“Sanat bu topraklarda ihtiyaç değil, fantezi…”

“Devlet politikası da, piyasası da yok; gerçek tüketicisi çok az”

Ruzen Atakan, yıllardır resim sanatıyla uğraşan bir sanatçı. Ve öğretmen, resim öğretmeni. Elinde fırça hep üretti, yurt içinde/yurt dışında sergiler açtı, uluslararası sergilere katıldı. Aynı zamanda öğrenci yetiştirdi, yeni nesil sanatçılara eli değdi. Şimdilerde öğretmenlik işinden emekliliğe hazırlanırken tuvallere yoğunlaştı. Birçoğu gibi daha çok kendi halinde, duyurmadan, bağırmadan, ses etmeden. “Ben fırçayla söylüyorum söyleyeceğimi, benim kendimi ifade şeklim bu. Sanat, sanatçı dinginliği sever” diyor.

Dingin ortamını bozanlardan oldum bu aralar. Sürekli mekânlarımdan Zahra Cafe’nin arka komşusu atölyesinin kapısını çaldım. Biraz resimlerini, ama daha fazla bu muhteşem binayı görme güdüsüyle. Hep kapısından geçtiğim yıllanmış bu eski yapıyı keşfetme beklentisiyle. İyi ki çalmışım kapısını. Hem kahvemi içtim, hem atölyedeki resimler arasına daldım, hem de eski eser kayıtlı asırlık binanın ruhunu yaşadım.

Ruzen Atakan’ın “Ruzen” adlı atölyesi, her tarafından tarih fışkıran, uygarlıkların beşiği Tanzimat Sokak’ta. Daracık yolun içinde. Venedik ve Osmanlı dönemlerinin izlerini taşıyan bina tahminen 3 asırlık. 300 yıllık yani. Eski Eserler’e kayıtlı bir tarihi yapı.

Yaklaşık 13 yıl önce almış bu binayı. Döküntü, yıkılmış halde. İmece usulü katkılarla, tırnaklarıyla aslına uygun inşa etmiş yıllar süren uğraşlar sonucu. İmece usulü ama usta mimarlar Tunç Adanır ve Özge Özbekoğlu gönüllü profesyonel katkı koymuşlar. Eşi İbrahim Özejder, hatta o zamanlar çocuk yaşlardaki oğlu Berzan, öğrencisi Celal Atikler, mahalleden gençler ve niceleri katkı yapmışlar Ruzen’e. Komün bir yaratıcılık ürünü. Böyle yıllar süren uğraşlar sonucu aslına uygun restore etmişler binayı. Uzun yıllar, 9 yıl kapalı kaldıktan sonra son birkaç yılda öğretmenlikten fırsat buldukça kullanmaya başlamış atölyeyi. Şimdilerde Güzel Sanatlar Lisesi’ndeki öğretmenlik görevine nokta koymaya hazırlanırken zamanının çoğunu burada geçirmeye niyetli.

Taş yapısı, iç bahçesi, galeri havasındaki kemerli yapısıyla üretmek için ideal bir ortam, insan ruhunu besleyen bir bina.

“Aynen öyle. Çok emek verdik, çok uğraştık, tırnaklarımızla özüne döndürdük ama değdi. Bu binayla bağım var, yaşayan bir bina. Kapısı çizilse, tırnağım ağrır. Hayatımdaki en doğru yer. Bölge, surlariçi, eski yapılar, eski sokaklar da binanın artı değeri. Bu bina, bu bölge besleyici. Umarım bu ruh korunur, bölge yanlış uygulamalarla özelliklerini yitirirse çok yazık olur.”

Bu atölyeden öncesi…

“Üniversitenin ardından ilk atölyem anne evi oldu. Sonra kendi evim. Öğretmen oldum, öğrenci yetiştirdim. Şimdilerin birçok genç sanatçısının yetişmesine katkım oldu. Bu yıl 30 yılı tamamladım öğretmenlikte, ama resim yapmaya hiç ara vermedim. Çünkü bu benim hayatım. Ben çizerek, fırça kullanarak ifade ederim kendimi. Ben böyle varım.”

Atölyede tamamlanmış, tamamlanmamış onlarca tablo, resim var. Sürekli üretiyor. Bunların tanıtılması, paylaşılması gerekmez mi!

“Üreten her insan bir noktaya gelince elbette paylaşmak ister ama üretim başka, sergi başka iş. Sanatçı üretmekle uğraşır. Sergi, ayrı bir alan. Bir dizi teknik iş var. Bunlar bizler için meşakkatli, enerjimizi tüketen işler. Sanata, sanatçıya değer verilen ülkelerde bu işleri galeriler yapar. Bizde de eskiden galeriler vardı, şimdi neredeyse kalmadı. Sanki 20 yıl önce daha iyiydik! İyileşme yerine daha da kötüye gidiş var. Şimdilerde sadece üniversiteler bünyesinde var bu yönde çalışmalar. Oralar da genellikle bağlantılı çalışıyorlar. Herkese, her sanatçıya açık değiller.”

Bu durumun genel kültürel durumla ilgili olduğuna inanıyor Ruzen Atakan.

“Bizim ülkemizde sanat bir ihtiyaç olarak algılanmıyor. Fantezi gibi, lüks! Gerçek tüketici çok çok az. Beş yılda ürettiğiniz bir resmi 5 bin TL’den satışa koyduğunuzda çok pahalı geliyor insanlara. Çünkü ihtiyaç değil! Ama bir koltuğa daha fazlasını verebiliyor. Bu, kültür meselesi. Bu topraklarda devlet politikası olmadığı gibi, kültür de gelişmemiş. Daha çok zamana ihtiyacımız var sanırım.”

İnsanların sanat algısı ve tüketimi için sürece ve eğitime ihtiyaç olduğunu, ancak devlete ve kurumlara bu konularda önemli görevler düştüğünü de vurguladı Ruzen.

“Örneğin Almanya, Güney Kıbrıs ve birçok ülkede devletler, kayda değer büyüklükte veya kamusal amaçlı binaların yapımı için bu konuda şartlar koyarlar. Binanın holünde, girişinde, önünde sanatla ilgili teşvik edici/eğitici düzenleme yapma zorunluluğu. Mesela heykel koy bina önüne veya bekleme salonunda resimler olsun gibi. Bunu yasayla zorunlu hale getirmiş ülkeler az değil. Buralarda betonlaşmaya, kaba saba yapılara milyarlar harcanıyor ama böyle bir kaygı yok. Devletin de böyle bir derdi yok. Oysa fark etmeden eğitici şeyler bunlar. Her gün o bankaya giren insan boş duvar yerine resimleri veya heykelleri izleyerek, görerek, bakarak fark etmeden zenginleşir. Toplumsal zenginlik de budur, kocaman binalar değil. Binalar insanlar gibi eskir, ölür ama sanat yaşar. Yaşayan toplumları yaşatan sanattır. İnsanlar ilk çağlarda duvarlara çizdiler var olduklarını kayda geçirmek için. Var olmanın, varlık göstermenin, kalıcı olmanın başka yolu yok…”

 (Ağustos/2021)

Bir Cevap Yazın