Kitabevinden ötesi… 70 yıllık kitapları, galerisi, müzesiyle Rüstem artık bir kültür alanı

“Saray Otel kalksın, bölge meydanla desteklensin”

Rüstem Kitabevi, sadece Kıbrıs Türkü’nün değil, adanın ilk kitapçılarından. Yıllarca herkesin ders kitaplarını, İngilizce kitapları aldığı tek mekân. Kaderine terk edilmeyen, 1937’den bugüne taşınan ender değerlerden. Üstelik ikinci kuşak elinde daha da geliştirilerek, çağdaş hale getirilenlerden. Hazine niteliğindeki 60-70 yıllık antika kitapları dâhil 20 bini aşkın kitabıyla hâlâ bir kitabevi. Ama ötesi de var, burası artık bir kültür alanı. Sanat galerisi, müzesi, cafe ve kitap kokulu restoranıyla Lefkoşa’nın göbeğinde bir labirent.

Rüstem ailesine ait bina, 1900’lü yılların başında inşa edilmiş. Ev olarak. 1937’de Kemal ve Cahit Rüstem kardeşler, evin altındaki bir odada kitapçı dükkânı açmışlar. Evinde İngilizce kitap satan bir Avusturalyalıdan kitap alarak başlamışlar bu işe. Kardeşlerden Cahit, sonradan eğitim için yurt dışına gidip kalınca Kemal Rüstem devam ettirmiş kitabevini. Özellikle İngilizce kitaplar, kartpostallar, haritalar, Kıbrıs hakkında kitaplar. Sonradan okul kitapları. Ve 1950’lerde yayınevi olarak da hizmet vermeye başlamış. Hatta ilk renkli kitap 1957’de burada basılmış. Türk-Rum tüm adaya hizmet eden bir kitabevi. Süreç içerisinde ev taşınınca, kitabevi alt/üst tüm binaya yayılmış.

Kemal Rüstem bu işi yaklaşık 60 yıl sürdürdü. Rahatsızlanınca 1995’te burayı tek oğlu Ali Rüstem devraldı. Ve baba 2001’de hayatını kaybetti.

Baba mirasına sahip çıkan, tarihi kitapları koruyan Ali Rüstem, Surlariçi’ndeki dönüşüme paralel eşi Akile ile birlikte kitabevini çağdaş düzenlemelerle güne taşımaya başladı. Kitabevi’nin özü korunarak önce cafe açıldı, ardından üst kat restoran olarak hizmet vermeye başladı.  Kitap kokulu restoran olarak yerli yabancı herkesin ilgi odağı haline geldi. Ve arkası devam etti. İki katlı asırlık binaya yan bina da eklenerek kapsamlı bir restorasyon yapıldı ve sanat galerisi ile müze eklendi. Şimdilerde bu kültür mekânında 22 bin 570 kitaba ek olarak sanatçılara ait tablolar, heykeller sergileniyor. Zaman zaman etkinlikler yapılıyor, müzayede düzenleniyor. Herkese açık bir kültür alanı.

Yüzde 70’i eski, Yüzüklerin Efendisi de var

Kitabevindeki 22 bin 570 kitabın yaklaşık yüzde 70’inin eskilerden kalan, baba mirası kitaplar olduğunu anlattı Ali Rüstem. İngilizce, İngiliz edebiyat kitapları çoğunlukla. Bir kısmı antika. Bunlar özel koleksiyon. Binlerce dolar değerinde kitaplar var. 1950’lere ait Yüzüklerin Efendisi meselâ, ender bulunanlardan.

Güncel olanlar da var. “Güncel olanlar daha fazla çocuk, sanat ve mimarlıkla ilgili. Kitabevinin özünü korumak istiyoruz. Çocuk kitapları önemli, çünkü her şey çocukla başlıyor” diyor Ali Rüstem.

Kitabevini öz kaynaklarıyla geliştiren, Lefkoşa’nın göbeğinde herkese hitap eden bir kültür merkezi yaratan Ali Rüstem, “Attığımız her adım, her yenilik kitabevi odaklı. Aslolan bu hazine. Biz burada herkese hitap eden, kültüre, kente, insana katkı yapan bir ortam yaratmak istedik. Elit bir ortam değil, herkesin yararlanabileceği bir mekân” ifadelerini kullandı.

