“Gazetecilik sokakta yapılır. Teknolojiyle birlikte yaşamın hamurundan uzaklaşıldı”
Erten Kasımoğlu, benim ve benim neslimin Erten abisi. Mesleğin duayenlerinden. Haber veya araştırma yaparken, özellikle röportajlarda her başım sıkıştığında, isim/bilgi/fotoğraf arayışımda başvurduğum ayaklı kütüphane. Onda yok, yok. Yaklaşık 50 yıldan beri fiilen gazetecilik yapıyor, yazıyor, çiziyor, yorumluyor. Ama öncesi var, daha 12 yaşındayken tanıştı mürekkep kokusuyla. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan geçici yönetimlere, darbelere, savaşlara, katliamlara, federe devlete, anayasalara, KKTC’nin kuruluşuna, Annan Planı’na; yani en az yarım asırlık sürece olayların göbeğinde tanıklık etti… Sadece Kıbrıs siyasi sorunu değil, bugün çok sıradan görünen ama 70’li, 80’li yıllarda tabu olan, bilinmeyen, yasaklı olan konulara el attı. Kadın hakları/derneklerinden kreş sorununa, üniversite gençliğinin gündeminden göçlere, mal paylaşımlarına, ganimetlere. 1974’te örneğin, “Rumlardan kalan malların bireylere verilmemesi, belediyeler aracılığıyla dağıtılması” konulu yazılar yazdı, tepki çekti o günün şartlarında… Ötesi, her şeyi arşivledi. Şimdilerde ayrı bir binada kendi adına bir arşiv kurma hazırlığında; araştırmacılara, ilgililere sunmak üzere.
Sadece gazeteci/yazar olarak tanınır Erten Kasımoğlu. Fakat o kadar değilmiş, bana da sürpriz oldu röportaj yaparken. Yağlıboya resim çizer, şiir yazar, karikatürle uğraşırmış meğer. Hatta, siyasi geçmişi de var. Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin kuruluşunda görev almış, milletvekili adayı da olmuş 1981’de.
Bir diğer bilinmezi de (en azından benim ilk defa duyduğum), Dr. Fazıl Küçük ile yakınlığı. Çocukluğu sarayda geçmiş babasından dolayı, hatta basınla buluşmasının ilk kaynağı da Dr. Küçük.
Nasıl yazarım bilemedim…
Yakın tanıdıklarla, hele mesleğin duayenleriyle röportajlar oldum olası zor olmuştur. Sizden iyi olanı, işi iyi bileni anlatmak riskli. Ama kaçınılmaz bir riskti bu, olmazsa olmaz. Çünkü kitabını yazmamı istemişti Erten abim, tembelliğimden veya yorgunluğumdan dolayı uzak durdum. İyi de oldu, kendi kitabını kendi yazmaya başladı şimdilerde. Ben de vicdani ağırlıkla, hayata ve kendime bir not düşme gailesiyle bir röportaj yapalım dedim.
Gazetesinde, 30 yıldan beri istikrarla yayınlanan VATAN gazetesi tesislerinde buluştuk. Nasılsa kitabına hazırlık notlarından hayatıyla ilgili derleme yaptım, kısa sürer röportaj dedim ama olmadı. 5 saate yakın konuştuk. Bildiğimi sandığım çok bilmediğim varmış meğer, iyi ki dediğim röportajlarımdan oldu. Eksik kalacaktım.
Aşçı baba hayatını şekillendirir
Konuşacak konu çok, çocukluğa uzanmayalım diye planlamıştım ama olmadı. Pek çoğumuz gibi anavatanı çocukluğu çünkü. Anneden, babadan, köyünden bahsetmeden Erten Kasımoğlu’nu anlatmanın yolu yok.
Doğum yeri Templos/Zeytinlik hâlâ hayatının odağında. Deniz, doğa tutkunu olmasını buralara bağlıyor. Her iki lafından birinde var. Öğretmeniyle, zeytini/harnıbıyla hayatını şekillendirmiş doğum yeri. Neneler, dedeler de buradan, kök Temploslu.
“Şu an Yılan Adası olarak bilinen yerlere kadar ovalıktı hep. Zeytin, harnıp, alıç ağaçlarıyla doluydu. Çocukluğum bu bölgede geçti. Hep denizde, ovada. Çok varlıklı değildik ama yokluk da çekmedik. Köyde malı olanlardan kiralar, zeytin toplardık…”
Hatta denize o kadar tutkunmuşlar ki, 1963 çatışmalarıyla birlikte yollar kapanıp denize ulaşım kalmayınca, Kırnı’da bahçe havuzuna gidip deniz tutkusunu orada gidermişler.
