Medeniyetin sıfır noktası GAP

GAP turları çok yaygın olsa da yıllardan beri çok da ilgimi çekmemişti açıkçası. Nasılsa tur kapsamındaki birçok kente/bölgeye şu veya bu gerekçeyle, farklı zamanlarda seyahat etmiştim. Urfa, Gaziantep, Harran gördüğüm, bildiğim, kapsamlı geziler yaptığım yerler. Ayrıca turlardan fazla, bireysel gezgin olmayı tercih ettim hep. Ama bu kez başka bir itici güç vardı. Gizemli, kültür beşiği Mardin ve Midyat;  dahası insanlık tarihiyle ilgili ezber bozan Göbeklitepe. Ve birkaç ay içerisinde tamamen sular altında kalacak Hasankeyf’in belki son ziyaretçileri olmak, Halfeti’yi çıplak gözle görmek, Diyarbakır’a kuş bakışı bakmak, 2 bin metre yükseklikteki Nemrut’a tırmanmak da eklenince, bu yoğun tur göze alınır oldu. Bölgeyle ilgili terör/savaş algısı da sanırım bireysel gezi yerine turu tercihte önemli bir nedendi.

Gaziantep’ten başlayan, her gece farklı bir kentte konaklayarak toplam 5 gün süren tur kapsamında sanırım 1500 kilometreye yakın yol kat ettik. Kimini detaylı, kimini kuşbakışı gezdik, gördük, bilgi aldık. Lezzet diyarı bu bölgede onlarca çeşit yiyecek ve içecekle tanıştık. Ama en önemlisi bildiğimizi sandığımız ne kadar çok bilmediğimiz olduğunu gördük. Diyarbakır’daki gelişmişlik karşısında hayretimizi gizleyemedik örneğin. Belki sadece ilk izlenim, ama ezberimiz bozuldu. Mardin ve Midyat’taki kültür mozaiği, dinginlik, insanın sıcaklığı görülmeye, daha doğrusu tekrar tekrar yaşanmaya değer. Göbeklitepe ise, kalp atışını hızlandıran insanlık mirası.

Ekim başında, hava şartlarının çok uygun olduğu bir dönemde gerçekleşti gezi. Dahası, terör olayları ile tanınmasına, Suriye’ye yakın mesafeye rağmen herhangi bir gerginliğin de olmadığı bir döneme rast geldi şans eseri. Tüm bu avantajlarla uzun, yorucu, ama bir o kadar keyifli oldu. Hem kültür, hem lezzet turu…

Çingene Kızı mı, İskender mi!

Çingene Kızı mı, İskender mi!

UNESCO’nun ‘yaratıcı şehirler ağı’na dâhil Gaziantep’te Zeugma Mozaik Müzesi en önemli duraktı. Zeugma antik kentinden çıkartılan mozaiklerin, ayrıca Roma dönemine ait heykellerin, sütunların sergilendiği müzenin simgesi ise diğerlerine göre oldukça küçük bir parça halinde keşfedilmiş olan 2. yüzyıla tarihlenen Maenad. Çingene Kızı veya Zeugma’nın Mona Lisa’sı diye adlandırmışlar. Çingene Kızı diye adlandırılması, tamamen bir tesadüf anlatılanlara göre. Çünkü çingene kızından fazla sanki İskender. M.Ö. 300’lü yıllarda yaşamış ünlü komutan, Makedonya Kralı İskender.

Bakırcılar Çarşısı bir diğer ünlü durak Gaziantep’te. Her derde deva, yok yok bu çarşıda. Buraya uğramadan olmazdı.

Ertesi gün yola koyuluyoruz. Hedef, yaklaşık 1.5 saat mesafedeki Urfa ve tabii ki Göbeklitepe.

Ama yol üzerinde Halfeti var. 2000 yılında Birecik Barajı’nın yapımının tamamlanmasıyla çevresindeki köylerle birlikte sular altında kalan Halfeti. Bir yandan gizem, bir yandan hüzün yaratan batık şehir.  Evler, mahalleler, camiler sular altında. Buranın siyah gülü dillere destan, televizyonlara da dizi olmuş. Bu meşhur gül başka yerde bitmiyormuş, hatta bölgede bile belli yerlerde yetişiyormuş.

Fırat nehri üzerinde gemi turuyla gezdik bölgenin bir kısmını. Esas baraj kısmını değil, gidilebilen, turizme açılan yerleri.

Ve Harran. Zamanında bilim merkezi olan, yüzyıllar boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapan köklü yerleşim yeri. Bölgenin simgelerinden kubbeli evleri ziyaret ettik. Geleneksel ziyaret yeri. M.Ö. 6. yüzyıldan bu yana varlığını korumayı başarmış, hâlâ yaygın olarak kullanılan yöresel mimari örnekler. 

