Harry Potter’in ayak izlerini takip ettik, sular ülkesi İskoçya’ya uzandık

Okuduklarımdan, duyduklarımdan ama en fazla da filmlerin, dizilerin etkilerinden sanırım İskoçya/Scotland hep ilgimi çekmiştir. El değmemiş doğası, tarihi, kasveti, gelenekleri, insanı, her şeyiyle. Ve planlı olmayan bir geziyle kısa süreli de olsa ziyaret etme imkânı bulduk bu coğrafyayı. Üstelik mart ayında, bizim Kıbrıs’ın bile soğuktan donduğu bir zamanda, güneşli havada duygu fırtınası yaşadık her yanı film sahnesi gibi bu mistik coğrafyada.

Pandemiyle birlikte tam 2 yıl adada sıkışıp kaldık ya, biraz rahatlama olur olmaz araştırmalara başladık. Ocak sonlarıydı, daha testler falan da devam ediyordu. Uçuş imkânlarına, fiyatlara bir bakalım derken, mart ortalarında çok uygun fiyatlar yakaladık. Larnaka-Londra gidiş dönüş 35 Sterlin (700 TL civarı). Hem pandemi, hem kış şartları nedeniyle riskli bir dönem, ama kaçırılacak bir fiyat da değil. Ercan’dan Adana’ya bile uçamayacağınız rakam.  Daldık, aldık biletleri, zaten beklesek hemen değişecek rakamlar. Aksilik olursa da Londra’da ev imkânımız var, oğlumuz Ezgi orda, dostumuz Zekiye (Yücel) var. En kötü ihtimal, eve kapanır kalırız!

Uçuş günleri dâhil 10 günlük yolculuk yaklaşırken, gerek İngiltere, gerek Kıbrıs’ta testler, karantina gibi önlemlerin de kaldırılmasıyla işler kolaylaştı. Pandemi koşulları nedeniyle İngiltere’ye uçuş (ve Larnaka’ya dönüş) için zorunlu belgeler Passenger Locator ve Avrupa Dijital Aşı Sertifikası. On-line alınabilecek belgeler. İlkinde tek ihtiyacınız olan bilgi gideceğiniz adres. Aşı sertifikası için gerekli olan da aşılarınız. Onaylanmış ve zaman aşımına uğramayan covid aşıları. Biletle birlikte on-line almak kolay sertifikayı. Tabii benim gibi, Güney ve Kuzey Kıbrıs’ta isim farklılığı olanlar için iş biraz daha zor. İsimlerde uyumlaştırma olmadan bu belgeyi almak mümkün değil. O nedenle sertifikayı almadan, Güney Lefkoşa’da, Ledra Palace barikatını geçer geçmez hemen yakındaki mahkemeden bir belge almak şart. İki kimlikteki farklı isimlerin aynı kişiye ait olduğuna dair mühürlü bir belge bu. Pul için cüzi bir rakam gerektiren beş dakikalık bir işlem.

Yolculuk için işlemler tamam. Bu sefer planlar, programlar başladı. Londra bildiğimiz yer, nereleri keşfedelim derken önce İzlanda’yı düşündük. Zamanın yetmeyeceği kanaati ağır basınca daha yakın İskoçya olabilir dedik. Ama orada da bir sıkıntı var; mart ayı ve İskoçya hep yağmurlu! Sürekli yağmur altında nasıl gezeriz derken Ezgi devreye girdi, Harry Potter’in yolunu izleyerek ağırlıkla tren yolculuklarından oluşan muhteşem bir program hazırladı. Yağmur da bizim hatırımıza iki gün ara verince, soğuk ama sürpriz bir şekilde güneşli havada iki gece, iki gün İskoçya’da duygu fırtınası yaşadık. (Sadece İskoçya değil, gezinin tamamında güneş eşlik etti bize)

Ezgi’nin yoğun iş mesaisi nedeniyle İskoçya gezimizi hafta sonuna sığdırmak zorundaydık. Londra’dan cuma gecesi 12 civarında kalkan yataklı trenle, yaklaşık 7 saatte Glasgow’a indik. Trende farklı seçenekler olmasına rağmen yataklı olanı tercih ettik, aksi halde ertesi gün yeterli verimlilikte olmayacaktı. Sabahın ilk saatlerinde Glasgow’un görkemli tarihi dokusuyla karşılaştık. Soğuktu ama yağmur yoktu, pusluydu hava ve çok sessizdi. Bu kültür kentinin yoğunluğuna dönüşte tanıklık edecektik nasılsa, kısa bir kahve molasıyla yola devam.

