Ruhumu geride bırakıp koşuşturduğum, telaşlı bir dönemimdi yine. En yakınlarımı ihmal ettiğim, iş/randevu/ etkinlik odaklı rutin akışa kendimi bile sığdıramadığım, minik oğlumun “annemi isterim” diye işyerime mektup gönderdiği günler… Fax’la göndermişti alıntıyı yakın dostum, çünkü henüz e-posta/mesaj/facebook ile değil; konuşarak ve yazışarak iletişim kurduğumuz yıllardı. “Beni ihmal ediyorsun” diyordu dolaylı şekilde… Mesaj alındı… Ve o günden beri, yaklaşık 20 yıldır rehber olarak önceleri çantamda, sonraları bilgisayarımda hep ana dosya oldu; gerektiğinde tekrar tekrar okumak için…
“ ‘Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek’ dediği gibi şairin,
o telaşla bırakın Paris yolunda ılık rüzgarlara taratmayı saçlarımızı,
sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz…
Gözümüz saatte söyleştik hep,
koşuşur gibi seviştik,
yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı,
aranacak adamlar, yapılacak işler…
Bir sonraki günün telaşı bir öncekinin terine bulaştı,
başkalarının hayatı bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine,
kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu
veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını,
30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere…
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
artık uyku girmez oluyor gözlerinize…
Doyasıya söyleşmek,
telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda…
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
vakti gelip sandıktan çıkardığınızda
bir de bakıyorsunuz ki
tedavülden kalkmış…”
Bir yazıttan alıntı diye biliyorum, yazarı varsa özür… Çoğunluğun okuduğunu, bildiğini de biliyorum. Sadece ara ara bir hatırlatma; hem kendime, hem de her geçen gün insandan biraz daha uzaklaşan zamane insanına. Hele de sevgimizi, ilgimizi ölüm veya “amansız” hastalık halinde hatırladığımız bu zamanda ömür tüketmemek için bir hatırlatma… “Keşke” demeden “iyi ki” demek için…
(Havadis/18 Eylül 2018)