Türkiye ile birlikte KKTC’yi de ateşe atan, kaosa sokan son ekonomik kriz, bir dizi dersle dolu.
Yaklaşık 500 milyar Dolar dış borcuna ek olarak; bölgeyle ve dünyayla kavgalı siyaseti, demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaşan yapısıyla hızla istikrarsızlaşan Türkiye ile birlikte KKTC de bilinmeze doğru sürükleniyor.
Geçmiş krizlerden farklı olarak siyasi söylemlerin ön plana çıkmasıyla belirsizlik artarken, aynı para birimini kullanan, ekonomide göbekten bağlı KKTC de aynı oranda kaosun etkisi altına girmiş durumda.
Ekonomist Hasan Başoğlu’nun dünkü röportajımızda belirttiği gibi, KKTC devletinin eli-kolu bağlı. “Pansuman” tedbirler diye nitelenen KDV’nin kaldırılması, harçların TL’ye endekslenmesi, teşvikler gibi palyatif önlemler dışında yapılabilecekler çok sınırlı. Türkiye’nin alacağı önlemlere veya sürükleneceği durumlara göre hareket etmekten başka seçeneği yok.
Ama, çıkaracağı dersler çok. Geçmişte de kriz yaşanmasına rağmen çıkarılmayan dersler, belki bu sefer toplumsal akılla devletinden sendikasına, üreticiden tüketiciye, öğretmenden hekime, işçiden köylüye kadar herkese silkelenme vesilesi olur. Bu kadar kötülükten bir yarar sağlanır ve gelecek nesillere katkı olur.
Ağır devalüasyon, her bireyin sinirlerini oynatan kur artışı, en fazla riskli yaşayanları etkiledi doğal olarak. “5 yıl yağmur yağmadığı için çatısız ev yapma” diye özetledi Hasan Başoğlu bu durumu. Yağmur yağınca da sele kapılarak her şeyini kaybetme…
O kadar çok ki örneklerimiz… 3 bin TL maaşla makul araç almak yerine uzun süreli ve ağır borca girerek lüks araç alanlar, gelirini zorlayarak çocuğunu özel okullara gönderenler, kiralamak yerine büyük ve uzun vadeli döviz borcuyla çocuklarına ev alanlar azımsanmayacak sayıda.
Bu kadarla değil. Ödeme gücü olmamasına rağmen her odada klima çalıştırarak veya bahçeyi yüksek voltajlı ampullerle donatarak yüksek elektrik faturasından yakınanlar, uzun vadeli taksitlerle lüks televizyon alanlar, maaşının iki katı fiyattan telefon kullananlar…
Devletin durumu da farklı değil. Üretim ve verimlilik yerine, kamu bütçesini dumura uğratan, kişilerin de ahlakını bozan ek mesai ödemelerini bile azaltamayan bir devlet. Sübvansiyelerle, teşviklerle üretmeden sektörler ayakta duruyormuş gibi kendi kendini kandıran, yokken varmış gibi ayakları yere basmayan bir yapı. Üretene, üretmeyene aynı oranda kaynak dağıtımı.
Kısaca, üretmeden tüketen, ayağını yorganına göre uzatmayan, üstelik sahip olduklarının/elindekinin/üretmeden aldığı maaşın değerini de bilmeyen bir genel toplum yapısı. Ayakları yere basmayan, dünya gerçeklerinden uzak…
Üstelik, bu yapısıyla her geçen gün kesimler arasında uçurum oluşturan, doğal olarak sosyolojik ve psikolojik patlamalara da zemin hazırlayan sanal bir düzen.
“Yokken harcayan, varken yokluk çeker” derler. Bir günde her şeyimizi kaybedebileceğimizi bir kez daha gördük. Bu kadar hasardan belki ders alarak çıkarız, tek tesellimiz de o olur. Hiç olmazsa gelecek nesilleri kurtarırız.
(Havadis/14 Ağustos 2018)