Toprak Ana… 40 yıldır toprağa hayat veriyor, 70 yaşında hâlâ üretiyor

20181216_141951

“Toprağı kuru, boş göremem. Her yer yeşil olmalı. Evrenin bana armağanı”

İnsanların hızla topraktan koptuğu, ofis çalışmasının/memuriyetin veya tembelliğin revaçta olduğu bu zamanda tırnaklarıyla üretenler var bu topraklarda. Özellikle kadınlar. Yediğimizi, içtiğimizi üreten eller. Hem evi, hem üretimi yöneten kadınlar.

Nesrin Şerifali Şen, bu kadınlardan biri. Rol model olanlardan. Dillirga yöresinin güçlü, cesur kadınlarından. 40 yıldan beri üretiyor, şimdilerde 70 yaşında, “elim ayağım tuttuğu sürece devam” diyor. Dillirga yöresinin ilk çilek üreticilerinden, şimdilerde sadece çilekte değil soframıza giren birçok ürünün üretiminde en büyüklerden. “Toprağı boş, kuru göremem, her yer yeşil olmalı” diyerek yaşına başına bakmadan işini, ekili arazileri her geçen gün büyütenlerden. Toprak ana unvanını hak edenlerden.

Xerovouno diye köy varmış

Anne-babası Yeşilırmak yakınındaki Kurutepe/Xerovouno kökenli. Benim ilk defa duyduğum bu dağ köyü, 1963’ten sonra boşalmış. Ama taş evlerin hâlâ ayakta olduğunu anlattı Nesrin Şerifali Şen. “Atatürk ile aynı yıl doğdu” dediği nenesinin anlattığına göre, korsanlardan korunmak için tepelerde kurulmuş bu köy. Denizden uzak olsun diye.

Babası İngiliz ordusunda asker olduğu için farklı yerleri dolaştılar, Nesrin Şerifali de bu görev yerlerinden birinde, Limasol kazasındaki Polemitya’da 1948’de doğdu. Ama çocukluğu ata topraklarında, Yeşilırmak’ta geçti. İlkokulu burada, ortaokulu bölgenin tek orta eğitim kurumu Lefke’de okudu. 1963 olayları patlak verince, toplumlararası çatışmaların başlamasıyla yarım kaldı okulu. Tamamlayamadı ortaokulu ve dikiş-nakış kurslarına gitti.

Yedidalga’da ufaktan başladı, hızla geliştirdi

Orman idaresinde çalışan, Mücahitlik yapan, 1974 sonrası Tarım Dairesi’nde çalışan Vroişalı (Yağmuralan) Şevket İbrahim Şen ile 1966’da, 18 yaşındayken nişan oldu, bir yıl sonra evlendi ve Yeşilırmak’ta yaşadı. Toprakla burada tanıştı. Verimli bölgeler, çoğunluk gibi anne-baba da toprakla haşır neşirdi.

Savaşın ardından 1975’te Yedidalga’ya yerleşti eşi ve 3 çocuğuyla. Aynı bölge zaten. Üretime de burada başladı…

“Aileden alışkındım, toprağı hep sevdim. Yedidalga’ya yerleşince baktım toprak var, su var, ufaktan başladım. Önce kendi ihtiyacımız için ürettim. Sonra 2-3 bin kök çilek ektim ve gittikçe arttı. Zaten uğraşırım da uğraşırım, niye büyütmeyim dedim. Kendi tarlalarımızı ektim, yetmedi satın aldım, yetmedi kiraladım…”

40 dönümle en büyüklerden

Sadece çilek değil, kolokastan domatese, biberden patlıcana, üzümden marula, narenciyeden zeytine akla gelebilecek, sofralarda aranan her tür ürünü yetiştirmeye başladı. Bir tarlayla başlayan üretim bugün yaklaşık 40 dönümlük alanda devam ediyor. Modern seralarda üretim yaparak kendi alanında ilk sıralarda yer almış durumda. Bölgenin en büyük üreticilerinden. Dönem dönem değişen sayıda işçi de çalıştırıyor. Hem işçi, emekçi; hem patron. “Budama, kesme, ekme, ilaçlama, her şey benim kontrolümde” diyor.

Zehirleyeceğine zarar et

Tarım ilaçları kullanıyor mu?