İnsanlığın sıfır noktası, 12 bin yıllık tarih

Yıllardan beri adaklar yapılan Balıklı Göl’ü ile ünlü Urfa’nın artık Göbeklitepe’si var. Dünyanın ilgi odağı. 20 yıllık kazı sonunda yaklaşık 4 yıl önce ziyarete açılan, insanlığın sıfır noktası olarak tanımlanan arkeolojik alan. Keşfedilmesiyle birlikte insanlık tarihiyle ilgili ezber bozan, 12 bin yıllık yerleşim/tapınma yeri. Orijinal haliyle güne taşınan en eski tapınak.

UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras listesine alınan Göbeklitepe, göbek şeklinde yuvarlak bir alan. Farklı boyutlarda taşlardan T şeklindeki anıtlardan oluşuyor.

İnsanlık tarihinin bilinenlerini yerle bir eden Göbeklitepe, ağırlıkları 40-60 ton arasında değişen, üzerine hayvan motifleri kazınmış devasa T şeklindeki dikey sütunlardan oluşan bir alan. Burası bir antik kent değil, bir inanç uğruna yapılmış ilk tapınak ve toplanma yeri. Yapının bir tapınak olduğu konusunda tüm bilim insanları hemfikir. T biçimli dikili taşlar, taş ve kemik aletler kullanılarak, kireç taşından yapılmış.

Bölgede bulunan ilk alan burası. Toprak altından daha nelerin çıkacağı belirsiz. Ama kazılar sürüyor. Kimine göre 50, kimine göre 100 yıl daha sürecek buradaki kazılar. Toprak altından daha çok kalıntı çıkacağı inancı yaygın.

Nasıl olsa yine geleceğiz diyerek ayrıldık Göbeklitepe’den.

Mistik, büyüleyici sokaklar

Ve yola devam. Bu kez yaklaşık 2 saat mesafedeki Mardin. Gizemli, büyülü, medeniyet beşiği, birçok etnik gruba ev sahipliği yapan Mardin.

İlk girişte ‘aaa burası mı’ diye hayret ediyoruz. Çünkü yüksek binaları, geniş caddeleri, çok geniş alana yayılmış dağınık haliyle hiçbir cazibesi yok kentin ilk bakışta. Meğer bu, son 10 yılda oluşmuş yeni Mardin. Heyecanla arıyoruz eski Mardin’i. Bizi buralara kadar çeken büyülü sokaklar, dik yokuşu tırmandıktan sonra karşımıza çıkıyor. Bir anda kentin havası değişiyor, aradığımız yere geliyoruz.

Koruma altında olan bu bölge, büyüleyici gerçekten. Mistik. Taştan yapılmış, cepheleri işlenmiş evler, sokaklar. Sokak taşları bile özel. Taşın özelliğinden midir nedir, fotoğraflar altın sarısı. Kartpostal gibi. Bazı konakların tarihi 12-13. yüzyıla kadar gidiyor.

Daracık sokaklar, tali yollarla ana caddeye bağlanıyor. Buraları dolaşırken rehbere, google’a da ihtiyaç yok. Çünkü siz talep etmeden herkes yardıma hazır. Elinde market çantasıyla evine giden adam ‘yardım ister misiniz’ diye soruyor. Diyarbakırlı üniversite öğrencisi 3 genç kız, ‘biz size rehberlik yapalım’ diyor ardından. Ve yapıyorlar da.

Tarihi, kültürü, evleri, sokakları, yiyecekleriyle zengin, renkli bir kent. Terörle anılıyor adı ama dingin. En azından bizim gözlemlediğimiz, telaşsız, sakin bir kent. Medeniyetlerin beşiği. İlk Hristiyanlığı benimseyen Süryaniler hâlâ bu topraklarda yaşıyorlar. Sayıları (Mardin-Midyat dâhil) 3 bin civarında. Kentte medrese yanında manastır, kilise de çok. Sokakta dolaşırken Türkçe yanında Kürtçe, Süryanice, Arapça dillerini duyarsınız. Süryaniler, Türkçe konuştuklarında da tonlamalarından belli. Farklı etnik kökenlere ev sahipliği yapmanın çekiciliği, renkliliği kentin en belirgin yanı.

Buradaki manastırlar hem Mardin’in, hem Süryanilerin simgesi gibi. Biz Deyrülzafaran Manastırı’nı gezdik. Yaklaşık 600 yıl Süryanilerin patriklik merkezi olmuş bir manastır bu. Hâlâ aktif. Biz dolaşırken hızlı hareket etmek zorunda kaldık, çünkü ayin saatine denk gelmiştik. Güneş odası en ilginç bölümlerinden. Hristiyanlığı kabulden önce güneşe tapındıkları bölüm. Tavanı, taşlar harçsız olarak iç içe geçmesiyle inşa edilmiş ve hiç yıpranmadan güne kadar ayakta kalmış.