Harry Potter’in ayak izlerini takip ediyoruz ya, Glasgow’dan trenle Port William’a ulaştık. Oradan da liman kasabası Mallaig’e. Tam da Potter’in arkadaşlarıyla birlikte gittiği güzergâh. Ama biletimiz olmasına rağmen, raylardaki bir sorun nedeniyle, Port William’dan Mallaig’e gidiş için otobüs kullanmak zorunda kaldık. Bölgenin coğrafik yapısı nedeniyle zaman zaman yaşanan bir sorun raylarda aksama. Nisan ayından itibaren bu bölgeyi ziyaret edecekler ise daha şanslı, çünkü Harry Potter anısına filmdeki gibi eski trenlerle turistik seyahat imkânı bile var.

Her sokağı, hediyelik eşya dükkânları Harry Potter’in resimleri, reklamları, filmlerde kullanılan malzemeleriyle dolu Mallaig’de deniz kenarında bir lokantada öğle yemeğimizi aldık. Akşam saatlerinde yine otobüsle Port William’a döndük ve gece buradaki tarihi bir binada, otelde konakladık.

Yol boyunca kilometrelerce o muhteşem doğayı film izler gibi izledik. Mallaig ve Port William’ı da gezmek için bol vaktimiz oldu. Fantastik kitap ve film serisi Harry Potter’in doğduğu, film serisinin önemli bölümüne mekân olan bölge gerçekten film sahnesi gibi. Karlı, sisli dağları; sonsuz vadileri, şelaleleri, nehir ve gölleriyle, adacıklarıyla, fazla sudan yosunlanmış dev ağaçlarıyla muhteşem bir coğrafya. Sular ülkesi, her taraf su, bataklık. Avrupa’nın en yağışlı bölgesi. Dünyanın en kaliteli ve zengin su kaynaklarına sahip. Viskinin anavatanı olmasının nedeninin de buna dayandığı söylenir hep, kaliteli suya.

Şatolar, kaleler, tarihi yapılar her yerde. Sanki ortaçağda donmuş kalmış gibi. Çevreyle bütünleşmiş yapılar ve insanlar. Gelenekleriyle, kültürleriyle, yemekleriyle, içkileriyle ünlü İskoçlar.

Gezimizin ikinci günü Port William’dan Glasgow’a yine trenle seyahat ettik. Yaklaşık yarım gün, üstelik bir pazar öğleden sonra Glasgow’da geçirdik. Her köşesinde kültür ve sanatın izlerini taşıyan bu tarihi kentte sanat sokaklarda, her yerde. Her taraf cıvıl cıvıl. Duvar resimlerinin her biri bir sanatçının imzasını taşıyor.

Yaklaşık 48 saatlik İskoçya yolculuğumuz, Glasgow’dan Londra’ya 1.5 saatlik uçak yolculuğuyla son buldu. Zaman kazanmak amacıyla dönüş yolunda uçağı tercih ettik.

Çok uzun olmayan bir yolculuktu, gözlemlerim ne kadar genel emin değilim ama İskoçlar, İngilizlere göre daha samimi sanki. Veya bir gezginin dediği gibi, İngilizler için mesafeli nazik, İskoçlar için samimi nazik demek belki daha doğru. İlgimi çeken bir diğer özellik de aksanları. Çok iyi İngilizce bilenin bile anlayamadığı, İngilizce bilmeyene acaba hangi dilde konuşuyorlar dedirten aksanlı İngilizceleri.

