“Müşteriye saygılı esnaf patatesi toprağıyla satmaz”
Lefkoşa Suriçi’nin simgelerinden, demirbaş gibi. Adını bilmeyen de mutlaka görmüştür, herkese tanıdık sima. Yarım asırdan beri seyyar satıcı. Önce babadan miras manav, ardından gadeyifçi. Bölgede dükkânı olmasına rağmen hep seyyar, “çünkü daha özgür”. Son 10 yıldan beri sağlık sorunları nedeniyle sabit seyyar, Bedesten’in önünde ve sadece 3-5 saksı çiçekle “oyalanma” modunda. Sakinliğiyle derviş gibi. Gelen geçen yerli/yabancı turistin rehberi, kahve molası verenlerin durağı, fotoğraf çekenlerin öznesi. “Arabam benden meşhur” diyor sakin gülüşüyle, Alman grup fotoğrafını çekerken.
Adı Halil İbrahim Öztansu, ama bilinen adı Arap İbrahim ya da Gadeyifçi İbrahim. Arap lâkabı, çok Kıbrıslı gibi renkle ilgili; Araplıkla alâkası yok. Baba da aynı lâkapla anılırmış, Arap Ahmet. Zaten manavlık da baba mesleği. Lefkoşa Bandabuliya’nın en eski manavlarından. Baba manav olduğu için taşınmışlar Lefkoşa’ya, 1950’li yıllarda.
Kentin merkezi, kalbiydi
Balıkesir’de 1951’de doğan H. İbrahim Öztansu, 3 yaşında geldi Lefkoşa’ya. Bütün hayatı Lefkoşa Suriçi’nde geçti. İlk ve orta eğitimin ardından bir süre meslek lisesinde de okudu, ardından manavlık. Baba yanında anne, anneanne de manav.
“Çarşı o zaman kentin kalbiydi, hatta ülkenin. Herkes ve her şey buradaydı. Köylerden gelenler buraya gelirdi, her taraf han doluydu. Köylerden gelen otobüsler bu hanlarda dururdu. Bandabuliya zaten İngiliz tarafından özellikle buraya kuruldu. İki taraflı kentin merkezi ve en yüksek yer olduğu için. Güney’e de açılan kapılar vardı, Rum/Türk birlikteydi çarşıda. Biz de seyyar satıcılık yaparken, Güney’e de geçer, orada da satardık.”
Kolokası soğanıyla, patatesi toprağıyla satmazdık
Terminalin yapılması ve otobüslerin şehir dışına çıkmasıyla, ayrıca zamanla köyler dâhil marketlerin hızla yayılmasıyla çarşının işlevini yitirdiğini anlatan H. İbrahim Öztansu, “Hayat değişti, insanlar değişti, esnaf değişti, her şey değişti. Ama galiba hiçbir şey daha iyi olmadı. Sanki eskiden insan da, hayat da daha iyiydi” diye konuştu.
Mesela…
“Seyyar arabacıklarda mal satardık ve şimdikilerden daha iyisini yapardık. İnsanlar arabalarıyla geçerken durur, seçmeden bir okka domates alırdı meselâ. Güvenle alırdı, çünkü biz seçerek koyardık. Seçme yoktu. Güven ve müşteriye saygı vardı. Babamın nasıl özenli mal sattığını, dükkânının albenisiyle dünya dergilerine kapak olduğunu hatırlarım. Şimdi kocaman marketler, büyük büyük işler ama hiç albenileri yok. Biz patatesi topraklı satmazdık, elimizle temizler, müşteriye öyle verirdik. Müşteriye saygın varsa toprağıyla satmazsın. Babam bir seferinde kolokasları tüccara iade etti. Soğanları el kadardı kolokasların. Onları tek tek keserek öyle satardı. Şimdi markete git, aldığın patatesin üstündeki toprak, kolokastaki soğan kilo basar. Bunlar müşteriye saygı, disiplin, merak, iş sevgisiyle alâkalı. Şimdi yasalar, kurallar var kimse uymaz, eskiden yasa yoktu ama herkeste disiplin vardı, kendiliğinden olurdu.”
Gadeyif’in matematiği var
Aile mesleği manavlığı yıllarca sürdüren, seyyar arabasıyla meyve/sebze, hatta zaman zaman kıyafet satan Arap İbrahim, yaklaşık 30 yıl da Tel Gadeyifi imal etti ve sattı. Eşi ve 3 çocuğuyla birlikte. Markası yoktu ama adıyla gadeyifte marka oldu.