Farklı işlerde çalışan, bir dönem İngiliz Sömürge yönetiminde yardımcı polislik de yapan babanın esas işi aşçılık. Ahmet Kasım, Gara Kasım olarak da bilinirmiş. Babasının adını soyadı olarak almış. Farklı yerlerde, otellerde, İngilizlerin rağbet ettiği Milk Bar’da çalışmış Gara Kasım. Girne’de bir yabancıya ait özel bir okulda da İngilizce eğitimi almış. İşte bu iki özelliği babanın, hayatlarının yönünü değiştirdi.
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Dr. Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. Saraya İngilizce bilen iyi bir aşçı ararken babamı önerdiler. Öyle başladı. İlk zamanlar biz 5 kardeş annemle birlikte köyde kaldık. Sonra ailece Lefkoşa’ya taşındık. Kamyonun arkasında eşyaların arasına sıkıştırılarak yola koyulduk. O gün bugündür Lefkoşa’dayız ama Templos hep hayatımızın merkezinde oldu; benim de, çocuklarımın da.“
Köyden ayrıldığında 10-11 yaşlarındaydı. Lefkoşa’da, Arabahmet bölgesinde kiraladıkları eve yerleşirler. Yeni okulu da, köylü ve akraba Güner Necat’ın önerisiyle Atatürk İlkokulu olur. İlkokul 5’ten itibaren burada okur. Bundan sonraki hayatı okul ve babanın çalıştığı saray arasında geçer.
Anne okuma tutkunu
Anne Halide’den de bahsetmemek olmaz, çünkü okuma alışkanlığının kaynağı o. “Hep okurdu. Kitaplar, dolapların üzerinde gazeteler set set gözümün önünde. Lefkoşa’ya taşınınca annem hem gazetelere, hem o dönemin ünlü dergisi Hayat’a abone oldu. Dönemin en önemli kitap dükkânı, hatta fikir kulübü, Mapolar’a (Hikmet Afif Mapolar) ait Kitap Sarayı’na abone olmuştu annem. Kapıya getirirlerdi gazeteleri ve dergiyi. Halkın Sesi yanında, Mapolar’ın Devrim gazetesini de alırdık düzenli. Gazeteleri ve Hayat dergisini başta annem satır satır okurduk.”
Kitap tutkusunda halk kütüphanelerinin, kütüphane çalışanlarının da izi çok. “Eski Cemaat Meclisi’nin altında Halk Kütüphanesi vardı. Oranın müdavimi olmuştum. Çünkü orada çalışan iki kadın, Türkan Uludağ ve Hatice Hanım sürekli bana tavsiyelerde bulunur, yönlendirirlerdi. Hayatımda izleri çok.”
Şiir ve resim hep hayatının odağında
Bu okumalar ona yazın hayatının ilk ışıklarını yaktı. Ama öncesi ve başkaları da var. Templos’ta daha ilk öğretimin başlarında şiirler yazmaya başladı. Öğretmeni Ünal Mesut Girgen’in teşvikiyle aytışmalara katıldı. Törenlerde hitap etmeyi, kendine güveni öğrendi. “Hep öğretmenler sayesinde. İlkokul öğretmenleri her zaman çok önemli insan hayatında.”
Yine Templos’ta Ünal öğretmenin eşi Afet Kıran da, şiir tutkusunu geliştirdi. Teşvik etti. Aynı yıllarda başlayan yağlıboya resim çizme yeteneğini fark edip geliştiren bir diğer öğretmen de, lise yıllarında Ressam Aylin Örek olmuş.
Mürekkep kokusuyla 12 yaşında tanıştı
Lefkoşa’da okula devam ederken, bir ayağı hep babanın çalıştığı sarayda olmuş. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün etrafında. Böyle gidip gelirken bir gün Doktor, harçlık karşılığında gazetesi Halkın Sesi’nde çalışmasını önermiş. Bir çalışan mücahit olunca gazetede sıkıntı oluşmuştu. ‘Git çalış, ihtiyaç var, hem harçlığını çıkarırsın’ demiş Doktor Küçük. Sesini taklit ederek anlatırken, “Hem mürekkep kokusuyla tanıştım, hem 12 yaşımda harçlığımı kazanmayı öğrendim” diyor Erten Kasımoğlu.
