Suçlar daha da artacak

Her olayda olduğu gibi ekonomik krizlerde de ilk kez yaşıyormuş gibi davranıyoruz. Bunda insanoğlunun unutkan yapısı yanında, ders çıkarmamanın da payı büyük.

Yaklaşık yüzde 50 devalüasyona neden olan 2001 krizi çok uzak, hatırlanmayacak bir geçmiş değil. Benim neslimi derinden etkileyen, bir gecede hayatımızın alt üst olmasına neden olan tsunami. Oğlumun sınav ücretlerini ödeyemediğimi dün gibi hatırlarım. O zaman da bugünkü gibi suni gerekçelerle açıklanmıştı kriz. Uyuyan devin uyandığını; birike birike, göstere göstere geldiğini ancak krizin etkilerinin azalmasıyla yıllar sonra idrak edebilmiştik.

Belki o yılların bugünden tek farkı, daha mütevazı hayatlar yaşıyor olmamızdı. Henüz daha ayağı yorgana göre uzatma kültürünün tükenmediği dönemler. Son 10-15 yılda değişen kültürle birlikte, hiç yağmur yağmayacakmış gibi çatısız evler yapınca, doğal olarak etkileri daha yaralayıcı oldu. Olacak da. Küçük bir azınlık dışında kimi daha az, kimi daha çok kaybetmeye devam edecek. Krizin boyutları durulana veya insanlar kanıksayana kadar belki bir yıl geçecek normalleşmek için.

Ekonomik krizler kuşkusuz sadece finansal ve mali açıdan değil, sosyal ve psikolojik yaralar da açıyor. Ve bunların kapanması ekonomik sorunlardan daha zor. Hatta kalıcı olma, toplumun yapısını bozma potansiyeli yüksek.

2001 ekonomik depreminin ve artçılarının yaşandığı günlerde, hayatımızı sürdürmek için zorlanırken,  bir sabah arabamızın çizilmiş olduğunu gördük. Öyle tesadüf değil, boydan boya çizik. Polise başvurunca, aynı mahalleden 4 ayrı aracın aynı gece çizildiğini öğrendik. En azından kişisel saldırı, düşman değil diye teselli bulduk ama aslında olayın toplumsal nefretten kaynaklandığını ayırt etmek zamanımızı aldı.

Geçtiğimiz günlerde art arda benzer, hatta daha vahim olaylar yaşanınca, hafızam beni o günlere götürdü. Mezarlıkta, park yerinde araçlara rastgele hasar verildiğini, üstelik hasar verenlerin pişkinliğini okuyunca, arabamdaki çizik nedeniyle başvurduğum karakoldaki deneyimli polis çavuşunun sözleri geldi aklıma. “Fakirleşen zengin görünenden, arabasız arabası olandan, yemek bulamayan yemek yiyebilenden, evsiz evi olandan alır hıncını. Arabaya çizik atarak mutlu olur” demişti.

Şimdilerde, nüfus yapısının daha da değiştiği, göçmen devletine dönüştüğümüz, nüfusun üçte ikisinin şu veya bu şekilde yabancı olduğu bu devir, suç oranlarının daha da artmasında önemli potansiyel taşıyor. Yabancılara özellikle vurgu yapmak gerekiyor,  çünkü düşük gelirliler dünyanın her yerinde olduğu gibi çoğunlukla onlardan oluşuyor.

Sosyal sınıflar arasında uçurum olmayan, sermayedarla işçinin aynı mekânda yemek yediği, odacıyla müdürün aynı otelde tatil yapabildiği, mesafe olmadan insanların birbirine dokunabildiği yapısıyla tanınan, ağırlıkla bunlardan dolayı suç oranının düşük olduğu Kuzey Kıbrıs, bu yapısını kaybetme riskiyle karşı karşıya. Abartıdan kaçınarak, ama durumu doğru okuyarak zaman kaybetmeden adım atılması şart.

Ekonomik krize palyatif tedbirler dışında kısa vadede çare bulunması elbette zor. Ama ülkenin en önemli artısı güvenli ve huzurlu yaşamın tesisi şart. Bunun için de hemen ve ilk adım olarak kapılardan girişlere kontrol getirilmesi elzem. Dünyada, Avrupa’da birçok ülkede olduğu gibi ülkeye giriş yapmak isteyene neden ve kaç para ile geldiğini sormanın hiçbir sakıncası yok. Zor da olmamalı. Bu aynı zamanda kapıda “devlet otoritesi” için de şart.

Ve sokakta otorite. Polis devriyesinin hiç olmadığı; insanların sokakta, trafikte istediği her ihlali yapabileceği ve cezasız kaldığı tek ülke herhalde KKTC! Aynı araba her gün kırmızı ışıkta geçebiliyorsa, böyle bir sokakta suçları önleme imkânı olmaz zaten.

Barış, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Akbirgün’ün Havadis’e demecinde söylediği gibi, “Devlet bireye karşı zayıfsa suç oranı artar…”

(Havadis/9 Ekim 2018)

 

Bir Cevap Yazın