“Makine ve işçi hiç kullanmadım. Hep ben yaptım, eşim ve çocuklarım da yardım etti. Elde yoğurduk hamuru. Zaten kıvam tutmak için elde yapmak önemli. Gadeyifin iyi olmasının sırrı basit matematik işi. Hamurun kıvamı iyi olacak, sininin ısısı tamam olacak ve dökücü, yapan kişi önemli. Basit ama hassas iş. Bir işi yaparsan kendin yapacaksın. Özenle ve dikkatle. Bizim gadeyifin müşterisi çoktu. Sırf gadeyif almak için gelenler, benimkinden başkasını yemeyenler çoktu. Çünkü hep özenle yaptık. Makinede yaparlar şimdi, sakız gibi olur. Her işin matematiği var.”
Şimdi oyalanma, gurdalanma zamanı
Gadeyife hâlâ talep çok, niye devam etmedi?
“Sağlık sorunlarım nedeniyle 55 yaşında bıraktım. Şimdi 68 yaşındayım, yapamam artık. Çocukların da hepsi çalışır, imkânları yok. Dükkân durur ama bizde hal kalmadı. Yorgunum, kalp ameliyatı oldum, bugünlerde yeni bir ameliyat daha olacam. Damarlarda tıkanma var. Artık çok çalışamayık.”
Madem sağlık sorunlar da var, niye evde değil de seyyar arabasıyla hâlâ sokakta?
“Evde oturup da ne yapayım! Burada gurdalanırım. Bütün hayatım bu bölgede geçti. Anılarım, arkadaşlarım, hayatım burada. Buradan beslenirim, kopamam. Gelen geçeni görürüm. Ahbaplar gelir, kahve içerik…”
Doğal rehber, demirbaş
Bedesten önünde, yarım asırlık seyyar aracında 3-5 saksı çiçekle vakit geçiren, kendi ifadesiyle “oyalanan” Arap İbrahim, gelen geçen yerli/yabancı turistlere de rehberlik yapıyor.
“Yol soranlara tarif ederim, hoşuma gider. Buraya da herkes gelir, özellikle yabancılar. Çünkü Selimiye Camii ve Bedesten önemli yerler, eski St Nicholas Kilisesi. Sırf burayı görmek için gelen çok. Fotoğraf çekip giderler. Keşke memleket yararlansa bu işlerden. Kapıdan geçer, gelir, fotoğraf çeker ve gider. Dünyanın her yerinde toprak bastı parası var, fotoğraf çekilen tarihi eserlere girişte ücret alınır. Bizde hep bedava. Oysa biraz para alınsa, şehirdeki düzenlemeler için kullanılabilir. Gelen gidenin bölgeye, esnafa, ülkeye bir katkısı olmalı.”
Surlariçi’nin son yıllarda yeniden canlandığına, gençlerin yeni yeni işyerleri açtığına, bölgenin turistik hale geldiğine dikkat çeken Arap İbrahim, “Çok iyi oldu. Bir hayli genç buralarda. Eğitimli, meraklı, yeni yeni yerler. Ama hesap kitap yaparak açmaları lâzım. Günübirlik olmaz. Esnaflık zor iş. Dünya kadar masraf yaparlar, geleceği var mı, düşünerek açmaları lâzım. Sonra kapanırlarsa paralarına, emeklerine yazık.”
Araba daha meşhur
Hiç araba kullanmayan Arap İbrahim’i her gün buraya evlâtları getirip öğle saatlerinde alıyor. Haftanın 6 günü seyyar arabasıyla burada, Bedesten önünde. Gelip geçerken mola verenler için, kahve arkadaşı bölge esnafı için sandalyesi yok ama küçük sehpacıklar hep yanında. Karşı köşede dükkânı olan, ülkenin belki son yorgancısı, Malatya kökenli Mahmut Yağmur da sürekli kahve arkadaşlarından. “Biz demirbaşız” diyor o da.
Röportaj sırasında Alman turist grubu fotoğraflarını çekince, “çok meşhursun” diyorum Arap İbrahim’e. “Alman, Fransız, her milletten insan gelip geçerken hep çeker. Herhalde dünyanın her yerinde bu fotoğraflar. Ama benden fazla araba meşhur. En fazla onu çekerler. Parasız meşhur…”
(Havadis/18 Mart 2019)https://www.havadiskibris.com/?p=373302