Gazete ve okul arasındaki hayat, ortaokulda da devam etti. Şu an Belediyeler Birliği’nin bulunduğu binadaki Bayraktar Ortaokulu’na başladığı yıl 1963. Toplumsal çatışmalar nedeniyle ilk yıl eğitimi aksar. Boşta kalır, daha çok gazeteye gider. Ertesi sene iki yılı birlikte okurlar.
Sonra Lefkoşa Türk Lisesi. Lisede mücahitlik de eklenir hayatına. Yıl 1966. 15 yaşında. Okuldan mevziye (Muharrem Apartmanı civarı), oradan gazeteye, bisiklet üzerinde öyle koşarak yaşamış birçok yaşıtı gibi.
“12 yaşımda başladığımda, gazetede ilk işim harfleri dizmekti. Harfleri oradan al, oraya koy. Sıradan, vasıf gerektirmeyen bir iş. Ellerimiz, üstümüz başımız mürekkep olurdu. Sonra yavaş yavaş gazetede her işi yapmaya başladım. Şiirlerim, resimlerim yayınlandı. Liseyle birlikte tashih de yapmaya başladım. Ama esas gazetecilik hayatım, lisenin ardından İstanbul ve Ankara’da aldığım eğitim ve stajın ardından 1972’de başladı.”
Baba yine hayatının yönünü belirledi, bu kez ölümüyle
Mürekkep kokusuyla tanıştı, sevdi de sevmesine ama aslında esas isteği, güzel sanatlar alanında üniversite eğitimiydi. Ailesi de onaylamıştı. Gidip Güzel Sanatlar’da okuyacak, resim öğretmeni olacaktı. Ama işler planlandığı gibi gitmedi ve o lise son sınıftayken babası kalp krizinden aniden hayatını kaybetti. Daha 43 yaşında.
“Bir anda hayatımız alt üst oldu. Annemin de geliri vardı, mücahit kıyafetleri dikerdi ama yeterli değildi. Burslar da kesilmişti. Üniversite hayalim suya düştü.”
Abdi İpekçi’nin tarzı ufuk açtı
Her olmayan işte hayır var misali, gazeteciliğe bu aksilik üzerine sarıldı. “Babam ölünce Doktor (Fazıl Küçük) bize sahip çıktı. ‘Üniversiteyi boş ver, ortalık işsiz resim öğretmeni dolu. Git gazeteciliği öğren’ dedi. Bir yıl İstanbul’da, ardından Ankara’da tekniğinden yazımına kadar gazetecilik eğitimi aldım. Staj yaptım. Özellikle Ajans Türk, üniversite eğitiminden fazla katkı sağladı bana. Ufkum genişledi. Oralardayken Abdi İpekçi’nin ekibinin çalışmalarına tanık oldum, bana örnek oluşturdu. Örneğin döndükten sonra onun gibi gazetede farklı konularda açık oturumlar düzenlemeye başladım. Çok tuttu. Tabii onlar ekip işi yaparlardı, açık oturumun bantlarını çözen ekipler vardı. Bizde o imkânlar yoktu ama yine de ufkumun genişlemesine, yeni tarzlara çok etkisi oldu.”
İstanbul ve Ankara’daki bu eğitim sürecinin ardından 1972’de adaya döndü ve enerjisi, birikimiyle Halkın Sesi’nde tam mesai çalışmaya başladı. Gazetede her işi yaptı. Yazdı, başlık attı, manşet çekti, açık oturumlar ve bilgi yarışmaları düzenledi. Ama bilinmeyen bir şey daha yaptı. Karikatür, haber karikatür…
Resim aşkının yerini aldı, Akbaba örnek oldu
Halkın Sesi’nde çizdiği gündeme ilişkin karikatürler olay oldu. 1975, 76’da gündemi, günceli çizgilerle yansıttı. “Sanırım resim okuyamadığım için karikatüre yöneldim. Resim aşkımın yerini aldı karikatür. Ayrıca Türkiye’deki ünlü Akbaba bana ilham olmuştu.”
Bu karikatürlerden biri (İktidar Koltuğu) yasal kovuşturmaya da uğradı. Bu karikatürün, yasal kovuşturmaya uğrayan ilk karikatür olduğunu belirtiyor Erten abi.