Saray Otel yerine meydan, kamusal alan

Lefkoşa Surlariçi’ndeki hızlı değişime devletin peyzaj, aydınlatma ve güvenlikle pozitif katkıda bulunması gerektiğini söyleyen Ali Rüstem, radikal bir öneride de bulundu.

“Tüm kentlerin meydanları, kamusal alanları var. Lefkoşa’nın göbeği de tarihi bir alan. Farklı medeniyetleri; İngiliz’i, Luzinyan’ı, Venedik’i, Osmanlı dönemini simgeleyen bir meydan. Bu meydanın kamusal alan olması lâzım. Bunun için de Saray Otel ya restore edilerek bu amaçla düzenlenmeli veya buradan kaldırılmalı. Otel her yerde olur ama kamusal alan, böyle bir meydan yaratamazsınız. Devletin, ilgili birimlerin bu konuda inisiyatif üstlenmesi gerekir. Gelir veya başka gerekçeler de gösterilmemeli. Vakıflar’a ait bu otele şu an ödenen kira, Dereboyu’ndaki dükkân kiralarından bile düşük, yaklaşık 4 bin Euro… Bu otelin kalkması ve burada bir meydan oluşmasıyla Lefkoşa’nın çehresi daha da değişir.”

Sokakta sanat gibi, ulaşılır

Rüstem Kitabevi’nin kültür-sanat danışmanlığını yapan Halil Duranay da, kitabevi bünyesinde açılan sanat galerisi ve müze çalışmalarını anlattı.

Çağdaş sanatçılara ait resim ve heykellerin sergilenmeye başladığı galeri ile sanat ve kültürü ulaşılır hale getirmek istediklerini anlattı Duranay. “Yoldan geçen burada kahvesini içerken, kitaplara bakabileceği gibi, galeriyi de gezebilir. Resimlere bakabilir. Ulaşılmaz, kapısı kapalı veya mesafeli mekânlar değil, ulaşılır mekânlar olduğunu göstermek istedik. Sokakta sanat gibi…”

Galeri ve müzenin gelişerek zenginleşeceğini, etkinlik ve müzayedelerle kültür hayatına katkıların süreceğini anlattı Duranay. Kurumlarla işbirliği de gündemlerinde. Hatta ilk olarak DAÜ ile imzalanacak protokol uyarınca, bu üniversitenin 400 parçalık sanat koleksiyonu,  konseptler halinde dönem dönem Rüstem Kitabevi Sanat Galerisi’nde sergilenecek.

Toplumsal hafıza için kent müzelerinin kurulması gerektiğini de vurguladı Duranay ve sermaye çevrelerinin, şirketlerin sanata, kültüre destek vermesi, hatta öncülük etmesi gerektiğini ekledi.

“Bu işler pahalı. Para gerektiriyor. Dünyanın her yerinde müzeler, galeriler, koleksiyonlar sermayenin desteğiyle gelişir. Sosyal sorumluluk çerçevesinde sermeye çevrelerinin artık burada da devreye girmesi gerekiyor. Devletten fazla özel sektörün sorumluluğu var bu konularda. Devlet ancak düzenleyici ve teşvik edici olabilir.”

Bodamyalızade’nin koleksiyonu yakıldı

DAÜ’de üniversite eğitimi için adaya gelen, bu üniversitede siyaset bilimi eğitiminin ardından iletişim masteri yapan, şimdilerde DAÜ’de akademisyen olan 35 yaşındaki Duranay, İstanbul’daki KÜLT yayınevinin de sahibi. Aynı zamanda bir sanat ve antika koleksiyoncusu. Kendini ‘kültür amelesi’ olarak tanımlıyor. Adanın tarihine, Lefkoşa’ya tutkun. 14 yıldan beri Kıbrıs’ta ama Bodamyalızade’den CMC arşivlerine kadar araştırmadığı konu yok.