Telkari 5 bin yıllık gelenek

Ertesi gün güzergâh Midyat. Burası da Süryani kültürünün hâkim olduğu bölge. El işi ürünler, gümüşler, şaraplar diyarı. Telkari işletmeciliği Süryanilerin 5 bin yıllık geleneği. Gümüşü eriterek tel haline getiriyorlar, istenen şekli veriyorlar. Yüzükler, kolyeler, küpeler, büyük eşyalar yapılıyor bu malzemeden. Ve konaklar. Ünlü dizilerin çekildiği konaklar da burada.

yeni yerleşim yeri

Hasankeyf de durak yerlerimizden. Batman’a bağlı eski yerleşim yerlerinden Hasankeyf. Bölgeyi çevreleyen binlerce mağara, tarihinin çok eskilere dayandığının ifadesi. Onlarca yıl önce SİT alanı ilan edilmesine rağmen GAP projesi kapsamında Dicle nehri üzerinde yapımı devam eden Ilısu barajı ve santral nedeniyle bütünüyle sular altında kalacak. Hatta aylarla ifade edilen çok yakın gelecekte. Baraj suyu, fotoğrafta görülen mağaraların hizasına kadar yükselecek. Sular yükselmeden türbe ve bazı tarihi eserler taşındı ama yine de sular altında kalacak tarihi eser çok. Köprü de buna dâhil. Bölgede yaşayanlar için de hemen yakında yeni yerleşim yerinin yapımı devam ediyor.

Diyarbakır sürpriz oldu

Hasankey’ten, belki de son ziyaretçileri olarak biraz hüznlü ayrıldık ve bu sefer güzergâh Adıyaman. Çünkü Nemrut dağına tırmanacağız. Ama yolda giderken programa dâhil olmamasına rağmen yol üstündeki Diyarbakır’a da uğradık. Kısacık bir mola. Ve kentin yarattığı ilk intibada hayretler içinde kaldık. Modern binalar, düzgün imar, yollar… Belki kuşbakışı olduğundan; ama doğrusu büyük sürpriz oldu. Hani gözünle görmeden inanma, önyargılı olma sözünü anımsatırcasına…

dav

Krallarla güneşi bekledik

Ve Adıyaman. Hedef, 2 bin metre yüksekteki Nemrut dağında güneşin doğuşunu seyretmek. Mesafeler uzun. Adıyaman’daki otelden sabaha yakın 3’te hareket ettik. Minibüsle tırmanma bölgesine gittik, ardından yürüyerek devam. Antik mezarlar, anıtsal heykeller, mimari kalıntılar da bulunan benzersiz bir manzara. Mezopotamya ayakların altında, sis içinde bir zirve.  Dağın zirvesindeki heykeller, anıtlar eski çağlardan kalma gizemli yapılar. Kommagene Kralı I. Antiochos, tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için Helenistik dönemin en görkemli kalıntılarını burada bırakmış. Nasıl yapmışlar, nasıl taşımışlar, bilinmiyor. Ve biz, onlarca turistle birlikte krallar eşliğinde izledik güneşin doğuşunu.

Adıyaman-Gaziantep arası yaklaşık 3 saatlik yolculuğun ardından tur bitiyor. Gaziantep, gidişte olduğu gibi dönüş yolunda da vazgeçilmez lezzet durağı doğal olarak.

Çöp ada tüm bölgeden kirli

Alış veriş tutkunuysanız, uçakla değil gemiyle dönmek gerek bu bölgeden. Kebabı, çorbası, gatmeri, şekeri, kahvesi, baharatı, fıstığı, şarabı, kurutulmuş sebzeleri ve daha nice yemek çeşidiyle ünlü bölge. Gümüş, bakır, altın; ne ararsan burada.  Zeytin, üzüm, pamuk, fıstık üretimiyle de ünlü. Fırat ile Dicle nehirlerinin beslediği verimli Mezopotamya ovası, yok yok. Birçok dilin konuşulduğu, kültürel zenginliğin hâkim olduğu bir bölge. Çalışkan, üretken insanlar. Ve bu coğrafya, bu toprakların insanları, bu kadar varlık içinde çok daha fazlasını hak ediyor.

Suyu, verimliği, geçmişi, birikimiyle kıyas doğru değil. Oralarla adamız arasında kıyas, bize haksızlık. Ama bir noktada kıyas kaçınılmaz… Adanın ne kadar kirli olduğunu, çöp ada haline geldiğimizi Harran’ı, Midyat’ı gezerken daha iyi fark ettim. Çocukların bir TL kazanç için satıcılık yaptıkları bu diyarların Lefkoşa’dan daha temiz olduğunu görmek, doğrusu içimi burkan bir not olarak kayıtlarıma geçti.

(Suriye harekâtının turumuzun hemen ertesinde başladığını not emekte fayda var. Bu sürece denk gelseydik aynı şeyleri yazabilir miydim, bilmiyorum)


 

Bir Cevap Yazın