Röportaj sırasında dikkatimi çeken duvarda asılı kendi karikatürünü sordum. Gazeteye girenleri karşılayan kocaman Erten Kasımoğlu karikatürü. Onu da, geleneksel uluslararası Zeytinlik Festivali kapsamında Türkiyeli karikatürist Halit Kurtulmuş Aytoslu çizmiş. Hem karikatüre ilgisi, hem Zeytinlik/Templos kökeni nedeniyle.
Dünürcülüğü Doktor yapar, izni Şeyh Nazım verir
Yoğun gazetecilik hayatının başlamasıyla birlikte, aynı dönemde gazetede muhasebe işleri yapan Havva ile nişanlanır. Nişan yüzüklerini Dr. Küçük takar. Yine hayatının başköşesindedir Doktor. Dünürcülüğü de o yapar.
“Benim gibi Havva’nın da babası yoktu. Onun babası 1958’deki ilk şehitlerden. Kırnı’daki evlerine gittik, abilerinden isteyceyik Havva’yı. Meğer abileri Şeyh Nazım’ın müritleri. Dr. Küçük de Şeyh Nazım’a karşı. Selimiye Camii’ne girişini yasaklamıştı. Abiler, ‘Şeyh’e danışıp öyle onay vereceğiz’ dediler Doktor’a! Böyle bir durum da yaşattık Doktor Küçük’e. Neyse ki sonra gazeteye gelip onay aldıklarını söylediler de nişan olduk.”
Bir yıl sonra evlenirler, 1974’te. 14 Temmuz’da. Düğün Saray Otel’de, düğün yemeği Anayasa Restoran’ın bahçesinde yapılır. Tam yeni hayat başlayacakken EOKA darbesi olur. Erten, tüm yaşıtları gibi seferberliğe çağrılır. Mücahit kıyafetleri hazırdır ama asker ayakkabısı yok. 15 gün damat ayakkabılarıyla kalır askerde. Darbenin ardından Türkiye adaya çıkarma yapar. Muharrem Apartmanı diye bilinen bölgeden Baf Kapısı’na kadar olan tünellerde yaşarlar, sınırda nöbet tutarlar. Eve ancak 15 gün sonra dönebilir yeni damat.
Maocu diye ihbar da ettiler
Erten Kasımoğlu, yaklaşık 10 yıl kesintisiz Halkın Sesi’nde çalışır. Bu dönem aynı zamanda toplumun birçok açıdan şekillendiği, habercilere bol malzeme olan dönem. Savaş olmuş, göçler yaşanmış, toplumun yerleştirme sorunu var. Katliamlar, şehitler, kayıplar. Mal dağıtımları, ganimetler zamanı. İlk röportajı, Muratağa katliamıyla ilgiliymiş. “Her konuda yazdım, özellikle insan hikâyelerini çok işledim. Tam da mal dağıtımları olurken kişilere verilmesin, belediyeler aracılığıyla dağıtılsın diye haberler, yorumlar yaptım. Bugün ne kadar doğru olduğu daha iyi anlaşılır ama o zaman herkes mal beklediği için tepki çekti, fakat sansüre uğramadım. Haddimi bilerek yazdım yazacağımı.”
Türkiye’de yayınlanan Aydınlık gazetesi Kıbrıs muhabiri Erdoğan Özbalıkçı bazı yazılarını bu gazetede iktibas edince, ‘Maocu’ diye ihbar da etmişler Doktor Küçük’e Erten Kasımoğlu’nu. “Buna rağmen müdahale etmedi bana” diyor.
Gazetelerin de, gazetecilerin de parmakla sayıldığı bu dönemde Erten Kasımoğlu, sosyal konulardaki yayınlarıyla da ilgi çekti. Kreşleri, kadın örgütlenmelerini, üniversite gençliğinin konularını gündem yaptı.
TKP’den milletvekili adayı oldu
Bu arada yeni kurulan Toplumcu Kurtuluş Partisi’ne üye olur. Alpay Durduran başkanlığındaki partide propaganda ve tanıtımdan sorumlu genel sekreter yardımcısı olarak görev alır. Hatta 1981 seçimlerinde milletvekili adayı çıkar.
Ama partideki iç çalkantıların da etkisiyle buradaki ömrü fazla olmaz. Bir süre sonra alakası kalmaz TKP ile.