“Bu ada bir hazine ama değeri bilinmiyor. Birçok şey yok olup gidiyor. CMC harita arşivi, bölgedeki zeytin ağacı sayısına kadar veriler içeriyordu ama yok oldu. Felezof lâkaplı, kuranı İngilizceye çeviren, bir zamanların ünlü Shakespeare Okulu’nun sahibi Bodamyalızade (Necmi Sagıp) 1960’larda öldüğünde, kimi kimsesi olmadığı için geride bıraktıklarını verecek birileri bulunamamış ve bütün biriktirdikleri yakılmış. El yazmaları, kitaplar, kuranlar… Hazine ateşe atılmış. İnanılır gibi değil! Veya Lapta seramikleri çok değerli. Çoğu çöplere gitti. ‘Dedemin fincanı’ deyip attı insanlar. Böyle kimbilir ne kadar heba olan birikim var.  Hâlâ var.”

1800’lerden fonograf koleksiyonu

Önce Uray Sokak’ta Hippo isimli mekânda, ardından Bandabuliya’da bir dükkânda bazı parçalarını sergilediği koleksiyonu hakkında da bilgi verdi Duranay. “Satış bana göre değilmiş, kapattım, eve taşıdım” dediği koleksiyonu…

Yaklaşık 750 parçalık oyuncak koleksiyonu. 1820’lerden başlayarak 1990’lara kadar üretilen oyuncaklardan oluşuyor. 1990’lardan sonra seri imalat olduğu için koleksiyona dâhil etmemiş.

Kurtuluş Savaşı ile ilgili kumbaralar, kartlar, madalyalardan oluşan 50 parça.

Kömürlü makinelerle çekilen kabin fotoğraflar 80 civarı.

1800’lerden kalma ‘fonograf’ koleksiyonu 100 parça. Bu alanda adadaki en büyük koleksiyoncu olarak biliniyor Duranay.

Ve türünün tek örnekleri, elde yapılan kâğıt hamuru reklam heykelleri. 4’ü büyük boy, 10 parça.

Herkes araba alır, biz antika

Koleksiyonculuk lüks, para gerektiren bir iş.  Nasıl yapıyor diye de sorduk.

“Bazen bulurum, bazen alırım, bazen takas. Bu konu bir labirent, özel ilgi alanı. Bulaştınız mı ucu bucağı yok. Bende bir tutku. İnsanlar arabaya para harcarken, ben oyuncak alırım veya kumbara. Ama unutmayın ki o arabanın değeri düşer de elinizdeki oyuncağın veya tablonun değeri artar. Dünyada koleksiyonculuğu gelir amaçlı yapanlar da var. Doğru alıcıyla gerçek değerini bulur. Biz henüz o noktalarda değiliz. Ama bulaşan kurtulamaz.”

Mirasa kim sahip çıkacak!

Koleksiyonculukla istifçiliğin farklı şeyler olduğunu, ama istifçilerin koleksiyonculara iyi kaynak olduğunu da anlattı Halil. Ve KKTC’de, sanılanın aksine iyi koleksiyoncular olduğunu, bu konuda ciddi birikimi olan en az 50 kişi bulunduğunu ekledi.

“Bu işi ciddi olarak yapanlar var. Yurt dışındaki müzayedeleri takip edip özel parçalar getirenler var. Bilinçli, nitelikli koleksiyonlar. Bu işte en büyük sorun, bu koleksiyonların ne olacağı! Koleksiyoncu ölünce meraklı bir aile bireyi varsa sahip çıkar. Değilse, çarçur olup gidebilir. Bu ciddi ve yaygın bir problem.  Türkiye’de, dünyada vakıf kurup butik müzeler açanlar var, böylece arşivcilere açılır, koleksiyon değerlendirilir. Ama bu da maliyet, sermaye ister. Bu nedenle sermaye çevreleri destek vermeli, kurumlar sahip çıkmalı. Bu ülkede bu şekilde çarçur olan, atıl kalan, yok olan çok koleksiyon, değerli parça, fotoğraf var…”

(Havadis/15 Temmuz 2019)


 

Bir Cevap Yazın