“Bu coğrafyada ilaç kullanmadan üretim olmaz. Ama dozu, kullanım şekli önemli. Bu konuda artık disiplin oturmuş durumda, yasak ilaçlar satılmıyor. Üreticiler de eğitiliyor. Kullanım talimatına uymayanlar, aşırıya kaçanların ürünü alınmıyor veya tarla traktörle sökülüyor. Artık kimse cesaret etmiyor kontrolsüz ilaç kullanımına. Etmesinler de. İnsanları, toprağı zehirleyeceğimize zarar edelim. O zehirler sadece insanı değil, toprağı da öldürür. Solucanı, yararlı her şeyi mahveder. Bu işle uğraşanlar kullanım talimatlarına uymalı, eğitimlere katılmalı.”

Bu konuda verilen eğitimlerin, Avrupa Birliği tarafından düzenlenen seminerlerin çok katkısını gördüklerini de ekledi.

Şikâyetçi değil ama…

Ülke üreticisi genellikle şikâyetçi. Hatta çoğunluk üretimden vazgeçti. Onun hiç mi şikâyeti yok?

“Benim şikâyetim yok, vaktim yok ve huyum değil. Emeğimizin karşılığını alamıyoruz derken insanlar haklıdır. 3’ün 1’ini üretici, 2’sini aracılar alır. Üretici emeğinin karşılığını alamaz, tüketici de pahalıya yer. Bu konuda hükümetlerin önlem alması gerekir. Ama bizim de kusurumuz var. Birlik değiliz. Örgütlensek, birlikte hareket etsek başarırız ama insanlarda niyet yok.”

Sosyal medya kullanıcısı

Nesrin Şen, sosyal da aynı zamanda. Evine uğramayan, kapısını çalmayan yok.  Resmi, kurumsal, bireysel ziyaretlerde ilk çalınan kapılardan. Tarlalarda, seraların içinde uğraşırken börekler, çörekler, macunlar da eksik olmuyor. Bizi de bir pazar günü nor, hellim börekleriyle, içi dolularla konuk etti.

Bölgedeki örgütlerde, festival organizasyonlarında, sosyal medyada da aktif. Facebook’u yakından izliyor. Dillirgalılar grubunun da üyesi. Eski fotoğrafları, anıları paylaşıyorlar burada; yörenin tanıtımını yapmaya çalışıyorlar. Üretimle ilgili bilgi paylaşımları yapıyorlar.

Yerli fide yok

Geçtiğimiz yıl İşkadınları Derneği’nden Kültürel Üretim Yapan Kadın Girişimci ödülü alan Nesrin Şen’in çilek üretimiyle ilgili söyledikleri ise, ülke üretimi adına bir gösterge niteliğinde…

“Yeşilırmak bölgesine çileği ilk kez Güney’den İsmail Dayı ve Şevket Bey isminde iki yaşlı getirmişti. Sonra çoğalarak devam etti. Çünkü bölgeye uygun çilek. İlk önce kendi fidelerimizden ekerdik. Sonra Türkiye’den çilekler geldi. Bizimkiler küçük, yumuşak ve kokuluydu; Türkiye’den gelenler iri. Onlar tercih edilmeye başlandı. Şimdi istesek de bizim çilekten bulamıyoruz. Türkiye ve Amerika’dan gelenleri ekiyoruz. Onlar da iri ve sert. İnsanlar hormonlu sanıyor ama cinsi öyle.”

Nazım’ın dediği gibi… Evrenin armağanı

Kızı Selda Beratlı Sağlık Bakanlığı’nda kamu görevlisi, oğulları Ufuk ve Umut İngiltere’de Nesrin Şen’in.  “70 yaşında hâlâ ekiyorsunuz. Kim bakacak, kime kalacak” diye sormaya kalktık…

“Gelen, ilgilenen alır götürür. Şu an işçilerimle ve eşimle ben yapıyorum, her şeyle ben ilgileniyorum ve gittiği yere kadar gidecek. Oturup ölümü beklemeye niyetim yok. Yaşlılığı da kabul etmem. Çalışan değil oturan insan bozulur. Sağlığım elverdiği sürece devam. Çalışarak özgür oldum, çocuklarımın ihtiyaçlarını karşıladım. Kimseyi kıskanmadım, hayıflanmadım, kendime yettim. Evrenin bana armağanı.”

Nazım’ın dediği gibi; “Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanın ağır bastığından…”

(Havadis/24 Aralık 2018)https://www.havadiskibris.com/?p=354675

Bir Cevap Yazın