Kıbrıs Postası
Seçimlerin ardından, belki bu adaylığın da etkisiyle Halkın Sesi’nden ayrılır. Haftalık dergi çıkarmaya karar verir. Baskı makinesi almak için İngiltere’ye gider. Burada akrabaların da katkısıyla makineleri alır, gemiye yükler ve adaya döner.
“Dönerken uçakta İsmet Kotak ile karşılaştık. Neydi, niye gittiydin derken projemi anlattım. ‘Gel beraber yapalım’ dedi. Projesi ve mali gücü vardı, bir yerden başlamak istiyordu. Orada tokalaştık, anlaştık.”
Bu proje, yıllarca efsane olarak anılan Kıbrıs Postası.
“İsmet Kotak aynı zamanda bir parti başkanıydı, DHP’nin. Demokratik Halk Partisi. Ve UBP ile koalisyona girdi. Gazeteyi çıkarmayı projelendirdiler, İngiltere’de de mali destek veren ortağı vardı ama uğraşamazdı. Bana gazetenin, daha doğrusu gazete projesinin başına geçmemi önerdi. Milletvekili maaşıyla. Çok iyi bir maaştı önerdiği. Ben de kabul ettim ve Kıbrıs Postası’nı öyle çıkardık. Her şeyiyle ben ilgilendim. O dönem bilinen, ünlü, etkili çok ismi gazeteye kattık. Yıllarca efsane oldu gazete. Tirajı 5 bin gibi inanılmaz bir rakamdı.”
Ve Kıbrıs
Halkın Sesi’nin ardından Kıbrıs Postası’nda da kuruluşundan itibaren yaklaşık 6 yıl çalıştıktan sonra, bu kez yine başka bir projede yer alır. O da yeni, güçlü bir proje.
“Asil Nadir’in Kıbrıs gazetesi için çalışmalar başlamıştı. Gazetenin başındaki Mehmet Ali Akpınar, gazetenin Londra bürosunu kurmamı önerdi. Yıl 1988. ‘Gider, kurar, dönerim, çocuklarımı orada büyütmem’ diyerek kabul ettim. Gittim, bir süre sonra eşim ve 3 çocuğum da geldi. Yaklaşık 3 yıl kaldım, büroyu kurdum, devrettim ve 1990’da geldim. Artık zamanı gelmişti, kendi işimi kuracaktım.”
VATAN 30 yıldan beri
Erten Kasımoğlu, kendi gazetesi Vatan’ı 1991’de çıkarır. İlk başlarda küçük hisselerle de olsa ortakları olur. Yaklaşık 2 yıl haftalık yayınlandıktan sonra gazete günlüğe dönüşür ve kesintisiz bugüne gelir. “Kesintisiz ama çok zor dönemler yaşadık. Rahmetlik anacığım, gazetenin yaşaması için Mücahit puanlarını sattı. Bugün varsa Vatan, onun sayesindedir…”
Yaklaşık 30 yaşında gazete. Dijital matbaasıyla birlikte istikrarla yaşadı. Bugün gazete ve matbaa çocuklarının yönetiminde. Oğulları Mehmet ve Ahmet Kasımoğlu, kızı Kerime Kasımoğlu Pere, herkes sektörde.
Gazete ve matbaayı evlatlara devretmenin, aile boyu sektörde olmanın rahatlığıyla şimdilerde günlük yazıları ve kitabı yanında, arşiviyle uğraşıyor. Arşivden çıkardıklarını facebook’tan paylaşıyor zaman zaman. Ama genç meslektaşlardan daha heyecanlı.
“Gazetecilik sokakta yapılır. Teknolojiyle birlikte yaşamın hamurundan uzaklaşıldı. Şimdi sanki kimsede heyecan, ruh kalmadı. Basında da, siyasette de. Ne sağda, ne solda. Sanırım bizi zorluklar besledi, şimdi her şey çok kolay.”
Çalıştığı dönemleri kapsayan Halkın Sesi ve Kıbrıs Postası ile Vatan yanında, 1983 ve 2004 gibi kritik eşiklerle ilgili tüm gazeteleri kapsayan 2 bin ciltlik arşivi, binlerce fotoğrafı, kendi adına kurulacak arşivle araştırmacıların hizmetine sunulacak. Ayrı bir binada projeyle kurulacak arşiv için çalışmaları yoğun tempoda devam ediyor.
(Temmuz 2021)