Cambridge bilim yuvası, nezih

İskoçya yolculuğu 48 saatte tamamlandı, ama bizim yolculuk bitmedi. Bir gece Londra’da molanın ardından bu kez Cambridge için yola çıktık. Rehberimiz de sevgili Zekiye. Londra’dan yaklaşık 2 saat mesafede, İngiltere’nin en nezih kentlerinden. Bilim yuvası. Kentin adıyla anılan ünlü üniversite kenti. Sokakta, meydanda gördüğünüz herkes öğrenci, akademisyen, bilim insanı. Bisiklet kenti, yemyeşil ve burada da tarih donmuş gibi.

Ortasından geçen Cam nehrinden almış adını kent ve nehrin iki yakası köprülerle bağlı. Tarihi köprüler bunlar, etraftaki tüm binalar gibi. Tablo seyreder gibi bakarsınız. Yoğun ama dingin, huzurlu. Ördekler bile insanlarla diz dize. Onlarca kolejden oluşan üniversite, ana damar. Kent de öğrenci ve akademisyenlere göre şekillenmiş. Her an her köşeden bir bisikletliyle karşılaşmanız mümkün. 2018’de hayatını kaybeden ünlü bilim insanı Stephen Hawking de tekerlekli sandalyesiyle dolaşırmış bu sokaklarda. Neredeyse 800 yıllık Cambridge Üniversitesi, dünyanın ilk 5 üniversitesinden biri.

Yaklaşık 2 bin yıllık geçmişe sahip bu kentte yarım günlük gezintimize, güneşli havanın da yardımıyla gondol gezisini de sığdırdık. Ve kent merkezindeki pazarı gezdik. Hatta kolokas ve ayrelli bile bulduk bu pazarda.

Kente yakın kasabalar da tarihin izlerini taşıyor. Ülkenin en eski yerleşim bölgeleri. Yoğun olarak çiftçilik yapılan, dev çiftliklerin bulunduğu bölgeler. En verimli, en çok güneş alan bölge. Kamıştan tavanlar bölgenin simgesi. Bu yapılar, coğrafyanın, yaşam şekillerinin simgesi olarak korunuyor.

Herkeste aynı etkiyi yapar mı bilmiyorum ama her geziyle biraz daha küçülürüz galiba. Dünyada ne kadar küçük bir yer işgal ettiğimizi hatırlarız.

Aynı zamanda yaşadığımız toprakların ve refah şartlarının değerini daha iyi anlar, kıyaslamalar da yaparız. Hani neyimiz eksik, neyimiz fazla gibi. Ve notlar düşeriz kendimize.

Mesela; trafik. Londra’ya her gittiğimde yaşadığım his; ahenk. Sıkışıklık, yoğunluk çok ama telaş yok. Londra-Cambridge yolunda trafik kazası nedeniyle yaklaşık bir saat yolda adım adım gittik. Binlerce araç bir saat bekledi, tek bir araç korna çalmadı. Yasak olan kaçış yolunu ihlal eden sadece iki sürücü oldu, onlar da muhtemelen yabancı sürücülerdi. Yani sorunlar her yerde ama karşılayış şekli ve sisteme, iradeye güven, disiplin farklı şeyler.

-Kaldırımlara veya yoldan geçişi engelleyecek şekilde karşılıklı, hatta kapı önüne araç park etmeler epeyce yaygın. Ama bağıran, çağıran, korna çalan yok.

-Londra sokaklarında İngilizler dışında her milletten insan var ama sisteme adapte olmuşlar.

-Sokaklarda polis göremezsiniz. Her şey otomasyona bağlanmış. Şehir içinde hız sınırı 20 mil, yaya geçidinde durmak zorunlu, bunların ihlali kameralarla kaydediliyor ve ceza evinize geliyor.

-Akaryakıtta serbest piyasa koşulları uygulanıyor. Belli ki rekabet var. Yolda giderken bir istasyonda 1.7, diğerinde 1.8 örneğin. Gezip bakıyorsunuz, hangisi uygunsa ondan alabiliyorsunuz.

-Seyahat boyunca pandemiyi hatırlatan tek şey uçaklardaki ve trenlerdeki maske zorunluluğu oldu. Onun dışında herhangi bir yerde yaygın olarak maske kullanan bile yok.

Lefkoşa/Mart 2022


 

Harry Potter’in ayak izlerini takip ettik, sular ülkesi İskoçya’ya uzandık” üzerine 2 yorum

Bir Cevap Yazın