyla Adalet Divanı’ndaki davanın düştüğünü, BM Güvenlik Konseyi’nin de “ilgili taraflara konuyu müzakereyle çözme” önerisinde bulunan bir karar aldığını anlattı.

Bu durumun Kıbrıs’ta bugün yaşanan gelişmelere uluslararası hukuk açısında emsal oluşturduğunu söyleyen Özersay, “Bu gibi sorunların çözümünde uluslararası hukuk çok fazla imkân tanımıyor. Tanıdığı imkânlar da genellikle ülkeler açısından çok tercih edilmiyor” dedi.

TUTUM BELİRLENMESİ ŞART

Konuyla ilgili olarak ilerde hak kaybına uğramamak için Türkiye ve KKTC’nin pozisyon koymasının kaçınılmaz olduğunu da söyleyen Özersay, Türkiye’nin Mısır ve Lübnan’a yönelik girişimlerine ek olarak, Kıbrıs Türklerinin haklarına ilişkin kararlar alan İKÖ’ye yönelik girişimler de yapabileceğini söyledi.

Aynı şekilde KKTC’nin de bazı girişimlerde bulunmasının, BM ve İKÖ üzerinden girişim yapmasının, pozisyon koymasının gelecekteki hakları bakımından önemli olduğunu söyleyen Özersay, tanınmayan bir devlet olmasına karşın hak kaybı olmaması için bunun gerekli olduğunu belirtti.

REZERV KONUSUNDA BİLGİ VAR MI

Yrd. Doç. Dr. Kudret Özersay, Akdeniz’de veya ilgili bölgelerdeki petrol rezerviyle ilgili bilgi olup olmadığının sorulması üzerine de özetle şunları söyledi:

“Net, kesin bilgimiz yok. Uydu fotoğrafları rezerv miktarını değil alanı gösterebilir ama rezerv alanları da hareketli zeminlerdir. Ancak şunu biliyoruz; uluslararası şirketler böyle bir ihaleye katılmak için ‘gidip bir bakayım’ demez. Büyük ihtimalle araştırmasını yapmıştır.  Ünlü şirketlerin harekete geçmesi mutlaka bir şeyler olduğunun göstergesidir. Ve bu şirketler şu kadar rezerv bulduktan sonra da artık geri dönüş zor…”

ORTADOĞU HARİTASI DEĞİŞEBİLİR

Petrol gibi doğal bir zenginliğin bulunduğu bölgelere avantaj yanında büyük krizler de yaratabileceğine dikkat çekerek, Ortadoğu’yu örnek gösteren Özersay, “Petrol ve doğal gaz, bölgeleri çatışma bölgesine dönüştürebilir.  Petrol yeni bir uluslararası uyuşmazlık doğurabilir. Bu sadece Kıbrıslı Türkler için değil, Rumlar için de riskli bir bölge yaratır. Kıbrıs’taki politik uyuşmazlık, stratejik uyuşmazlığa dönüşür. Ortadoğu, petrol nedeniyle uluslararası aktörlerin cirit attığı bir bölgedir. Kıbrıs’ta ciddi bir petrol kaynağı, Ortadoğu’nun tanımını değiştirebilir…”

RASYONEL ÇÖZÜM ORTAK İŞLETİM

Karşılıklı niyet olması halinde çözümsüzlük koşullarında dahi soruna çare bulunabileceğini de söyleyen Özersay, Kıbrıs’ın genelindeki petrol rezervlerinin ortak işletilmesinin en rasyonel çözüm olduğunu söyledi. “Bu yaklaşım hayal değil mi” sorusuna karşılık, “Hayır, hayal değil. Akıl ve sağduyu bunu gerektirir” diyen Özersay, Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan Almanya ve Fransa arasındaki Avrupa Çelik ve Kömür Topluluğu ile açık deniz altında yer alan Uluslararası Deniz Yatağı’nın “İnsanlığın Ortak Mirası” şeklinde işletilmesini örnek gösterdi.

(TAK/ Şubat 2007)

Bir Cevap Yazın